Yeni bir okur tahayyül etmek: Orhan Pamuk Üzerine Üç Deneme
Orhan Koçak'ın "Okur Değiştirmek: Orhan Pamuk Üzerine Üç Deneme" adlı kitabı Everest Yayınları tarafından yayımlandı.
Orhan Koçak’ın geçtiğimiz günlerde yayımlanan yeni kitabı Okur Değiştirmek: Orhan Pamuk Üzerine Üç Deneme, Koçak’ın Pamuk edebiyatına yaklaşımını ve okurun günümüz edebiyatındaki konumunu farklı açılardan değerlendiren bir metin. Okur Değiştirmek, gerek Koçak’ın Pamuk’a dair yürüttüğü çalışmaların bütünlüklü bir çıktısı olması, gerekse Pamuk edebiyatına dair yeni açılımlar geliştirmesi bakımından özel bir yayın olarak değerlendirilebilir.

Çağdaş Türk edebiyatının başat yazarlarından biri olarak ön plana çıkan Orhan Pamuk, gerek kurguladığı kurmaca dünyalar gerekse okurla kurduğu bağ itibariyle farklı açılımlar etrafında değerlendirilmeye uygun bir yazar olarak düşünülebilir. Birçok romanında okuru salt bir “izleyici” olarak konumlandırmakla kalmayan, onu da işin içerisine, anlatıya dâhil etmek için farklı teknikler deneyen yazar, böylelikle “klasik” anlatı formlarına müdahale etmekten de geri durmaz. Yeni Hayat, Benim Adım Kırmızı, Kara Kitap, Masumiyet Müzesi, Kafamda Bir Tuhaflık gibi romanlar bu bağlamda geçmişten günümüze Pamuk’un farklı teknik ve yapıları denediği/değerlendirdiği başat metinler olarak kabul edilebilir.
Okur Değiştirmek: Orhan Pamuk Üzerine Üç Deneme, Orhan Koçak’ın Pamuk edebiyatına dair ürettiği metinleri bir araya getirirken “okur” meselesinin günümüz yazınında ne derece önemli bir yerde durduğunu da gözler önüne serer. Merkezinde Orhan Pamuk’un üç özel romanının, Kara Kitap, Yeni Hayat ve Masumiyet Müzesi’nin yer aldığı bu girişim, bir yazarın okurla ne derece ve nasıl bir ilişki geliştirebileceğini de gözler önüne serer. Romanlarında çoğu zaman okur ile diyalog hâlinde olmayı, kimi durumlarda onu da anlatının bir parçası hâline getirmeye özen gösteren Pamuk için bu durum, üzerine düşünmeye ve konuşmaya değer bir konudur.
Özellikle çağdaş edebiyatta yazar ile okur arasındaki diyalogun çoğu zaman girift bir hâl aldığı, rollerin ve rol dağılımlarının sıklıkla yer değiştirdiği ifade edilebilir. Geçmişin klasik anlatıcısı ile sıradan okurunu saf dışı bırakan bu durum, zamanla yerini yeni türden bir anlatıcı ve okur beklentisine iter. Anlatıcıyla okuru ortak bir paydada buluşturan bu çok yönlü yaklaşım, çoğu durumda söz konusu bu iki unsuru birbirinden ayırmanın yahut onlar arasındaki sınırları net bir şekilde görmenin mümkün olmadığı bir yapıyı beraberinde getirir. Georges Perec, W.G. Sebald, Jorge Luis Borges, Umberto Eco gibi yazarlar üzerinden gelişen ve bugün için artık çok farklı örneklemelerin söz konusu edilebileceği bu durum, Orhan Pamuk edebiyatında da kendisini gösterir.
