Yeşilçam'ın büyük kahramanı Cüneyt Arkın

Kariyer planı ve ismi değişmişti ama bunca zaman yaşadıkları hâlâ yerli yerinde, hâlâ içindeydi. Bazıları gibi sonradan görme şöhret budalalarına asla benzemedi Cüneyt Arkın...

Google Haberlere Abone ol

Küçük bir köyden kalkıp İstanbul’a beş parasız şekilde tıp okumaya gelen garip bir delikanlıydı Fahrettin Cüreklibatır. Çeşitli dergilere öyküler yazıyor, bir han odasını inşaat işçileriyle beraber paylaşıyordu. Sadece filmlerinde değil, gerçek hayatında da maruz kaldığı onca zorluğa inat mücadeleyi hiçbir zaman bırakmadı. Onu hepimizin kahramanı haline getiren şey işte bu azmiydi.

8 Eylül 1937’de Eskişehir’in küçük bir köyünde doğdu. Hayvancılıkla uğraşan yoksul bir aileye mensuptu. Kurtuluş Savaşı gazilerinden olan babası Hacı Yakup, Fahrettin’le beraber sık sık hayvan otlatmaya çıkardı. Akşamları annesinden çok defa dinlediği destanları düşünerek hayallere dalardı. İşin ilginç tarafı, en çok da Battal Gazi Destanı’nı severdi. İleride ona hayat vereceğini ve tüm ülkenin kahramanı haline geleceğini söyleseler kim bilir nasıl gülerdi.

Yoksulluğun türlü halini görse de okumaktan hiç geri durmadı. Ailesi de onu her fırsatta destekledi. Liseyi Eskişehir Anadolu Lisesi’nde okudu. Oradan da tıp öğrenimi görmek için İstanbul Tıp Fakültesi’ne kaydoldu.

Edebiyat sevdasının hepten yükseldiği bu yıllarda sadece öyküler, şiirler yazmakla kalmadı, arkadaşlarıyla beraber Erek adlı bir de edebiyat dergisi çıkardı. O günleri, “Açlıktan nefesimiz kokuyordu, yazıyorduk yine de… Ekmek yemiyorduk ama dergi çıkarıyorduk,” diye anlatmıştı bir röportajında.

Edebiyat aşkı çok büyüktü. Derslerden fırsat buldukça arkadaşlarıyla bir araya geliyor, edebiyat üzerine konuşup birbirlerine yeni yazdıkları metinleri okuyorlardı. Hatta bu toplantılara zaman zaman Cemal Süreya gibi önemli isimler de katılıyordu.

Bir yandan Tıp Fakültesi’nde okurken bir yandan da harçlığını çıkarmak için oda arkadaşlarının yanında inşaata gidip amelelik yapıyordu. Okuldaki hocalarından biri bunu duyunca Fahrettin’e arka çıktı, madem çalışmak zorundasın, bari kendi alanında çalış, diyerek onu hasta bakıcı, asistan, iğneci şeklinde çeşitli işlere yollamaya başladı.

SİNEMANIN BÜYÜLÜ DÜNYASI

Fahrettin’in hayatını değiştiren ve sinemamıza büyük bir kahraman armağan eden olaysa Halit Refiğ’in yaptığı teklif üzerine gerçekleşti. Fahrettin yakışıklı, atletik yapılı bir gençti. Pekâlâ kamera karşısına yakışırdı. 1964’te gösterime giren "Gurbet Kuşları" gibi ikonik bir filmle sinema serüvenine başlayan Fahrettin Cüreklibatır, hem hayatını hem de ismini değiştirdi. Artık o Cüneyt Arkın’dı.

Kariyer planı ve ismi değişmişti ama bunca zaman yaşadıkları hâlâ yerli yerinde, hâlâ içindeydi. Bazıları gibi sonradan görme şöhret budalalarına asla benzemedi. Küçük bir köyden, yoksul bir aileden geldiği için kendini rolüne fazla kaptırıp, senaryoyu bir kenarı bırakarak ta yüreğinden oynadı bazen. Twitter hesabından yazdığı bir anısına göre, Gönül Yazar’la karşılıklı oynadığı bir aşk sahnesinde, fakirliği yüzünden aşağılanıp alaya maruz kaldı. Konuşma sırası kendine gelince açtı ağzını yumdu gözünü:

