YAZARLAR

Yeni bir faşist dalgaya doğru

Faşist sistemler gündelik hayatın farklı alanlarını bir tehdit unsuru olarak tanımlayarak güç kullanımının meşruiyet zeminini genişletir. Sistem karşıtlığı, devletin varlığını ya da bütünlüğünü tehdit, genişletilmiş terör tanımları, toplumsal hareketler bu genişleyen meşru güç kullanım alanının hedefi olur.

Aynı anda farklı coğrafyalarda siyasi rejimlerin otoriterleşmesine, antidemokratik uygulamaları hayata geçirdiğine veya demokratik mekanizmaları antidemokratik politikalar için araçsallaştırdığına tanık oluyoruz. Bu benzer eğilimlerin öne çıkan ortak noktası, demokratik prensiplerin sağlayacağı meşruiyete ihtiyaç duymamaları, toplumsal tepkilere ve muhalefete kulak asmamaları. Uzun bir zamandır sağ popülizm, lider kültü, otoriter kapitalizm, rekabetçi otoriterlik ve son zamanlarda aşırı-sağ olarak tanımladığımız bu süreçler, hedef kitleleri, bu kitlelere yönelik söylemleri ve öne çıkardıkları politika alanları ile faşizmin ne kadar uzağına düşüyor? Yirminci yüzyıla damgasını vuran en önemli ideolojilerden ve siyasi rejimlerden biri olan faşizm, gerçekten de hatırlamak istemediğimiz geçmişe ait ve bir daha geri gelmeyecek bir siyasi leke mi, yoksa yaşadığımız çağın dinamiklerini değerlendirirken umudumuzun algımızı bulandırmasına izin veriyor, “Yok canım, o kadar da değil.” diyerek kendimizi telkin mi ediyoruz? İkinci Dünya Savaşı’nda yaşananlar “Bir daha asla!” dedirtse de devamında Bosna’da, Kosova’da, Ruanda’da, Filistin’de ve daha birçok yerde yaşananlar insanlığın tarihten ders çıkarmadığının kanıtı oldu. Faşizm söz konusu olunca neden farklı olsun?

FAŞİST BİR SİSTEMİ TANIMLAMANIN ZORLUKLARI

Faşizm ya da herhangi bir siyasi sistem söz konusu olduğunda tarihsel ve toplumsal çeşitliliği göz ardı eden evrensel bir tanımda uzlaşmak oldukça zordur. Sosyal bilimlerde evrensel tanımların, meta anlatıların ve benzeri özcü yaklaşımların geride kaldığı düşünülürse burada basit bir kitap tanımı yerine faşist sistemlerin işleyiş biçimlerine, söylemlerine, politikalarına, rakipleriyle ve halkla nasıl bağ kurduklarına odaklanmak daha açıklayıcı olur. Böylece zaman ve mekân değişse de aslında belli ilişkilerin, belli düşünsel bağların kalıcılığı da öne çıkar. Basitçe milliyetçilik ve/veya muhafazakarlıkla açıklanamayacak faşist sistemler bunları kullansa da bunlardan çok daha fazlasını dahil ettikleri bir değerler sistemini toplumun tamamına, tüm faaliyet alanlarına dayatır.

SEÇİLMİŞLİK VURGUSU

Faşist sistemlerde seçilmişlik duygusu iki biçimde kendini gösterir. İlk olarak ulusu temsil eden belli bir etnisite, ırk, biyolojik köken ve benzeri kimlik tanımlayıcılarının öne çıkarılarak bir ulusun, yeni bir “biz”in tanımlanması ve bu ulusal cemaatin eşitlik ve bireycilik yerine üstünlük ve birlik anlayışını savunması gelir. Bu üstünlük, birlik anlayışı bugün kendini en çok göçmen düşmanlığında göstermektedir. Tıpkı Nazi Almanya’sında Yahudilere yönelik algıda olduğu gibi bugün gelişmiş ülkelerin büyük bir kısmında göçmenler, ev sahibi halkın üstünlüğü ve bütünlüğünü tehdit eden, yerli halkın işini elinden alan ve sosyal hizmetlerden yararlanan bedavacı kitleler olarak görülmekte, bir günah keçisine dönüşmektedir. İkinci olarak ise ulusu bir çöküşten, bir enkazdan ya da bir kriz anından çıkaracak seçilmiş bir liderin varlığı söz konusudur. İktidara gelen liderlerin “yeni bir ülke” kurmak istemesi, kendilerinden önce gelen bir çöküşe, bir enkaza, bir krize referans vermesi bundandır. Donald Trump’ın “Make America Great Again” (Amerika’yı yeniden büyük yap) iddiası, tanrının kendisini suikasttan bunun için kurtardığını söylemesi bu seçilmişlik vurgusunun en önemli göstergesi.

