Yeni yıl, umut ve umutsuzluk

Neyi yitirmiştik ki arıyorduk? Ben yeni yıldan yeni bir şey beklemek yerine, eski şeyleri, yitirdiğimiz şeyleri bekliyorum, onları geri istiyorum. Çünkü onlar yarım kalmış, yeni başlanmış ya da sonuna yaklaşılmış şeylerdi. Yeni yıldan onları tamamlamamız için bize onları geri vermesini bekliyorum.

Google Haberlere Abone ol

Yeni yıldan “yeni” bir şey beklemiyorum. Eski şeyler bekliyorum. Örneğin bana gittikçe daha çok sorumluluk yükleyen bir hayat beklemiyorum, onun yerine çocukluğumun sorumsuz günlerini bekliyorum. Eğer yeni yıl benim bildiğim yeni yılsa, cehaletin, kabalığın, ahlaksızlığın egemenliğine tanıdığı ayrıcalıktan vazgeçer. Bunu mutlaka bekliyorum. Stephen Hawking’den okumuştum: Dünyamız “evren” denilen sonsuzluğun içinde, sayısız yıldızın bulunduğu samanyolu galaksisinde (yıldız kümesinde) yer alan sayısız güneş sisteminden birinde yer alıyormuş. Durum böyleyken, sayısı belli olan insan türünün kendinden başka üstün varlık tanımamaktan vazgeçmesini bekliyorum. İnsanların, hayvanları, bitkileri, ne bileyim katlanılmaz geceyi yaşanır yapan şu yasemin çiçeğini küçümsememesini bekliyorum. Biliyorum, yeni yıl benim annem-babam değil ama onların yapamayacağı şeyleri isterse yapabilir. Kim ki öğrendiği bütün mühendislik bilgilerini daha çok sayıda insan öldürmek için silah tasarlıyor, onu durdurabilir. Kim ki çocukların, kadınların, erkeklerin, yani yaşamaktan başka kaygısı olmayan insanların yaşamasını engelleyen kararlar alıyorsa, onu durdurabilir. Yeni yıl bunları yapabilir, bu yüzden bekliyorum. Bazı insanlar dağlara dokunmasınlar demiyorum, ormanlara dokunmasınlar demiyorum. Elbette insanların yararına olacaksa dokunsunlar ama dağların, ormanların dokusunu bozmadan yapsınlar bunu. Kötü niyetli olmasınlar. Ellerinde bulundurdukları siyasal, askeri ve yargısal güçlerini bu kötü niyetlerini gerçekleştirmek için kullanmasınlar. Eğer kullanırlarsa, yeni yıldan bu insanları en ağır biçimde cezalandırmasını bekliyorum. Bunu dağlar ve ormanlar adına bekliyorum, kendi adıma değil. Şu tepenin yamaçlarında otlanan dağ keçilerine bakın, nasıl da kulak kabarttılar, kendi adlarına da bunu istediğim için. Küçük taşlarda parçalana parçalana akan şu dereye bakın, nasıl şımardı, nasıl cesaretlendi, mutluluktan ilerdeki uçurumdan aşağı atlayıveriyor, yeni yıldan bunları istediğim için.

“Beklemek” fiili belki de en dramatik fiildir. Bu fiilin farklı çekimleri de öyledir: “Bekliyorum”, “bekliyorsun”, “bekleyecekler”, “beklemiştik”, “bekledi”, “beklenseydi”, “beklenmiş”…Hepsi de tek başına bile birer anlam tasarımları. Ben de örneğin 'Atların Uykusu' adlı kitabımda yer alan “Belirsizlikler” adlı şiirimin XVIII. numaralı bölümünü “bekliyordum” çekimi üzerine kurmuşum:

“ihanet günleriydi. seni bekliyordum erguvanların orda. bir bulut bekliyordu. şimdi sen bütün ışığı giyinmişsindir. denize doğru iniyorsundur. olsun, yine de şu taşların arasından bakan hindiba çiçeklerini dinle. beni dinle. ihanet günleriydi. ellerimizden vazgeçmemiz isteniyordu. bir gökyüzü kesitine razı olmamız, bir duayla yetinmemiz… oysa bu kadar güzelken sabah sisinden sıyrılıp gelen atlar, uzakta dinlenen adalar, altında oturduğumuz ağaçtan çitlembik düşüren kuşlar, parkta fotoğraf çektiren gelin ve damat, denizden çaldığı midyeyi kayalarda kırmaya çalışan karga, bu kadar güzelken ikindi vakti, bir yangın görüntüsüne alışmamız isteniyordu; bir kemik tasarımına inanmamız...

