YAZARLAR

Yine bir gece yarısı devlet şiddeti genelgeyle ilan edildi

25 Kasım'ı erkek devlet şiddetiyle uluslararası mücadele ve dayanışma günü kabul ettiğimiz gün yayınlanan şiddetle mücadele genelgesi, içerdiği yöntem ve işleyiş değişikliği ile kadın yönelik devlet şiddetinin ta kendisi olmak anlamına gelir. Fakat iktidar tabanı ve dindar kesim 6284’e dokunulmadığı zannıyla kendilerini ve birbirlerini avutarak, gönül hoşluğu ile rıza verirler.

Yine bir gece yarısı, yine bir Cumhurbaşkanlığı Genelgesi ve yine konu kadına yönelik şiddetle mücadele. Resmi Gazetede yayınlanan Genelge metnini buraya bırakarak içeriğini anlamaya çalışalım. Öncesi de var elbette ama 2016 Kasım'ından bu yana yani en az 7 yıldır, kadın hakları aleyhine yapılan her düzenleme gece yarısı duyuruldu. Gece yarısı yayınlanan kararlar arasında farklı konular da olmakla birlikte kadınlarla ilgili olanlar hep gece yarısına rastladı. 25 Kasım tarihli genelgenin konusu Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele. Pek incelikli olmayan kelime oyunlarıyla, şiddetle mücadelede makas değiştirildiği ilan edilmiş oldu.

Ama kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadelede, yeni zamana uyumlu yeni bir ataerkil anlayışla, farklı bir yola girildiğini, başka bir yöne doğru ilerleme kararı alındığını anlamak için şiddetle mücadelenin evveliyatını bilmek gerekir. Ve tabii ki kadına yönelik şiddet diyerek anlaşıldığı zannedilse de gerçekte bu isimlendirmenin, söz konusu şiddetin cinsiyete dayalı şiddet olduğu gerçeğinin gözardı edilmesini kolaylaştırdığını da bilecek kadar konuya aşina olmayı gerektirir. Yazık ki dindar, muhafazakar kesimde yani Cumhur İttifakı tabanını oluşturan kesimin kadın örgütleri bile doğrudan cinsiyet temelli şiddetle mücadele alanında çalışmadı. Hadi bir ihtiyat payı bırakalım, yüzde 99,99’u bu özel şiddet alanıyla mücadelenin gereklerini ayırt edecek deneyimden yoksun. Nitekim 6284 sayılı şiddet yasasının yürütmesinden sorumlu bakanlar bile farklı zamanlarda “şiddet her yerde var, erkekler de öldürülüyor…” minvalinde konuşmuşlardı. Cinsiyete dayalı şiddetin neyliğini bilmemekten, ya da kötücül yorumla kadına yönelik şiddetin, salt kadın cinsiyetinde doğduğu için uygulanan şiddet olduğu gerçeğini toplumun gözünden kaçırmak için böyle konuşmuşlardı belki. Fakat şurası çok net bildiğim bir konu ki iktidar tabanındaki veya dindar kesimdeki kadın sivil toplum örgütlerinin pek azı müstesna cinsiyet temelli şiddetle mücadele yöntemlerini ve mekanizmaların işleyiş biçimlerini bilmez. Yöntem ve işleyişi bilmedikleri için uygulamadaki aksamayı görmeleri de mümkün değil.

Peki neden uzun uzadıya dindar kesimin cinsiyet temelli şiddetle imtihanına ayırdım bugünkü  yazımın giriş kısmını derseniz konumuz olan genelgenin muhatabının onlar olduğunu düşündüğüm için derim. Bakanlara, milletvekillerine, teşkilatlara ve seçmen kitlesine yönelik bir göz boyama genelgesi olduğunu düşünüyorum. Çünkü iktidara mensup ya da muhalif olsun dindar, muhafazakar kesimdeki kadınlar da mağduru oldukları bu şiddetle mücadeleye ket vuran politikalardan, siyasi söylemlerden rahatsız. 6284 sayılı şiddetle mücadele yasasına yönelik budama girişimlerinden rahatsız oldukları için bu yasaya kuvvetle sahip çıktıkları için Cumhurbaşkanı böyle bir göz boyama genelgesine mecbur kaldı. Tüm kadın örgütleri gibi kendi tabanı ve mensuplarına da 6284’ten vazgeçmeyeceğini gösterdiği için TBMM’ye yasa için değişiklik teklifi sunulamadı kanaatimce. Fakat yerel seçim öncesi ittifak ortaklarıyla yaptığı mutabakatın gereğini de bir şekilde yerine getirmek zorundaydı. Genelgeyle yasa değiştirilemez ama uygulayıcılar üzerinde baskı kurulabilir malum.