İDEOLOJİK MİT

Faşist ideolojiler geçmişle bugün arasında bağ kurarken gelenek ya da muhafazakâr değerleri sürdürmek yerine seçici ve pragmatik bir yaklaşımla bir ideolojik mite odaklanarak kitlelerin duygularına ve sezilerine hitap ederler. Bu mit her zaman doğru olmasa da bir düşünce olarak kitleleri mobilize eder ve stratejik olarak da uygulamaya konur. Nazi Almanya’sında üstün, saf ırk mitinin öjeni pratikleriyle desteklenmesi bunun en bilinen örneğidir. Faşist mitler ulusal köklerden kaynaklanabileceği gibi, dini ya da mezhepsel bir töze de dayanabilir. Benzer bir biçimde İsrail’in işgal politikaları da seçilmiş bir halkın kutsal topraklarındaki hakkına dayalı bir mit üzerinde sürdürülmektedir. Sıklıkla bu mitler kitleleri en etkin biçimde mobilize etmeye, lidere, liderin kutsallığına sadakati sağlamaya uygun kaynaklar üzerine inşa edilirler.

KURUMLAR VE SİVİL TOPLUMA YÖNELİK TEKTİPLEŞTİRME

Faşist sistemler sürekliliğini alternatif görüşleri, özgür düşünceyi, her türlü muhalefeti ve bunları içeren kurumları, grupları, kişileri ortadan kaldırarak sağlar. Dini kurumlar sisteme entegre oldukları, ideolojik çerçeveyle uyumlandıkları ölçüde tolere edilir, olmadığında yasaklarla karşılaşır. Üniversiteler, aydınlar, entelektüeller her zaman faşist sistemlerin hedefindedir. En iyi ihtimalle sistem tarafından soğrulurlar, en kötüsündeyse işlevsiz kılınacak ölçüde yasaklarla karşılaşır, temsilcileri kaybedilirler. Bu tektipleştirmenin diğer hedefleri eğitim, kültür ve medyadır; eğitim sistemi yalnızca hâkim ideolojinin uygun gördüklerini içerir, kültür endüstrisi belli ideolojik mesajların yeniden ve yeniden halka aktarılmasını sağlar ve medya, iktidarın megafonu haline gelir. ABD’de yasaklanan kitaplar, “eleştirel ırk teorisi” derslerinin müfredat dışı kalması, başka ülkelerde evrim teorisinin müfredattan çıkarılması özgür düşünceye müdahalenin somut örnekleridir. Muhalif partilerin kapatılması, yasaklanması, liderlerin tutuklanması, suikaste kurban gitmesi, ya da doğrudan kaybedilmesi de bütün bu tektipleştirme siyasetinin bir uzantısıdır. Burada bir o kadar önemli olan bir başka dinamik ise sınıflar ve ekonomik seçkinlerin siyasi rejimle bağıdır; ancak bu boyut belki kendi başına bir yazı konusu.

Sivil topluma yönelik en önemli müdahale alanlarından biri de toplumsal cinsiyettir. Faşist iktidarlar toplumsal cinsiyet eşitliğini kabul etmek şöyle dursun, eşitsizliği sürekli kılacak düzenlemeleri kullanarak patriyarkayı kurumsallaştırır, aileyi öne çıkarır, kadınları baskılar. Üreme ulusun devamı, arı ırkın korunmasına yönelik bir faaliyettir. Mussolini’nin “Doğumların Savaşı” olarak adlandırılan kampanyası fuhuş, kürtaj ve aile planlamasına karşı evliliği öne çıkarmış, Ulusal Anne ve Çocuk İşleri (Opera Nazionale di Maternita e Infanzia) kurumuyla evli olmayan kadınları denetlemiştir. Trump’ın göreve gelir gelmez imza attığı ilk kararlardan biri de ABD’de yalnızca iki cinsiyetin tanındığı ve başka cinsiyetin kabul edilmediği kararıdır. Buna ek olarak ABD’de doğan bebeklere vatandaşlık hakkını sonlandırmaya yönelik kararnamesi şimdilik mahkeme kararıyla durdurulmuş durumda.

