Yeni teknolojiler ve Çin’in demokrasi ve insan hakları zaafı

Batıdaki AGİT, AİHM, Avrupa Konseyi gibi örgütlenmelerin Doğu’da olmaması büyük bir eksiklik. Bu coğrafyada hâlâ içişlerine karışmama ilkesi gibi Soğuk Savaş dönemine ait arkaik dogmaların öne sürülmesi büyük bir talihsizlik. İnsan hakları ihlalleri ülkelerin içişleri sayılamaz. Batı bu konuları aştı. Doğu da aşacak. Uygur konusu da, Huawei’nin teknolojisi de Çin’in içişleri sayılamaz. Bunlar hepimizin, insanlığın meselesidir.

Google Haberlere Abone ol

Geçen hafta Asya-Pasifik bölgesindeki en önemli vukuat, Kuzey Kore İşçi Partisi Sekizinci Kongresi’nin kapanışından sonra başkent Pyongyang’da gerçekleştirilen dev askerî geçit töreni oldu. Lider Kim Jong Un, dedesi Kim Il Sung’un adını taşıyan meydanda, buz kesen karanlık bir gecede kaz adımlarıyla yürüyen askerlerini ve sıra sıra kamyonlar üzerinde sergilenen nükleer füzelerini coşkuyla alkışladı. Bir zamanlar Kremlin Sarayı’nın önünde Kızıl Meydan’da gerçekleştirilen askeri geçit törenlerini gölgede bırakan bu gövde gösterisinde uluslararası medya özellikle denizaltılardan atılan SLBM’lere (balistik füzeler) dikkat çekti. Uluslararası medya temsilcileri tabii ki orada değildi. Geçit töreninin sansür denetiminden geçen resimleri Kuzey Kore Merkezi Haber Ajansı KCNA tarafından servis edilmişti. Özenle hazırlanan bu masraflı gövde gösterisi 20 Ocak’ta Washington’da yemin ederek göreve başlayacak Joe Biden’a verilmiş “açık ve net bir mesaj” olarak algılandı: Kuzey Kore denizaltıları ve nükleer füze sistemleri her an göreve hazır. Yani Uzakdoğu cephesinde beklenmedik yeni bir durum yok.

Asya-Pasifik bölgesinin diğer dikkat çeken vukuatı ise Huawei telekomünikasyon şirketinden yapılan bir açıklamaydı. Huawei, Uygur Müslümanlarına karşı etnik ayrımcılık amacıyla da kullanabilecek tanıma teknolojisi için iki yıl önce yaptığı patent başvurusunda değişiklik yapılacağını, şirketin her türlü ayrımcılığa karşı olduğu açıkladı. Bu açıklama Huawei şirketinin, Çin Teknoloji Akademisi'yle birlikte geliştirdiği, kişilerin yürüyüş şekillerinden cinsiyetlerini, yaşlarını ve etnik özelliklerini belirleyebilen yeni teknoloji konusunda yaptığı patent başvurusuyla ilgiliydi. Çin istihbaratı ve askeri yapılanmasıyla içli dışlı olmakla suçlanan Huawei şirketinin, patent başvurusu yaptığı teknolojinin baskı altındaki Uygurlarla uzaktan yakından ilgisi olmadığını ısrarla iddia etmesine rağmen, Batı’dan gelen eleştirilere kulak vermek zorunda kaldığı anlaşılıyor. Huawei, Çin’de Uygurlara karşı etnik ayrımcılık amacıyla kullanılabilecek teknoloji geliştirmekle suçlanan yegâne şirket değil. Megvii, Sensetime ve Alibaba gibi teknoloji şirketleri de benzer suçlamalar ile karşılaşıyorlar. En son Alibaba, geliştirdiği algoritmaların bilgisi dışında bazı üçüncü şirketler tarafından etnik profil belirlemek için kullanılmasından dolayı rahatsızlık duyduğunu açıklamıştı. Bu arada Alibaba’nın eş-kurucusu Jack Ma’nın hâlâ ortaya çıkmadığını da hatırlatalım.