ihanet günleriydi. hayatımızın yasalarını yapanlar, gülün yasasını da yapmak istiyordu; göçmen kuşların da... akşam tarlalarında, ekinlerin arasında kaybolup giden bir yol gibi, kayboluyordu iyimserliğimiz. istasyonlarda, deri ve sarraf atölyelerinde, palan, kendir, çan ve üzerlik satan dükkanlarda dolaşıyorduk. neyi yitirmiştik ki, arıyorduk?”

.

Evet, neyi yitirmiştik ki arıyorduk? İşte ben yeni yıldan yeni bir şey beklemek yerine, eski şeyleri, yitirdiğimiz şeyleri bekliyorum, onları geri istiyorum. Çünkü onlar yarım kalmış, yeni başlanmış ya da sonuna yaklaşılmış şeylerdi. Yeni yıldan onları tamamlamamız için bize onları geri vermesini bekliyorum. Örneğin şehrimin güneşli sokaklarında, ıslığıma yerleştirdiğim bir türküyle hiçbir gelecek kaygısı duymadan, haksızlığa uğramış birisine, acı çeken birisine rastlamadan yürümek istiyorum. Göçmen kuşları çatılarımızdan kovan şeylerin gitmesini, göçmen kuşların geri gelmesini istiyorum. Bacalarımıza yuva yapmalarını, aramızda dolaşmalarını, bize unuttuğumuz o en insancıl duygu olan “güven”i hatırlatmalarını istiyorum. İşten dönen babalarımız akşamüstleri sokağın başında göründüğünde, bizi, sokak kedilerini, duvara tırmanan hanımelini, batmak üzere olan güneşi saran heyecanı istiyorum. Tam batmak üzere olan güneşin, eve yaklaşan babalarımızın yolunu nasıl aydınlattığını görmek istiyorum. Masum akşam yemeğine oturduğumuzda, komşu evden gelen çatal-kaşık seslerini duymak istiyorum. Akşam haberlerini büyük kaygılarla, gerilimle dinlemek, bizi üzen, vicdanımızı yaralayan şeylerden bahseden bir uğursuzluk olarak dinlemek istemiyorum.

Umutsuzca bakmayın öyle, eğer yeni yıl o yeni yılsa, benim beklediklerimi ve beklemediklerimi gerçekleştirir. Hem ben size “umut” tan söz etmedim ki! Eğer söz etseydim, siz de umutsuzluğun gerçekte umut olduğunu anlardınız ve kendi umutsuzluğunuzu daha sıkı sahiplenirdiniz. Çünkü gerçek umutsuzluk bir erdemdir. Umut ise verili dünyanın, bireyden önce kurulmuş olan “yapay” hayatın davranış biçimidir. İnsanı diğerleriyle istemediği ilişkiye zorlar. Toplumsal yaşamın kurumsallaşmış ilişkilerinden (devlet-aile-yurttaş ilişkileri) birtakım bencil çıkar beklentilerine sokar. Oysa umutsuzluk tekildir, organiktir, gerçektir ve gündüz aydınlığında durmaz, şimşek aydınlığında görünür. Umut, anonim ilişkilerle tanımlanabilir, sığdır. Umutsuzluk çoğuldur, insanı çoğaltır, derindir. Umut tanımlanamaz, umutsuzluk tanımlanabilir. Umut çizgiseldir, düzyazı dili gibi. Umutsuzluk döngüseldir, şiir dili gibi. Umutsuzluğun girdabında kaybolmayı göze alabilirseniz, sizi yeniden doğuran o beklentilerinizin meyveleriyle çıkıp gelmeyi de göze almışsınız demektir. Umut öyle bir yanılsamadır ki, bir süre sonra kendisi amacın yerine geçer ve sizi uyuşturur. Artık sadece umutlu olursunuz, o kadar. “Umut fakirin ekmeği…” sözünü hatırladınız mı?

Ben yeni yılda da umutsuz olmayı bekliyorum.