Nitekim Genelge sonrası ilk grup toplantısında Erdoğan yine whataboutism yöntemine sarıldı. Cinsiyete dayalı şiddetle mücadele hakkında özellikle kadın cinayetlerinin artması hakkında -muhtemelen tabanından da- yöneltilen eleştirileri, savaş ve terör eylemlerinde kadın ve çocukların öldürülmesi ile kıyaslayarak savuşturmayı seçti. İdeolojik karşıtlık yani siyasal muhalefet muktedir aklınca düşmanlık sayıldığı için yine PKK ve İsrail saldırılarının arkasına saklanarak seslenmek mecburiyetinde hissetti kendisini. Kadına yönelik şiddet kavramı manipülasyona açık ne yazık ki. E, ustası da fırsatı kaçırmıyor. Tabanını ikna için ustaca kullandığı bu fırsatçı sözlerin ayırdına varmak yayınlanan son genelgenin içeriğini kavramakta işimizi çok kolaylaştıracak.

17 maddelik bu kadına yönelik şiddetle mücadele konulu genelgeyi okumaya sondan başlamayı öneriyorum. Canalıcı hüküm 17’inci maddede çünkü. Ve genelgenin önceki bütün maddelerinin nasıl bir politik duruşla yazıldığını anlatıyor bize. Ayrıca şiddetle mücadelede makas değişikliğini de bu madde açıklıyor. Genelgenin son cümlesinde 2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesinin yürürlükten kaldırıldığı bildiriliyor. Kaldırılan genelgenin içeriği ve işlevi bilinmezse makas değişikliği ile anlatmaya çalıştığım kadına yönelik şiddetle mücadelede başka bir yola girildiğini anlamak zor olur. Kaldırılan genelge AKP iktidarının AB çıpasıyla birlikte ülkedeki demokratların desteğini aldığı döneme ait ve kadın hareketinin mücadelesiyle hazırlanmıştı. Mecliste de kadın vekillerin oluşturduğu kadın çalışma grubu sayesinde kurulan araştırma komisyonu raporuna dayanıyordu. Ve bu genelgeyle Şiddet İzleme Komitesi kurulmuştu. Dönemin kadın Bakanlığı başkanlığında ilgili kamu kurumları ile kadına yönelik şiddetle mücadele alanında çalışan kadın sivil toplum örgütlerinin doğal bileşeni olduğu bu komite hem uygulamayı izler hem eksikleri giderecek politika önerileri geliştirirdi. Madde bu komitenin kaldırıldığını bildiriyor. Gerçi şiddet izleme komitesi kaldırıldı demiyor sadece adının değiştirildiği belirtilmiş genelgede. Değişen ismiyle artık Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Koordinasyon Kurulu halini almış. İsim değişiklikleri ile toplumsal ve kurumsal hafızanın sakatlanması arasındaki doğrudan ilişkiye sığındıklarını söylemek mümkün. İsmi değişmekle kalmayıp yapısı da tümüyle değişmiş. Maddede Aile ve Sosyal Hizmetler bakanı başkanlığında Diyanet ve mevcut bütün bakanlıkların bakan yardımcıları ile Strateji ve Bütçe Başkanlığı, İletişim Başkanlığı yer alıyor. Salt Kamu görevlilerinden ibaret bir kurul. Bakanlıkların bürokratları ve Sarayın memurları, kadına yönelik şiddetle mücadelenin tek unsuru haline getirilmiş. Kamu, kamuya karşı durumu. Mevzuat var, o mevzuatı uygulayacak olanlar var, bir de mevzuattaki eksikleri ve uygulamadaki aksaklıkları izleme sonuçları doğrultusunda tespit edip öneri geliştirecek olanlar var. Ve bunların hepsi aynı isim. Yani Genelgede adı Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Koordinasyon Kurulu olsa da halk deyişiyle söylersek gerçek adı Kimi Kime Şikayet Edeceksin Koordinasyon Kurulu. Müzakere yolu tıkanmış, masa demokratik olmaktan çıkarılmış. Masanın bir tarafında oturanlar var ama masanın karşısında oturacak kimse yok. Kamudan ibaret bu masaya başkanın keyfine uyarsa kamu sektörünün karşısına özel sektör de çağrılabilecek genelgeye göre. Ama üçüncü sektör olan sivil toplum yok. Kadın örgütleri ki özellikle kadına yönelik şiddetle mücadele alanında sahada çalışan kadın örgütleri olmak zorunda orada.

