Yeni yılda lambadan bir cin çıksa da...
Her şey denemekle, ayaklarını suya, toprağa basmakla, bir insana dokunmakla, bir işin ucundan tutmakla başlıyor. Bir topluluğa katılmakla, dayanışmayla, örgütlenmeyle, direnmeyle gelişiyor her şey. Dünya o zaman küçülüyor. Biz o zaman büyüyoruz.
Bir yıl biterken, adeta bir genel kurul toplantısı gibi, olağan yıl sonu değerlendirmeleri, çalışma raporları ve dilek ve temenniler bölümüne geldi hayatın.
İnanarak ya da adettendir diyerek, bazen ya tutarsa diye ama her seferinde biraz umut ederek, biraz eğlenerek geçiriyoruz bu son kısımları.
Ciddiye almıyormuş gibi duruyoruz ama içimizden de inşallah diyoruz. Bu sefer olmayacak duaya amin demeyelim noolur diyoruz.
Tüm yılın kasvetine biraz su katıyoruz.
Öleceğini bilen tek canlı insan deniyor. Diğer canlılara sorulmuş da ‘’Biz bilmeyiz öyle şeyler’ mi demişler orası da ayrı konu. Bu bilginin bize hayatı anlamlandırma konusunda bir fark yaratacağı varsayılmış. Bir gün hepimiz öleceğiz tevekkülü değil de, ölümlüyüz öyleyse dibine kadar yaşayalım hırsı da değil de, geldik gidiyoruz, bari bir iz bırakalım şu dünyaya motivasyonu olmuş ölümlü olduğumuz bilgisi.
Maalesef o da kişiye göre, iyisiyle kötüsüyle… Aynı zamanda azıyla, çoğuyla da…
Küreselleşme ile ve dijital teknolojilerin de gelişmesiyle dünya küçük bir köye benzedi deniyor. Oysa dünya her zamankinden daha büyük, daha kalabalık, daha öngörülemez, bilinemez, daha karmaşık bir yer oldu. 2 kere 2’nin dört ettiği zamanlar çok geride kaldı. Aynı iki ile ikiyi toplasak bile aynı sonucu alamıyoruz.
Bilinemezliklerimiz arttı. Sağlık sorunlarımızı dile getirdiğimiz her seferde ilk öğüt “stresten kaçın” oluyor. Çünkü bilmemek, öngörememek kaygı yaratıyor.
Ama asıl kaygı, giderek daha büyük, daha da büyük olan bu dünyada kendimizi daha küçük görmeye başlamamız. Sorunu büyüttükçe biz küçülüyoruz. Hareket alanımız kısıtlıymış gibi geliyor, iz bırakmak bir yana hayatta kalmak bile bir beceriymiş gibi deneyimliyoruz her şeyi.
Yapacak bir şey yok, biz neyi değiştirebiliriz ki, böyle gelmiş böyle gider, karşımızdakiler çok güçlü…
Bunları duyuyor, bunları hissediyor, bunlarla yaşıyoruz. Gittikçe daha edilgen, daha güvensiz, daha içe kapanık insanlar oluyoruz.
Örgütlenme, birlikte hareket etme, direnme, dayanışma… Birer birer sözlüğümüzden çıkıyor sanki.
Geçmişin mitleştirilmiş deneyimleri var bir yanda da. Büyük işçi direnişleri, devrimci dalgalar, hak mücadeleleri, seçim kazanmalar, iktidar değiştirmeler…
Sığındığımız küçücük yerden bakarken bunları da gözümüzde büyütüyoruz ve yine yine küçülüyoruz.
Sanki o zamanlar sihirli bir değnek varmış gibi, sanki büyük bir lider, bir önder, devrimci bir savaşçı çıkmış, herkesi peşinden sürüklemiş ve büyük direnişler, ciddi hak kazanımları, devrimci dalgalanmalar yaşanmış gibi. Sanki o taşmalar, coşmalar adım adım örgütlenmemiş, o noktalara damlaya damlaya gelinmemiş gibi.
***
Genç adam karşıdan gelen polisleri görünce en yakın vitrine döndü yüzünü. Arkadaşıyla birlikte ayakkabılara baktılar bir süre, polislerin geçip gitmesini beklediler.
Polisler uzaklaşınca yollarına devam ettiler. Arkadaşı dalga geçti: Korktun oğlum basbayağı… Hemen de nasıl akıl ettin vitrine dönmeyi? İyi tırstın haa…
Korktum evet dedi genç adam yere bakarken. Herkes korkar. Önemli olan korkmamak değil, korkmana rağmen devam etmek. Sen korkmadın mı?
***
Yıllardır bu seçimde gidecekler deniyor ve gitmiyorlar. Yıllardır, bir şeyler bu sefer değişecek deniyor ama değişmiyor. Yıllardır iki kere ikiyi topluyoruz, dört edecek diyoruz ama iki bile etmiyor.
Hayatla yaşamak arasında şöyle bir fark var belki de; hayat işte doğmak, büyümek, yaşlanmak, yemek, içmek, biyolojik bir birey olarak var olmak… Yaşamak deneyimlemek oysa. Öğrenmek, gelişmek, belirsizlikleri deneyerek aşmak… Sosyolojik ve politik bir birey olarak da var olmak.
Suya atlar atlamaz yüzülmüyor, iki ayak üstünde durduktan sonra yürümek de zaman alıyor. Elimiz yanmadan sıcağı, burnumuz kızarmadan soğuğu bilemiyoruz. Bize gülümseyen birinin niyetini anlamamız için zaman gerekiyor. Kaç değişik şekilde aşık olunabildiğini bizzat kendimizden biliyoruz.
Her şey denemekle, ayaklarını suya, toprağa basmakla, bir insana dokunmakla, bir işin ucundan tutmakla başlıyor. Bir topluluğa katılmakla, dayanışmayla, örgütlenmeyle, direnmeyle gelişiyor her şey.
Dünya o zaman küçülüyor. Biz o zaman büyüyoruz.
Yeni bir yılda, lambadan cin çıksa da bir şeyleri değiştirebilme gücü istesek, özgüven, cesaret, inanç, umut…
Cüneyt Arkın sıkılmıştı, ya son jönlerimizin gerekçesi ne? 02 Şubat 2025
Sanki ilk kez böyle bir şey oluyor, öyle bir şaşkınlık! 26 Ocak 2025
Fakirler için tasarım dünyası: Ayçekirdeği soyacağı da yapmışlar ya 12 Ocak 2025
Elveda Lenin, asansör söyledi gittiğini... 05 Ocak 2025 YAZARIN TÜM YAZILARI