YAZARLAR

Faillere tüyoları iktidar verdi

Failler artık ne yaparlarsa yapsınlar ceza almayacaklarını, serbest bırakılacaklarını, en kötü ihtimalle az bir cezayla kurtaracaklarını biliyorlar. Failler, öldürdükleri insanları nasıl suçlayacaklarını, nasıl intihar süsü vereceklerini, hangi mesajları kimlere ne şekilde ileteceklerini çok iyi biliyorlar. İşin fenası tüm bu tüyoları onlara zaman içerisinde siyasi iktidar öğretti.

Yargı bağımsızlığı son yıllarda Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri haline geldi. İnsanların işsizlikle, açlıkla boğuştuğu bu günlerde, neredeyse her gün bir yargı skandalıyla karşı karşıya kalıyoruz. Bu skandalların önemli bir kısmını ise, kadına ve çocuğa yönelik şiddet faillerinin cezasız bırakılması oluşturuyor.

Bu cezasızlığın en tipik örneklerini, özellikle pandemi sürecinde fazlaca artış gösteren şüpheli ölüm vakaları oluşturuyor. Şüpheli ölüm için; intihar veya kaza süsü verilen cinayetler, intihara zorlayan ya da sürükleyen şiddet vakaları diyebiliriz. Örneğin, yakın zamanda uzunca süre konuştuğumuz Musa Orhan vakası ve birkaç gün önce tekrar gündeme gelen Ümitcan Uygun vakası. Şahsen bu tür vakaları şüpheli failin adıyla anılmasını daha doğru buluyorum. Çünkü bu kişiler hâlâ aramızda dolaşıyor oluyorlar ve insanlara bu isimleri unutturmamak gerekiyor.

Şüpheli ölüm vakası olmanın dışında her iki vakanın da ortak noktası İçişleri Bakanı Süleyman Soylu. Musa Orhan vakasında Süleyman Soylu, failin asker olmasından hareketle yapmış olduğu bir yorumla adeta failin suçunu meşrulaştırmıştı. Ümitcan Uygun dosyasında ise anne Gülay Uygun’un ölümünün/öldürülmesinin ardından baba-oğul kameraların karşısında insanlara parmak sallayıp ne kadar ülkücü olduklarını belirtmek suretiyle mesaj vermişlerdi. Akabinde Ankara Umum Ayakkabıcılar ve Çantacılar Odası Başkanı Durak Uygun’un Süleyman Soylu’yla yan yana fotoğrafı ortaya çıktı.

Bu ülkede, siyasi iktidar faillere “suçtan yırtmayı” öğretiyor derken tam olarak bunlardan bahsediyorduk aslında. Failler artık ne yaparlarsa yapsınlar ceza almayacaklarını, serbest bırakılacaklarını, en kötü ihtimalle az bir cezayla kurtaracaklarını biliyorlar. Failler, öldürdükleri insanları nasıl suçlayacaklarını, nasıl intihar süsü vereceklerini, hangi mesajları kimlere ne şekilde ileteceklerini çok iyi biliyorlar. İşin fenası tüm bu tüyoları onlara zaman içerisinde siyasi iktidar öğretti. Kadınların kazanılmış haklarına yaptıkları her bir saldırıda failler bir tüyo kaptılar. Nafaka hakkımıza saldırdıklarında, istismar failine af istediklerinde, şiddet failiyle mağdurunu aynı masaya oturtup ‘anlaşmalarını sağlayacağız’ dediklerinde, kadının beyanı esas olamaz dediklerinde, en az 3 çocuk dediklerinde, anne olmayan kadın yarım dediklerinde, feministleri her eylemde gözaltına alıp yürüyüşleri yasakladıklarında, şiddet faillerinin cezasını affettiklerinde, “O da dekolte giymeseymiş” dediklerinde, Ensar Vakfı’nı kapatmak bir yana genel kurullarını şereflendirdiklerinde, sokakta gördüğü şiddete müdahale edenleri tutukladıklarında, Emine Bulut’u korumayan polisler hakkında soruşturma izni bile verilmediğinde, ‘6284 yuva yıkar’ çirkinliklerini kesip atmadıklarında, İstanbul Sözleşmesi’nin sapkın diye karalayıp Sözleşme’den çıkmaya çalıştıklarında ve haklarımıza yönelik yapılan sayısız saldırıda, failler bir şey öğrendi. Öğrettiler.