Genelgenin girişinde sivil toplum ifadesi geçiyor ama çalışma alanı ve niteliğine dair açıklama yok. Kanunla kurulmuş kamu kurumu niteliğindeki meslek teşekküllerini sivil toplumdan sayma alışkanlığı burada da görülüyor. Bağımsız, gönüllülük esasıyla çalışan örgütlerden bu alanı bilenlerin, şiddetle mücadelede uzmanlaşmış ve kamu karşısında direnci yüksek uzmanların bulunması istenmemiş. Cinsiyet temelli şiddet insan hakları ihlali olmaktan çıkarılıp kamu için itibar meselesi haline getirilerek üstü örtülmesi gereken bir mücadele alanına dönüştürülecek demektir bu. Gerçek bir şiddetle mücadele görmeyeceğimiz anlamına gelir. Önceki maddelerde yazılan “Kanıta dayalı politika …” ifadesi burada anlamını buluyor. Uluslararası standartlara uyumlu bir ifade kanıta dayılı politika geliştirme zorunluluğu biliyoruz. Ancak kamunun karşısında müzakere edecek farklı kesiler olmadığı için evrensel bir kavramı daha kelime oyunuyla ters yüz etme yolu seçildiği anlamına gelir. Veri toplama kısmı ise tam bir aldatmaca. Kamunun elinde veri var. Her şeyin kaydını tutuyorlar orası kesin. Ve hatta bu kayıtlar Aile Bakanlığında birleştiriliyor, biliyoruz. Ancak veri ile ilgili mesele, toplanması değil açıklanması. Uluslararası standartlarda şiddetle mücadele için gerekli olan, şiddet verilerinin periyodik olarak yayınlanması ve her an erişilebilir şekilde kamuya açık tutulmasıdır. Genelge verilerin açıklanmasına dair en ufak bir ima dahi içermiyor. Yani sivil toplumun katıldığı izleme komitesi toplantılarında öğrendiğimiz bir takım veri kırıntılarını dahi duyamayacağız artık.

25 Kasım'ı erkek devlet şiddetiyle uluslararası mücadele ve dayanışma günü kabul ettiğimiz gün yayınlanan şiddetle mücadele genelgesi, içerdiği yöntem ve işleyiş değişikliği ile kadın yönelik devlet şiddetinin ta kendisi olmak anlamına gelir. Fakat yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi iktidar tabanı ve dindar kesim 6284’e dokunulmadığı zannıyla kendilerini ve birbirlerini avutarak, gönül hoşluğu ile rıza verirler. Politik duruşları doğrultusunda cinsiyet eşitliğini ret ettikleri için cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan kadına yönelik şiddetle mücadelenin en başta toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele etmekle mümkün olacağını kabul etmezler. Kelime oyunları ve laf salatasıyla dolu genelgeye tav olurlar. Kamu görevlileri de kendilerine çıkarılan görev doğrultusunda o kurul toplantısına katılıp yılda bir kuru pasta-çay sohbetinde buluşur. Ne de olsa hakikat ötesi çağda asıl önemli olan yapmak değil yapıyor görünmek. Hem canım zaten Cumhurbaşkanı da söyledi ya İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin şiddetle mücadeleye zarar verdiğini… Ki karşılarına da Sözleşme’den çıkıldığından bu yana kadın cinayetlerinde artış olduğunu, üstelik bir de cinayet sayılarının yanına neredeyse bu sayıyla boy ölçüşecek derecede yükselmiş şüpheli kadın ölümü kategorisinin ne olduğunu, nereden çıktığını soracak kimse de gelemeyecek. “Okullar olmasa Milli Eğitim Bakanlığını yönetmek çok kolay” ya aynı hesap. Kadınlar olmadan kadına yönelik şiddetle mücadele…


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.