Çin’de yüz tanıma ve izleme teknolojileri yaygın bir şekilde kullanılıyor. Yüz tanıma teknolojileri özellikle Uygur Özerk Bölgesinin bulunduğu ülkenin batı kesimlerinde oldukça yaygın. Bu teknolojiler Batılı ülkelerde de yaygınlaşıyor. Huawei’nin teknolojisine yöneltilen eleştiri, ülkenin herhangi bir yerinde, mesela Şanghay’da sokakta yürüyen Uygur etnik grubuna mensup bir kişinin, çoğunluktaki Han etnik kimliğine mensup kişilerden ayrılarak teşhis edilebilmesi ve potansiyel suçlu gibi takip edilmesine imkân tanıması. Yıllar önce oğlum okumak için Fransa’ya gittiği ilk günlerde, esmer olması sebebiyle polis tarafından metrodan indirilip herkesin önünde suçlu gibi aranmıştı. Oğlum daha 19 yaşında yaşadığı bu çirkin ayrımcılığı hiç unutmadı. Çinli şirketlerin teknolojilerinin Fransız polisinin haksız ve ayrımcı uygulamasından özde bir farkı yok. Belli gruplara karşı topyekûn kullanılabilmesi nedeniyle çok daha sakıncalı. Mesele teknolojinin kendisinde değil, kötü amaçla kullanılmasında. Eğer izleme ve tanıma teknolojileri kamunun yararına olacak şekilde, kişilerin bilgisi dahilinde, rızaları alınarak, şeffaf olarak uygulanıyorsa sorun yok. Güney Kore’nin Covid-19 salgınında başarıyla kullandığı şeffaf elektronik takip ve izleme yöntemleri bu alanda olumlu uygulamalara örnek gösterilebilir.

Ancak bu teknolojiler suç işleme potansiyeli bulunduğu iddia edilen belli gruplara karşı ayrımcılık ve baskı amacıyla kullanılıyorsa, burada ciddi bir sorun var demektir. Huawei ve diğer Çinli şirketler geliştirdikleri teknolojilerin etnik ayrımcılık için kullanılmayacağı konusunda ne kadar güvence verirlerse versinler, artık “cin şişeden çıktı” ve onu bir daha şişeye sokmak mümkün olmayacak. Sorun sadece Çin'le sınırlı değil. Mevcut teknolojilerle her ülkede farklı gruplara karşı ayrımcı uygulamalara olanak sağlayacak profiller oluşturulabilir: Genç-yaşlı, çocuk-yetişkin, kadın-erkek, köylü-kentli, beyaz yakalı-mavi yakalı, esmer-sarışın, beyaz-siyahi, beyaz-Asyalı, başı açık-başı örtülü, laik-dindar, modern-muhafazakâr vb. Zurnanın zırt dediği yer demokrasi. Demokrasi, denge-denetim mekanizmaları ve şeffaflık olmazsa, bu teknolojiler kötü niyetli yönetimlerin elinde tehlikeli silahlar haline gelecek.

Hepimiz Twitter, Facebook gibi ABD devlerinin Donald Trump’ın kutuplaşmayı ve çatışmayı körükleyen mesajlarını durdurmak için hesaplarını kapatmasına sevindik. Ancak ABD’li şirketler bunu demokratik değerlere çok da saygılı olduklarından yapmadılar. Öyle olsaydı Trump’a ve ırkçı saldırganlığa karşı çok önceden daha kararlı tavırlar sergilemeleri gerekirdi. Bu şirketlerin hepsi kâr maksimizasyonu için çalışıyorlar. Kişisel verilerimizi toplamak, tercihlerimize göre profillerimizi belirleyip bunları pazarlama amacıyla kullanmak esas işleri. Bu şirketler ziyaret ettiğimiz web sayfalarından ve tıkladığımız haberlerden vs. artık ne istediğimizi, neden hoşlandığımızı öngörebiliyor. WhatsApp’ın yeni güvenlik protokolü de aynı amaca hizmet edecek. Ellerindeki birikmiş ve analiz edilmiş veriler büyük bir koz. Teknoloji yakında gözbebeğimizden, cildimizdeki ısı değişikliklerinden, hareketlerimizden, vücut dilimizden vs. bizi bizden daha iyi tanıyor hale gelecek. Büyük ağabey bizi sadece izlemeyecek, davranış ve kararlarımızı da belirleyecek. Hem de sandığımızdan çok daha kısa sürede.

Her bir ülkenin tek tek uluslararası teknoloji devleriyle başa çıkması olanaksız. Bu konuda genel değerlerin ve bağlayıcı kuralların uluslararası işbirliği içinde belirlenmesi lazım. Dünya ulusları iklim değişikliği sorununu yıllarca müzakere ettikten sonra ancak asgari müştereklerde anlaşabilmişti. Bu anlaşmaya ilk ihanet eden popülist Trump yönetimi oldu. Özel veya kamuya ait enformasyon teknolojisi şirketlerinin uluslararası değerlere saygılı olarak sorumlu şekilde faaliyet göstermelerini sağlamak hayli zor olacak. Bu konuda Batı ile Çin arasında ciddi görüş ayrılıkları var. Kaba hatlarıyla Çin ulusal denetim kriterleri empoze etmek isterken, Batı özgürlüklerin muhafaza edilmesinden yana tavır alıyor.

