Yerel seçim ve sosyalistler

Halkın özneleşeceği ve siyasal alana katılım yollarının geliştirileceği bir perspektifle yerel seçimlere yaklaşmak, mevcut konjonktürde sosyalistlerin izleyebileceği en doğru stratejik hat olacaktır.

Google Haberlere Abone ol

Burak Çetiner*

Seçimler Türkiye siyaset tarihinde her zaman belirleyici bir yerde oldu. Düzen partilerinin yer yer kendi ekonomik ve siyasal programlarını uygulamak için rıza devşirdiği yer yer de düzen içi rekabette karşı tarafın ayağını kaydırmak için kullandığı bir araç olarak karşımıza çıktı. Sosyalist hareket ise 100 yıllık cumhuriyet tarihinde seçimlerde birkaç istisna dışında (TİP 1965 seçimleri, 1979 Terzi Fikri, 2014 ve 2019 Ovacık-Dersim deneyimleri) önemli başarılar gösteremedi. Geçmişe dönük bu değerlendirmede sosyalist hareket adına iki temel taktik ön plana çıkıyor; ya başka bir partiyi destekleyerek “demokratik kazanımlar” elde etme yöntemi izlendi (ki bu parti genelde CHP ve türevleri olmuştur) ya da seçimlere tamamen kayıtsız kalındı. Bu noktada Kürt Özgürlük Hareketi’nin özellikle 2000’lerden sonra kazandığı yerel ve genel seçim başarılarını ayrı bir başlık olarak incelemek gerektiğini belirterek başka bir yazıya bırakalım.

Türkiye’de seçimlere katılım oranları dünya genelinde nadir görülen bir şekilde genellikle yüzde 80'ler civarında seyrederken özellikle 2016’dan itibaren OHAL uygulamalarının halkın siyasete katılım yollarını kapatmasıyla birlikte, seçimler işçi sınıfı için siyasete katılmanın tek ve en önemli aracı olarak görülür oldu. Muhalefetin 2023 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri'ndeki acı yenilgisine rağmen milletvekili seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) yaklaşık bir milyon oy alması ve Emek Özgürlük İttifakı'nın (EÖİ) toplam yüzde 10,5'lik oy oranı, sosyalist hareket açısından çeşitli potansiyeller barındırıyor.

SOSYALİSTLERİN YEREL SEÇİM PERSPEKTİFİ

Bu uzun ve tarihsel girişi yapmamın sebebi 3 ay gibi kısa bir süre kalan yerel seçimlere dair bir strateji tartışması yürütmek. Burada yerel seçimlerde sosyalistlerin çeşitli mevziler kazanmasına ve mevcut potansiyelini nasıl ilerletebileceğine dair bir tartışma açmak istiyorum. Fakat en baştan sosyalistlerin yerel seçimlerde belediye, belediye meclis üyeliği ya da muhtarlık “kazanmak” perspektifiyle sınırlı bir çalışma yürütmesinin en iyi ihtimalle siyasetsiz bir hatta savrulmasına yol açacağını vurgulamak gerekir.

Hem Türkiye’de hem dünya genelinde sol-sosyalist demokratik güçlerin ağır biçimde geriye çekildiği bir döneme tanıklık ediyoruz. Türkiye’de düzen içi partilerin son seçimlerde sergilediği politik pratik, geniş toplumsal kesimleri büyük bir demoralizasyon ile karşı karşıya bıraktı ve bu genel süreci Türkiye özelinde ağırlaştırmış oldu. Siyaset oldukça kısır biçimde sadece seçim sathına hapsedilirken değişim umudu kıyamet ve kurtuluş cenderesine sıkıştırılan sandık sonuçlarına havale edildi. Millet İttifakı’nın izlediği düzen içi muhalefet ve aritmetik hesaplarıyla izlenen yol, geniş halk kesimlerini özneleştirerek harekete geçirmek yerine tam tersi bir sonuca yol açtı. İşçi sınıfını edilgen ve siyaseten silahsızlaştırılmış bir noktaya getirdi.