Bu, yalnızca kadınlara ve çocuklara ilişkin kısmı. Bu ülkede genel olarak şiddeti meşrulaştıracak, çetelere, katillere, kafatasçılara cesaret verecek de çok şey yaptılar, yapmaktalar. Eğitimsiz bekçilerin eline silah verdiler, tam olarak nereye bağlı olduğu bilinmeyen birtakım güvenlik gücünü sokağa salıyoruz dediler, silahlanmayı kontrol etmediler, bu konuda Cübbeli’ye bile kulak vermediler, oluk oluk kan akıtacağız diyenlerin sırtını sıvazladılar, işini yapan gazetecileri sırf kendileri gibi düşünmedikleri için hapse attılar, çıkarıp “pardon” dedikten sonra hedef gösterdiler, milletvekillerinin üzerine adam saldılar, hepsi bir yana kutuplaştırdılar, ayrıştırdılar, düşmanlaştırdılar. Cezaevlerinden insan taştıkça, af üstüne af çıkardılar.

Yargıyı siyasileştirmeyi sistematik hale getirdiler. Anayasayı değiştirdiler bir kere. Yüksek Mahkeme yargıçlarını kendileri atadılar, tek gecede nice tahliye kararını tutuklamaya çevirdiler, avukatları yerlerde sürüklediler, delilsiz hukuksuz tutukladılar, o kadar tutukladılar ki ölümlere sürüklediler, yargıçları ayaklarına davet ettiler (onlar da gittiler), Barolar Birliği Başkanı'nı nihai emellerine alet ettiler (o da alet oldu), baroları bölüp parçalamak için tek başlarına yasa çıkarıp tek başlarına onaylayıp tek başlarına sevindiler, avukatların savunma dokunulmazlığına göz diktiler, avukatları men etmek ve susturmak için türlü arayışa girdiler, AYM Başkanı'na parmak salladılar ve daha nicesini, nicesini yaptılar.

Failler her birinde suç işlemeyi öğrendi. Onlar bir adım attı failler cesaretlendi. Onlar bir adım attı failler suç işledi. Onlar bir adım attı failler yakalanmadı. Onlar bir adım daha attı failler serbest bırakıldı ve tekrar suç işlemek üzere aramıza karıştı.

Sonra insanlar adaleti sosyal medyada aramaya başladı. Haluk Levent’ten avukat talep ettiler. Kararlar kamuoyuna sunuldu, kamuoyu tarafından karara bağlandı. Failler bazen kamuoyu baskısıyla tutuklandı, bazen o da işe yaramadı.

Neticede, artık ‘güvende hissetmiyoruz’dan öte artık korkuyla yaşıyoruz, yaşamaya çalışıyoruz. Yolda yürürken arkamıza daha çok bakıyoruz, bir ses duyduğumuzda daha çok irkiliyoruz. Yolda yürürken korkuyor olmamız bizi sokağa çıkmaktan alıkoymuyor, o ayrı…

ABD’nin efsanevi Yüksek Mahkeme Yargıcı Ruth Bader Ginsburg, 19 Eylül’de 87 yaşında hayata veda etti. Tüm korkutmalara ve engellemelere rağmen verdiği mücadele ve hukuka sunduğu katkı kadınlara ilham oldu. Özgürlük, eşitlik ve adalet için mücadele ederken sıkça söylediği “I dissent” (“Karşı çıkıyorum”) sözü feminist bir slogan oldu. Böyle biri olduğu için sürülmedi, kendisine parmak sallanmadı, hakaret edilmedi. Aksine, kendisini yüksek mahkemeye öneren başkan Clinton bile yanında daima saygıyla eli bağlı başı eğik durdu. Tüm yüksek yargı mensuplarına yapıldığı gibi. Bunu yargı bağımsızlığına ve hukuka saygı gereği yapıyorlar, güçsüz kişilikler olduklarından değil. Oysa, bu ülkede bir kadın hakim sırf adil yargılanma hakkını savunduğu için görevden uzaklaştırıldı. Ve ne yazık ki, bu ülkenin yargı arşivinde, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın Cumhurbaşkanı’nın önünde eğildiği bir fotoğraf bile var. Cumhurbaşkanı çok güçlü olduğundan değil, yargı bağımsızlığına saygı duymadığından.

Uzun lafın kısası, şiddet katiyen tesadüfi artmadı.

Fakat bu kaderimiz değil elbette. Ruth Bader Ginsburg’lar her geçen gün artıyor. Kadınlar haksızlıklara boyun eğmiyor, daha çok “karşı çıkıyor”. Bir yandan herkes olanın bitenin daha çok farkında. Fakat haklarımıza yönelik tüm bu sistematik ve kasıtlı müdahalelere karşı bağışıklık kazanmadan mücadele etmek zorundayız. Ne salgın ne geçim derdi ne de baskılar bizi bu kararlılıktan alıkoymamalı. Eşit, özgür ve adil günlere olan inancımızı koruyarak, daima bilincimiz berrak, yolumuza devam etmek durumundayız. Bir gün muhakkak kavuşmak üzere…


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.