BASKI, KONTROL, ŞİDDET

Ulus-devletin tanımlayıcı özelliklerinden biri güç tekeline sahip olması ve bu gücü belli koşullar altında kullanma meşruiyetine sahip olmasıdır. Meşru güç kullanımı uluslararası düzlemde bir savaş nedeni (casus belli), sınır güvenliği gibi koşullarda, ulusal düzlemde ise toplumsal düzenin korunması ve belli güvenlik ihlalleri durumunda mümkündür. Ancak faşist sistemler gündelik hayatın farklı alanlarını bugün literatürde kullanıldığı biçimiyle “güvenlikleştirerek”, yani bir tehdit unsuru olarak tanımlayarak güç kullanımının meşruiyet zeminini genişletir. Sistem karşıtlığı, devletin varlığını ya da bütünlüğünü tehdit, genişletilmiş terör tanımları, toplumsal hareketler bu genişleyen meşru güç kullanım alanının hedefi olur. Bütün bunlara karşılık, sıklıkla gizli polis, sivil polis, özel birlikler, militarize emniyet güçleri, belli konulara odaklanmış emniyet birimleri oluşturulur. Nazi Almanya’sında SS'ler, Gestapo, faşist İtalya’da OVRA, Franco dönemi İspanya’da sivil muhafızlar bu tür bir güç kullanımının örnekleridir.

Sonuç olarak, faşist rejimler bir taraftan iktidarın sürekliliğini, hâkim ideolojinin kabulünü ve toplumun bir bütün olarak sadakatini sağlayacak mekanizmaları, politik, ekonomik ve toplumsal araçları kullanır. Bu sayede bir taraftan tektip bir toplumsal düzen inşa etmek için kitleleri belli bir yola, yöne mobilize eder. Diğer taraftan, bu çerçevenin dışında kalan farklı kesimleri, talepleri ya da görüşleri kriminalize eder, bunları bir güvenlik tehdidi olarak tanımlar ve güç kullanımından kaçınmaz. Böyle bir ortamda farklılıklarla bir arada yaşama, çokkültürlülük, kültürel etkileşim için imkân kalmaz, özgür düşüncenin kalmadığı bir ortamda bilimde akılcılık, sanatta yaratıcılık gelişmez, grinin birkaç tonuna indirgenmiş bir toplum ortaya çıkar. Orwell’i yeniden hatırlamak gerekirse, “Geçmişi kontrol eden, geleceği de kontrol eder; bugünü kontrol eden, geçmişi kontrol eder.” Dünyanın geleceği, sistemin hegemonik liderinin tercihlerine ve bu tercihlerin Almanya, İtalya, Hindistan, Türkiye, Macaristan gibi birçok ülkeyi nasıl ve ne kadar etkileyeceğine bağlı.


Aslıhan Aykaç Kimdir?

İzmir’de doğdu. Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans ve doktora derecelerini Binghamton Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden aldı. Burada yazdığı doktora tezi Yeni İşler, Yeni İşçiler adıyla 2009 yılında İletişim Yayınları’ndan Türkçe olarak yayımlandı. 2007 yılında Middle East Research Competition fonundan yararlanarak yürüttüğü araştırmanın sonuçları Toplum ve Bilim dergisinde “Karşılaştırmalı Bir Bakış Açısından Sosyal Güvenlik Reformunun Emek Piyasasına Etkisi” başlığıyla yayınlandı. 2014 yılında Fulbright Doktora Sonrası Araştırma Bursunu kazandı ve 2014-15 akademik yılını Rutgers Üniversitesi’nde araştırmacı olarak geçirdi. Bu araştırma 2017 yılında İngiltere’de Routledge yayınlarından Political Economy of Employment Relations: Alternative Theory and Practice adıyla İngilizce olarak yayımlandı. 2018 yılında Metis Yayınları’ndan çıkan Dayanışma Ekonomileri bu araştırmayı temel almaktadır. Makaleleri Toplum ve Bilim, New Perspectives on Turkey, Anatolia gibi dergilerde yayımlandı. Nazilli Basma Fabrikası üzerine yürüttüğü araştırması Devletin İşçisi Olmak: Nazilli Basma Fabrikası’nda İşçi Sınıfı Dinamikleri adıyla 2021 yılında İletişim Yayınları tarafından basıldı. Çalışma alanları arasında, siyaset sosyolojisi, çalışma ilişkileri, sosyal politika ve turizm sosyolojisi yer alıyor. Halen Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalışmalarını sürdürüyor.