“Sahne, Gönül Yazar’ın ısrarlı sorunlarıyla başlıyordu. Ben az konuşan, asla kendini açık etmeyen bir kişiliktim. Ama bir yerde Gönül Yazar öylesine can evimden vuruyordu ki, ister istemez yaralı yüreğimi sonuna kadar açtım. O an aylarca süren bostan bekçiliğinde yaşadığım korkunç yalnızlık, dost köpeklerim, vefalı sıpam, asla genç kızlıklarını yaşayamayan ablalarım, elleri nasırlı anam, kamburu çıkmış babam, açlıklarımız, toprağı kazıp çıkardığımız acı köklerle karnımızı doyurmaya çalışmalarımız, cehalet, yoksulluk, çaresizlik, açlık işte bunları tek tek yaşayarak konuşmaya başladım. Senaryodan çıkmış artık düpedüz kendimi anlatıyordum. Çıt yoktu. Set etkilenmişti.”

Kayıt bitip Cüneyt Arkın bir kuytuya çekildiğinde rol arkadaşlarından Münir Özkul ağlamaklı bir halde gelip, “Kardeşim,” dedi. “Sen ne korkunç acılar çekmişsin, nasıl dayandın, nasıl yaşayabildin. Ben nasıl bir hayvanım ki, birazcık olsun sezmedim” şeklinde konuştu. Cüneyt de cevabını başını onun omzuna yaslayarak verdi...

'ASIL KAHRAMAN ALIN TERİDİR'

Cüneyt Arkın birkaç küçük rolün ardından pek çok aşk filminde boy göstermeye başladı. Devam eden yıllarda oynadığı filmler, “tarihî-fantastik” ve “polisiye” olarak kabaca iki ana başlık altında toplanmaya başlandı.

İlk başlıkta çocukluk kahramanları olan Battal Gazi, Kara Murat, Malkoçoğlu gibi karakterlere hayat vererek tek başına koca koca imparatorlukları dize getirdi, “Kahpe Bizans’ın yiğit güzelleri”ni sevdi ve hayatlarını birbirleri için feda eden nice dostlar edindi.

Polisiye filmlerinde ise katillerin, uyuşturucu satıcılarının, silah kaçakçılarının peşine düşerek pek çok gencin hayatını kurtardı. Ailevi değerlere aşırı vurgu yapılan bu tip filmler gençlere yönelik de uyarıcı mesajlar içeriyordu.

Bu iki ana grubun haricinde mafya babasını, dahası kanunsuz insanları canlandırdığı bazı filmlerde de boy gösterdi ama onu halkın kahramanı haline getiren şeylerden biri de toplumsal içerikli filmleriydi. "Yıkılmayan Adam", "Maden", "Vatandaş Rıza" gibi isimlere sahip olan bu filmlerde emek, alın teri öne çıkarılırken sömürü, işbirlikçiler, yozlaşmış insanlar çok yönlü olarak eleştirildi.

Kendisi de konuyla ilgili olan 'Benim Kahramanım Türk Halkıdır' adlı kitabında şöyle yazdı:

Benim Kahramanım Türk Halkıdır, Cüneyt Arkın, 152 syf., Kırmızı Kedi Yayınları, 2022.

“Bana diyorlar ki ‘Sen Malkoçoğlu’sun’. Kahraman.

Kahraman nedir ya? Vallahi, Türkiye’de evine alın teriyle, namusuyla ekmek götürüp ailesini doyuran her ana-baba kahramandır.  Bu çok önemli.”

'HİÇ UÇURTMASI OLMADI'

Hayatı bir Yeşilçam tarihi olan Cüneyt Arkın’ın sabaha karşı 85 yaşında vefat ettiği haberiyle derin bir üzüntü içine düştük. Yakınlarına baş sağlığı, tüm sevenlerine sabırlar dilerken yine aynı kitabında geçen kendi yazdığı bir şiirle yazıyı bitirelim:

BEN CÜNEYT ARKIN

Cüneyt Arkın
Erkek adam
1937’de doğdu
Hiç uçurtması olmadı

Sigaraydı gençliği
Hiçbir kadını sevmeden içti.
Senaryolar dışında
Pek konuşmadı.
Çocukları sevdi yalnız.
Burnundaki çilleri
Saya saya
Yıllar geçti.
Galiba evlendi
Aşksız.
1985’te öldü
Tam yüreğiyle
Tüfekleri vururken.
Ve de
“Nayır nolamaz” derken.
Ölüm sebebi
Reklam filmi çevirmekten.