ABD’li şirketler Trump’a karşı engellemeleri ancak Kongre baskınının akabinde kamuoyundan gelen büyük tepkilerden sonra gerçekleştirebildiler. Demokrasinin, özgürlüklerin ve örgütlü kamuoyunun gücü ve işlevselliği burada anlaşılıyor. Çinli şirketler geliştirdikleri algoritmaları, sıkı denetim ve baskı altındaki iç kamuoyunun sessizliğine karşı, uluslararası toplumdan gelen kararlı tepkilerden sonra değiştirme yoluna gidiyorlar. Uluslararası özgür medyanın, hükümetdışı örgütlerin demokratik tepkilerinin ve dünyadaki tüm otokratik eğilimlere rağmen, evrensel değerlerin varlığının önemi burada daha iyi ortaya çıkıyor.

Maalesef Uygurlar konusunda Türkiye’den yeterince tepki gelmiyor. Bu konunun Çin özelini ve dar ideolojik kalıpları aşan boyutları var. Birkaç gün önce muhalif kanallardan birinde Huawei konusu bağlamında, Çin’e Amerika’dan algı operasyonu yapıldığı, Uygurlar konusunun abartıldığı, Sinovac aşısı konusunda da Çin’e haksız eleştiriler yöneltildiği konuşmacılar tarafından ifade edildi. Acaba öyle mi? Uygur kökenli İslamcı teröristlerin Suriye’de kanlı eylemler yaptıkları kuşkusuz. Bunların Çin’deki uzantılarının da zaman zaman terör eylemleri gerçekleştirdikleri tartışılmaz. Ancak bunlar Müslüman Uygurları topluca terörist yapmaz. 10 milyonu aşkın nüfusa sahip bir etnik grubun topluca cezalandırılmasını haklı çıkarmaz. Sincan’da nüfusun en az yüzde 10'unun toplama kamplarında zorunlu olarak çalıştırıldığı ve endoktrinasyona tabi tutulduğu, çocukların ebeveynlerden ayrılarak hâkim Han kültürüyle eğitildiği, kadınların kısırlaştırıldığı ve Sincan’daki ölüm oranlarının Çin genelinin çok daha üzerine çıktığı iddia ediliyor. Bunların doğru olup olmadığı ancak bağımsız gözlemciler bölgeyi serbestçe ziyaret edebilirlerse ortaya çıkabilir. Çin yönetiminin bağımsız gözlemcilere böyle bir imkân tanıdığını ben duymadım. Bölgeden gelen kısıtlı bilgiler hiç de iç açıcı değil. Huawei haberi meseleye tuz biber ekmişken, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak, eski ideolojik reflekslerle konuya yaklaşmak doğru olmaz. Batıdaki AGİT, AİHM, Avrupa Konseyi gibi örgütlenmelerin Doğu’da olmaması bu bakımdan büyük bir eksiklik. Bu coğrafyada hâlâ içişlerine karışmama ilkesi gibi Soğuk Savaş dönemine ait arkaik dogmaların öne sürülmesi büyük bir talihsizlik. İnsan hakları ihlalleri ülkelerin içişleri sayılamaz. Batı bu konuları aştı. Doğu da aşacak. Uygur konusu da, Huawei’nin teknolojisi de Çin’in içişleri sayılamaz. Bunlar hepimizin, insanlığın meselesidir.

Kendi ülkemizde görmek istediğimiz özgürlükleri tavizsiz olarak başka ülkelerde de görmek istemek demokrat olmanın temel bir kriteridir. Bu konuda Çin’in özel bir konumu ve sorumluluğu var. Çin artık ABD’nin küresel rakibi haline gelmiştir. ABD kendi demokrasi sorunlarıyla boğuşurken, Çin’in attığı her adımın dünyada barış, refah ve özgürlükler üzerinde doğrudan etkisi olacaktır. Çin’de etnik ve kişisel özgürlüklerin önündeki engellerin kalkması bu ülkeyi zaafa uğratmayacak, aksine güçlendirecek ve küresel itibarını arttıracaktır. Evrensel değerler tektir. Değerlerin Batılı, Doğulu gibi aidiyetleri yoktur, olamaz. Bugün Güney Kore ve Japonya demokrasi ve toplumsal özgürlükler bakımından birçok “Batılı” ülkeden daha batılıdır. Hiçbir ülkenin hızlı kalkınma, iç istikrar ve toprak bütünlüğü gibi gerekçelerle kendi halkını çağdaş özgürlüklerden, demokrasiden ve temel haklardan mahrum etmeye hakkı yoktur. Ben daha önceki bir yazımda da ifade ettiğim gibi, ABD ve Çin arasındaki küresel rekabetin bir soğuk savaşa dönüşmeyeceğini düşünenlerdenim. Umarım bu öngörüm doğru çıkar.

*Emekli Büyükelçi