YAZARLAR

Yanlış teşhis, tehlikeli akrabalık

“Ulusalcılık” adı altında faaliyet gösteren milliyetçilikle “dindarlık” adı altında faaliyet gösteren millet-i hakime tahakkümcülüğü bir araya gelince hem Türkiye’nin hemen bütün aslî sorunlarını bodruma kilitleyip çözülemez halde çürütmenin daha garantili yolu bulunmuş oluyor hem de bu sorunların sebebi, kaynağı durumundakiler bizzat iktidarda olduğundan başkalarına bunları çözebilme imkânı bırakılmıyor.

Uçurum aşağı yuvarlanma, karanlığa sürüklenme sürecinin önlenemez gözükmesinin, insan gibi yaşamak isteyen herkesin soluğunu kesen çıkışsızlık duygusunun iki ana sebebi var:

1. İktidarın mevcut ve potansiyel hilebazlığı ve şiddeti.

2. Muhalefetin kararsızlığı ve etkisizliği.

Önce ilki hakkında, her türlü tahlile giriş kapısı yapmak gerektiğine inandığım olguları sıralayayım.

İKTİDARIN YAPISINA DAİR

1. İktidar “AKePe” değil, bir koalisyon. Ve AKP bu koalisyon içerisinde siyasî bakımdan belirleyici değil. Çünkü artık siyasî parti değil. Çıkar dağıtım mekanizması ve kısmî toplumsal ilişki-iletişim-denetim işlevleriyle AKP’nin varlığının yegâne sebebi, Tek-Adam’ın konumunu sürdürebilmesi için dayanak olmak. Yalnız onun çevresindeki -kaderi ona bağlı- dar ekibin kıymeti harbiyesi var.

3. İktidarın Lider+AKP olarak adlandırabileceğimiz ortağının tek hedefi iktidarda kalmak ve “gelir dağıtımı”. Bunlar, tek başına açıkça ilan edilip peşinde koşulacak, destek istenecek hedefler değil. Gayrısı mecburî ideolojik süs.

4. Bu iktidar yapısı henüz toplumsal desteğe ihtiyaç duyuyor. Bütün sahteliğine, eğretiliğine rağmen on yıllar içerisinde azımsanmayacak birikimler yaratmış seçim-parlamento-demokrasi tecrübesi, hele koalisyon tarzındaki bir iktidar yapısını meşruiyet arayışına zorluyor. İktidarın siyasî belirleyeninin toplum önüne çıkan uzantısı MHP’nin halk arasındaki desteği bunun için yeterli değil. Sahici siyasî parti niteliği berhava edilip “Reis’in teşkilatı” haline getirilmiş olsa da AKP yine esas toplum desteği kanalı konumunda.

5. İktidar ideolojisi “dincilik” değil, bir nevi Türk-İslâm faşizmi. İki unsurlu bileşim, fırsat bulundukça giderek daha fazla “Türk”ten yana bükülüyor. Ancak bu artık, eskisi gibi, kendini dindarlığın rakibi olarak konumlayan bir milliyetçilik değil. Onu sardı, kendisinin kıldı.

6. İktidarın AKP kanadının militan desteği temin edebildiği tek kaynak olan, toplumsal tahakküm peşindeki saldırgan İslâmcılık iki bakımdan teşvik görüyor: (a) Bir tür kadro tatminine yarıyor ve bu kanat olmaksızın mevcut koalisyonun toplumdan rıza almış iktidar olarak görünmesi sağlanamayacağından öbür ortaklarca da gerekli, en azından katlanılması gerekli bulunuyor. (b) Cumhuriyet’le birlikte kurulan devlet (iktidar) yapısının ve millet-i hakime egemenliğinin yalnız Türk milliyetçiliğiyle sürdürülemeyeceği anlaşılmış, paçayı tamamen kaptırmadan “dincileri” işin içine katmanın zaruretinde hemfikir olunmuştu zaten. Yetişecek nesillerin zapturapt altında tutulması bakımından bu yol artık “resmî” tercihtir.