Orhan Pamuk için edebiyat hiçbir zaman salt yazının kendisi olmaz, işin içerisine farklı yaklaşım ve denemeleri dâhil eder. Pamuk’un birçok girişimi bu anlamda ilham verici ve dikkat uyandırıcıdır. Sözgelimi Masumiyet Müzesi’nin yazımı, ardından kitabın müzeye dönüşme ve müze fikrini beraberinde getirme süreci bu duruma başat bir örnek olarak kabul edilebilir. Benzer şekilde Pamuk’un notlarından, karalama ve eskizlerinden yola çıkarak kurgulanan Uzak Dağlar ve Hatıralar gibi metinler, içerisinde yazarın edebi serüvenine olduğu kadar kendisine dair de birçok şey barındırır. Turuncu ve Balkon gibi kitaplar/kataloglar ise Pamuk’un diğer disiplinlerle kurduğu bağı ön plana çıkarır. Söz konusu bütün bu girişimler, Orhan Pamuk’un ne derece multidisipliner çalışan bir yazar olduğunu vurgularken onun metin ve onun alımlanmasına dair ne derece yoğun bir çalışma yürüttüğünü, yürütmüş olabileceğini tartışmaya açar. İşte Orhan Koçak, tam da bu noktadan hareketle Pamuk’un çok yönlü bir yazar olarak anlatıcıyla okur arasında farklı türden dengeler gözettiğini, bunu yaparken nasıl bir süreklilik düşüncesiyle hareket ettiğini görünür kılar.
Orhan Pamuk edebiyatında okur meselesini tartışmaya açan Orhan Koçak, 1970’li yıllardan sonra (modernizm sonrası) bütün bir dünyanın içerisinde bulunduğu durumu ve gelişmeleri mercek altına alır. Modernizm sonrası sanatta ve edebiyatta anlatıcıya/izleyiciye/okura dair yeni açılımlar geliştiren sanatçılar ön plana çıkarken bu yaklaşım zamanla yeni tartışmaları da beraberinde getirir. Bertol Brecht’in tiyatroda yaptığına benzer bir süreç, zamanla diğer disiplinleri de etkisi altına alır. Edebiyat da bu süreçten doğrudan ve çok yönlü olarak etkilenir.
Okuru artık aktif bir katılımcı olarak gören ve metnin, metnin çözümlenme sürecinin bir parçası olarak kabul eden “yeni” edebiyat, yazarları da bu yönde teşvik eder. Okuru salt metinlerden, metnin birer parçası olan cümle ve sözcüklerden ibaret olma durumundan kurtaran/uzaklaştıran bu tavır, yazarlara yeni perspektifler sunar. İlk romanı Cevdet Bey ve Oğulları’ndan itibaren farklı tür edebiyat arzusuyla hareket eden Orhan Pamuk için de bu durum son derece kışkırtıcıdır. Denemelerinde Pamuk edebiyatını farklı açılardan değerlendirmeye özen gösteren Orhan Koçak, özellikle Kara Kitap ile başlayan süreçte Pamuk’un farklı bir düzlem üzerinden hareket ettiğini belirtir. Onun için Kara Kitap bir başlangıç noktası olmakla birlikte okurla iletişimini/etkileşimini de yeniden değerlendirdiği, tartışmaya açtığı esas bir metindir. Öyle ki roman boyunca metnin ana kahramanı Galip, Rüya ve Celâl’in peşinde oradan oraya sürüklenirken okur da onunla beraber bu gizemi çözmeye, hikâyenin merkezinde yer alan esrarı aydınlatmaya çalışır. Anlatıcı, tıpkı okur gibi bitimsiz bir araştırma ve eşeleme sürecinin içerisindedir. Yazarın tercih ettiği bu tutum, bir süre sonra okuru da metnin içerisine dâhil eder roman boyunca okur, tıpkı Galip, Rüya, Celâl gibi kitabın bir parçası hâline gelir. İki koldan akan romanda Galip bir yandan hikâyeyi şekillendirirken Celâl’in makaleleri, okura anlatıya dair yeni açılımlar sunar. Böylelikle iki uçta gelişen, okuru da metne daha da yakınlaştıran bir yapı gelişir.