Vurgulamak istediğim ilk nokta halkın siyasete katılımının engellenmesi; halkın özneleşmesinin önündeki en büyük engel olan bu mevcut durum, sosyalistler tarafından yaratıcı yöntemlerle kırılmak zorundadır. İşçi sınıfının örgütleri olan sendikalar, gençlik hareketi, kadın hareketi, LGBTİ+ hareketi gibi devrimci potansiyel taşıyan çeşitli toplumsal örgütlenmeler ve dayanışma ağlarının güçlendirilmesi bu amaç için gerekli ama yeterli olmayan ilk adımlardır. Ne var ki bu perspektif geçmişteki bütün iyi niyetli çaba ve deneyimlere rağmen bir veya birkaç belediye kazanılarak ya da sadece “sosyalist belediyecilik” anlayışı toplumsallaştırılarak bir başarıya ulaşamaz. Benzer bir şekilde belediye meclislerinde ya da muhtarlıklarda belirli mevziler elde etmekle sınırlı bir perspektif, siyaseten naifliğin de ötesinde dar grup çıkarlarını öncelemekten öteye gidemez. 14 ve 28 Mayıs seçimlerinden sonra geniş kitlelerde belirgin olarak hissedilen ve hatta sosyalist hareketin kadroları üzerinde bile belli bir yılgınlığa neden olan tablo, yani Saray Rejimi’nin seçimler yoluyla gücünü tahkim etmiş olması Türkiye siyaseti açısından böyle bir denklemi imkânsız kılıyor.

YERELLEŞME VE RE-ORGANİZASYON

Bütün bunlara rağmen başta ekonomik sorunlar olmak üzere ülkedeki adalet, eşitlik, özgürlük ve ulusal sorun gibi önemli başlıklar yerli yerinde duruyor ve düzen siyasetinin bu başlıklara dair tutarlı bir programının olmaması çelişkileri her geçen gün keskinleştiriyor. Peki sosyalistler böyle bir konjonktürde nasıl bir yerel seçim stratejisi izlemelidir? Bu soruya çok özet bir şekilde cevap vererek bu tartışmayı açmaya çalışacağım: Yerelleşme ve re-organizasyon.

Türkiye’de halkın seçimler yoluyla politizasyonu sosyalistler tarafından bir fırsat olarak değil, devletin zor ve rızaya dayalı çeşitli aygıtları aracılığıyla siyasete katılım yollarını engellemesinin olumsuz bir sonucu olarak algılanmalıdır. Bu olgu, sosyalistlerin en azından bir bölümünün geçmiş örneklerde izlediği bir taktik olarak seçimlere kayıtsızlıkla geçiştirilemez; hakeza, bu durumu verili kabul ederek buna adapte olmaya çalışan bir yaklaşımla da devrimci müdahalede bulunulamaz. O halde devrimci müdahalenin olanaklarını arayan sosyalistler için ilk yapılması gereken bakış açısını değiştirmek, bu kayıtsızlık-seçimcilik ikiliğinden kurtulmak ve uzun vadede stratejik bir yönelim geliştirmek olacaktır. Bu noktada da yerelleşme ve re-organizasyon perspektifi devreye giriyor.

SOSYALİST MUHALEFETİN POTANSİYELİ

Sosyalist hareketin son yıllarda erimekte olan tarihsel birikimine rağmen gerek EÖİ gibi geniş bir cephe olarak, gerekse TİP özelinde aldığı oy oranı göz önünde alınarak, yerel seçimlere dair stratejik bir perspektif geliştirme imkânı var. Muhtarlıklar, belediye meclis üyelikleri hatta görece küçük ilçe belediyeleri gibi kısmi başarılar sayılacak mevzileri yerel seçimler ile kazanmayı hedeflemekle sınırlı kalmamak, bu momenti işçi sınıfıyla organik bağların geliştirilebildiği, sınıf ve halk kesimleri ile kalıcı örgütlenmeler kurulabilecek bir siyasal hamle olarak görmek gerekir. TİP’in 2023 seçimlerinde ulaştığı görece başarılı sonuç ancak böyle bir perspektifle sosyalist hareketin bütünü için kalıcı bir etki yaratabilir. Böyle bir perspektifi hayata geçirmek için girmiş bulunduğumuz yerel seçim döneminde ister sosyal medya üzerinden olsun ister bire bir örgütlenme yöntemleriyle olsun yurttaşı seçmen olarak gören ve oy sayısını bir artırmaya çalışan bir yaklaşım ne yazık ki fazlasıyla yetersiz kalacaktır. Bunun ötesinde çalışma yapılan her bir yerelde, mahallede, ilçede yurttaşların farklı başlıklarda (ekonomi, sosyal haklar, özgürlük, adalet…) sorunlarının çözümleri için örgütlenme kanallarının yolunu açacak, o yerelin “doğal önderleri” haline gelecek parti kadrolarına ihtiyaç vardır. Bu kadrolar, “bize oy verirseniz sorunlarınız çözülür” demek yerine, o yereldeki sorunların çözümü için yaratıcı ve etkili örgütlenme yollarını yine o yerelin özgün koşullarına göre şekillendirecek bir siyaseti o alana taşıyabilecek nitelik kazanmalıdır. Başka bir deyişle seçimler yerelin mobilizasyonu ve kitlelerin siyasal öznelliğini tekrar kazanması için bir olanak olmalı, sosyalist kadrolar içinse bir eğitim işlevi görmelidir.

