YAZARLAR

Yeni devlet hayırlı uğurlu olsun!

“Önünde devlet, arkasında millet” olan yeni bir yönetim bu, devlet dedikleri Devlet Bahçeli, millet dedikleri de Cumhurbaşkanının şahsı; “organik lider, milletle özdeşleşmiş kişi.” O nedenle bir kanun, (İstanbul Sözleşmesi) bir emirle kalkabilir; o kalktıysa mesela Medeni Kanun da bir kanun olarak artık iki dudak arasındadır.

Reform alametlerinde zirve haftasıydı, ama bunlar daha iyi günlerimiz. Kasım ayında, cumhurbaşkanının “adalette reform” dedikten hemen sonra başlayan hamleler serisini kısaca özetleyelim:

Bir gecede 101 Kürt gözaltına alındı. Ama zaten önceki gece de çok sayıda kişi alınmıştı, sonraki gece de. O gün değilse önceki gün ya da sonraki gün bir erkek bir kadını öldürdü.

Boğaziçi’ne kapıcı, pardon, rektör atandı. İtiraz eden genç yurttaşların kapıları ve duvarları kırıldı. Üniversitenin kapısına polis zincir taktı.
O gün değilse önceki gün ya da sonraki gün bir erkek bir kadını öldürdü. Bazı günler iki, bazı günler üç kadın öldürüldü.

8 Mart eylemlerine gidenler gözaltına alındı. Eylemden ayrılanlar gözaltına alındı. Eylemdekiler gece evleri basılarak göz altına alındı. Zıplamışlardı çünkü, hem de ritmik olarak. LGBTİ+ kişi ve grupların kullandığı renkler, feministlerin amblem, döviz ve pankartları yasak denildi. Zaten kendileri de yasaktı. Hatta yasaklı örgüttü.

Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliği düşürüldü; çıplak arama var demişti, zinhar yalandı. Yok yalan değildi ama İsrail bile yapıyordu.

HDP’ye kapatma davası açıldı; artık yaşamayanlar dahil yüzlerce kişi sanık yapıldı, beraat ettikleri dosyalar bile suç delili sayıldı. İktidar partisinden olmayan bütün Kürtlere kapatma davası açmak zor ama bir yerden de başlamak lazım.

Gezi Parkı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden alınıp Vakıflar’a bağlandı. Henüz İstanbul’u İBB’den alıp bir yere bağlamak zor, çok büyük çünkü, ama bir yerden de başlamak lazım.

İnsan Hakları Derneği Başkanı Öztürk Türkdoğan gözaltına alındı; Türkdoğan, Adalet Bakanlığının reform hazırlamak için kapısını çalıp görüş aldığı kişilerden biriydi, herhalde doğru yoldayız değil mi diye sormak için aldı İçişleri Bakanlığı.

Meclis kararıyla imzalanmış uluslararası anlaşmadan Cumhurbaşkanı emriyle çıkıldı. Meclis dediğin ne ki, artık sadece içinde Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun yaşadığı antika bir mekan, onu da Vakıflara bağlamanın zamanı geldi de geçiyor.

Merkez Bankası Başkanı’nı görevden almayı saymıyorum, öyle bir başkan gerçekte yok çünkü.

Ne oluyor? Seçim için? İktidarı elde tutmak için? Muhalefeti sıkıştırmak için? Ortağı memnun etmek için? Hepsinden bir parça ama en önemlisi bunların hiçbiri değil: Yeni bir devlet kuruluyor, o devletin ilkelerini, kurumlarını, yönetim anlayışını, ideolojisini, siyasetini görüyoruz.

Bu devlette artık “insan hakları” demek, devleti yönetenlerin istediğini yapma hakkı demek; sadece onlar ve onların “insan” dedikleri insan olarak kabul edilecek çünkü.

Bu devlette “siyaset” demek, devleti yönetenlerin söz, karar ve eylemlerine katılma demek, yönetenler kabul ederse tabii. İtiraz edene, “devletin yanında olmadı” diye dava açarlar, HDP iddianamesinde yazdığı gibi.

Bu devlette artık yurttaş diye bir şey yok, olmayınca yurttaşın itiraz etme ve sorgulama hakkı hiç olmaz, olmayınca milletvekiline de ihtiyaç olmaz. Olsaydı yargılanan Gergerlioğlu değil başkası olurdu. Zaten zıplamanın suç delili olduğu yerde ne yurttaşı, kul bile var mıdır kuşkulu.

Bu devlette artık kadınlar kağıt üzerinde bile eşit değil. Erkeklerden daha az öldürüldüklerine göre oturup sıralarının gelmesini beklemeliler. Bu devlette Kürtler sadece sarı-kırmızı-yeşil renkleri tehlikeli hale getirmişti, LGBTİ+ ile bütün gökkuşağı renkleri artık tehlikeli, irtibatlı, iltisaklı, yasaklı.

“Laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti” zaten doğru değildi, ne laikti, ne demokratikti, ne sosyaldi ne de hukuk devletiydi; ama artık bunlar yazıya geçirilmiş iddialar olarak bile tamamen yalan. Yeni devlet başka bir kavram setiyle satıyor artık kendisini.

“Önünde devlet, arkasında millet” olan yeni bir yönetim bu, devlet dedikleri Devlet Bahçeli, millet dedikleri de Cumhurbaşkanının şahsı; başdanışman Mehmet Uçum’un tabiriyle, “organik lider, milletle özdeşleşmiş kişi.” O nedenle bir kanun, (İstanbul Sözleşmesi) bir emirle kalkabilir; o kalktıysa mesela Medeni Kanun da bir kanun olarak artık iki dudak arasında diye anlamalıyız. Ayasofya’da kılıç gösterildikten sonra imam ikide bir boşuna konuşmuyordur. Yeni devlette hiçbir görevli boşuna konuşmaz, imam da mafya babası da.

Ceza Kanunu zaten “Cumhurbaşkanına hakaret” maddesinden ibaret uzun süredir; iki dudağınızın arasından çıkanlara dikkat edin diyor madde, devletten ve milletten yana ise sorun yok ama değilse ölseniz bile yargılanırsınız; altı oyunuz da olsa, altı milyon oyunuz da olsa, on altı milyon oyunuz da olsa fark etmez. Yakında Meclis’e, mahkemelere, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” lafı yerine, “Lanet olsun oylarına” yazılırsa şaşırmayalım.

Görünüşe göre siyaset, bu gidişata muhalefet olarak “Ama bunlar doğru şeyler değil” açıklamalarından başka bir yol arama niyetinde değil, Gergerlioğlu hariç.

NOT:

İstanbul Sözleşmesi, hâlâ yürürlükte elbette. Meclis yasa yapana kadar öyle kalacak. Fakat önemi var mı? Teknik olarak hâlâ bir anayasa da var yürürlükte, uyan, duyan var mı?