Hikâyenin oldukça ritmik ve çok sesli bir şekilde gelişip sönümlendiği Yeni Hayat, Orhan Pamuk edebiyatındaki özel duraklardan bir diğeri olarak görülebilir. Anlatıcının peşinde yine oldukça tempolu ve hararetli bir koşunun içerisine atlayan okuyucu, onunla beraber bir otobüsten diğerine atlar; hayata, sanata, aşka, zamana dair özel bir soruşturmanın içerisine çekilir. “Bir yandan Hayat’ın, Eşsiz Anlar’ın, Ölüm’ün, Yazı’nın, Kaza’nın sırlarına, bir yandan da çocukluğun resimli romanlarına, bir belirip bir kaybolan arzu meleğine ve Dante’nin, Rilke’nin şiirlerine açılan” roman, okurun bir romanda kendisine ne derece özerk bir alan inşa edebileceğini gösterir. Hep bir “yolda olma hâli” üzerinden hareket eden roman, nihayetinde onca yerde duraksadıktan sonra okuru hiç tahmin edemeyeceği bir durakta bırakıverir. Anlatıcının roman boyunca çizdiği ve okuru da beraberinde sürüklediği bu daire, okuru sürüklediği açmazlarla da giderek derinleşir.
Masumiyet Müzesi, Pamuk edebiyatındaki en uç noktalardan biri olarak kabul edilebilir. Bir müze fikrinin verimi olarak beliren kitap, gerek içeriği gerekse edebiyatın diğer disiplinlerle, kurmacanın gerçek hayatla ne tür ve nasıl bağlar kurabileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Merkezinde Kemal’in Fisun’a olan “aşk”ının yer aldığı roman, aşka, saplantılara, arzulara, fetişe, kırılganlıklara dair bir metin olarak dikkat çeker.
Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi’nde bir “biriktirme arzusu/fetişi” üzerinden hareket ederken okuru da bu sürecin parçası kılar. Kemal ile birlikte hemen her sayfada anı koleksiyonuna yeni bir parça dâhil eden okur, zamanla belleğini bir anı mezarlığına dönüştürür. Bu tutum, okur için hafızanın ne derece önemli olduğunun altını çizerken yazar ve anlatıcının da bu süreçte okuru nasıl manipüle edebileceğini, hikâyenin nasıl farklı biçimlerde şekillendirilebileceğini gösterir. Çok geçmeden Kemal ve onun anlaması güç tavırları okura kendisini kabul ettirirken hikâyeye dair yeni açılımları da beraberinde getirir.
Edebiyatı aynı zamanda bir yapboz olarak kabul eden ve bu düşünce üzerinden hareket eden Pamuk için yapı bozumu/sökümü önemli bir başlık olarak belirir. Anlatıcının zihnindeki karmaşa çoğu zaman okura da yansır ve bu durum anlatıyı hem derinleştirir hem de meseleyi daha çetrefilli bir hâle getirir. Bir yandan anlatıların merkezinde yer alan anlatıcılara yeni misyonlar yükleyen yazar diğer yandan okuru da bu isteğe göre yeniden tanımlar ve ondan yeni taleplerde bulunur. Anlatıcıyla okuru hep farklı düzlemlerde karşı karşıya getiren bu durum, kendisini hikâyenin gelişim sürecinde de gösterir. Orhan Pamuk edebiyatında bu durumun başat bir öğe olduğunu ileri süren Koçak, okurun yeniden inşa edilme sürecinin söz konusu bu metinlerdeki başat fikirlerden biri olduğunu vurgular.
Orhan Koçak, Orhan Pamuk edebiyatında “anlatıcı” ve “okur” meselesine odaklandığı yeni kitabı Okur Değiştirmek’te merkezine aldığı üç Pamuk romanı üzerinden özel bir ilişkinin peşinden gider. Okurun toplumsal, kültürel ve bireysel bağlamlar etrafında geçmişten günümüze sürekli farklı kimlikler etrafında ele alındığını vurgulayan Koçak, bugünün edebiyatının kişiye sürekli yeni talepler geldiğinin altını çizer.