YEREL SEÇİMLER: RE-ORGANİZASYON İÇİN BİR OLANAK

Tam da bu noktada ikinci başlık olan re-organizasyon konusuna geliyoruz. OHAL’den bugüne sosyalist hareketin genelinde gerek nicelik gerekse nitelik açısından bir gerileme olduğu kimse için bir sır değil. Bu gerilemenin nedenlerini tartışmak bu yazının konusu olmasa da başta TİP olmak üzere bazı yapıların son dönemde kazandığı olumlu ivme bu yönelimi tersine döndürme adına belirli potansiyeller taşıyor. Her ne kadar yazı boyunca özellikle konumuz seçimler olduğunda nicelik yerine niteliğe vurgu yapmış olsak da sosyalistlere verilen oylar ve göreli üye artışı göz ardı edilemeyecek bir faktör. Ancak geçmiş deneyimlerin (özellikle ÖDP deneyimi) bize göstermiş olduğu gibi bu nicelik artışı niteliğe dönüştürülemediği oranda etkisizleşme ve düzen siyaseti tarafından soğrulma tehlikesini her zaman için barındırıyor. Tartışmayı ister istemez TİP üzerinden ilerletmiş olsam da bu nokta sosyalist hareketin bütünü için geçerli görülebilir. Tam da bu noktada yerel seçimleri bir örgütsel re-organizasyon olarak görme, kadroların bulunduğu/devindiği alanı daha iyi tanıyarak o alana siyaset taşıma konusunda yetkinleştirirken parti(leri)yle yeni bağ kurmuş üyeleri kolektif bir yapının parçası haline getirmek, bir bütün olarak üyelere “istihdam” alanı sağlamak bu re-organizasyon perspektifinin özünü oluşturuyor. Sosyalist partilerin kaçınılmaz olarak yaşadığı kadro-üye ikiliğini ve bürokratikleşmeyi kırmak ve bunun içinde her bir üyeyi yeteneğine göre işlevli kılacak re-organizasyonu gerçekleştirmesi seçim sonuçları kadar önemli.

Sonuç olarak sosyalist örgütler açısından yerel seçimler bir yerelleşme ve örgütsel re-organizasyon olarak görüldüğü oranda kalıcı mevziler yaratılabilir. Bu mevzilerin çeşitli düzen içi kazanımlarla taçlandırılması bir sorun teşkil etmemekle beraber tersi bir yaklaşım, yani stratejik perspektiften yoksun ve pragmatist hamlelerle elde edilecek kazanımlar çok yakın bir gelecekte sosyalist hareket için bugün olduğundan da daha geri bir pozisyona düşme tehlikesi barındırıyor. Lafı dolandırmadan söyleyecek olursak, halkın özneleşeceği ve siyasal alana katılım yollarının geliştirileceği/çeşitlendirileceği bir perspektifle yerel seçimlere yaklaşmak mevcut konjonktürde sosyalistlerin izleyebileceği en doğru stratejik hat olacaktır. Bu stratejik hattın öznesi de büyük umutlarla kurulan ancak seçim sürecinde iç tartışmalarla yaralar almış olan en geniş sosyalist cephe olarak Emek Özgürlük İttifakı ve onun bileşenleri olmalıdır.

 *Akademisyen