7. Kürt meselesinde de ne olursa olsun devlet yararına sonuçlar getiren, “dindarın da devleti” formülünü, bugüne kadar dindarları temsil iddiasıyla siyaset yapanları iktidardan uzak tutmayı ilk hedef bellemiş kesimler içlerine sindirdi. “Ulusalcılık” adı altında faaliyet gösteren milliyetçilikle “dindarlık” adı altında faaliyet gösteren millet-i hakime tahakkümcülüğü bir araya gelince hem Türkiye’nin hemen bütün aslî sorunlarını bodruma kilitleyip çözülemez halde çürütmenin daha garantili yolu bulunmuş oluyor hem de bu sorunların sebebi, kaynağı durumundakiler bizzat iktidarda olduğundan başkalarına bunları çözebilme imkânı bırakılmıyor. Sorunlar da bir türlü çürüyüp kendiliklerinden yok olmuyorlar.

MUHALEFETİN ASLİ ZAAFLARI 

Muhalefet bahsine gelince. Çıkışsızlık duygusunu yaratan esas sebebi burada aramanın yalnız “bilimsel” bakımdan daha doğru değil, daha anlamlı ve işlevli olduğundan eminim. Çünkü çıkışa izin vermemek için sonunda zor kullanacak da olsa her iktidar bir noktada pes etmek zorunda bırakılabilir. Yeter ki toplumun çoğunluğunu, mümkün en geniş ve çeşitli kesimlerin benimseyeceği bir selamet düşüncesi etrafında birleştirecek olumlu bir muhalefet projesi oluşturulabilsin.

Elbette cesaret ve azim şart; ama ne uğruna? Uğruna meşakkatin, zorlukların göze alınacağı hedef ve projenin tarif edilemeyişi büyük handikap. Hiçbir baskı yalnız fiziksel zorla, hiçbir işkence yalnız acı vererek sonuç alamaz. Kurbanı önceden çaresizlik, çıkışsızlık duygusuna sürüklemeyen baskı kimseyi yıldıramaz. Muhalefet saflarında siyasî önderlik etme iddiasındaki herkesin öncelikle cevaplaması gereken soru şu: Ne uğruna göze alacağız, bu iktidarın bize yapabileceklerini?

Muhalefetin mevcut haline bakınca, bu soru gerçek-dışı, hattâ azıcık fantastik görünüyor olabilir. Haklısınız. Ama buna aldırmayıp devam edelim. Başka çaremiz yok, çaresiz kalmayalım.

Muhalefet neden etkisiz? Akıl edebildiğimce sıralamaya çalışayım sebepleri:

8. Muhalefet birçok temel konuda gerçekte iktidarla aynı, en azından benzer yaklaşımı paylaşıyor. “Vatan söz konusuysa gerisi teferruat” yaklaşımı hemen her konuda muhalefetin ana damarını oluşturan kesimlerin paylaştığı şiar olduğundan, hukuk kurumunun, yargı mekanizmasının bir çırpıda bugünkü “icraat teşkilatı” haline sokuluvermesi ne kolay oldu! Üniversitelerde gerçek özgür araştırma-tartışma ortamı hiçbir zaman amaçlanmadığından, şu dogma yerine bu dogmanın geçirilmesi ne kolay oldu! Aslında “… söz konusuysa gerisi teferruat” kalıbı neredeyse bütün siyasî mihraklar için özellikle hukuk-adalet konusunda geçerli.

9. Dün devletin bekâsını tehlikeye sokmamak için gerekli sınır şuradan çekiliyordu, bugün buradan çekiliyor. Bekâ için sınır çekme hükmünde ve bunu yürütüş tarzında aynı dayatmacılık, aynı hoyratlık. Zaten sınırın ötesinde ve berisinde bırakılanlar arasında da fazlaca fark yok.

10. Dinî örtüsünden yoksun kalırsa milliyetçilik burada iş görmüyor. Askere toplu namaz kıldırırsan hem ona hem ahaliye daha sıkı gaz verebiliyorsun. Üstüne, komşu ülke toprağına girerken kurt işaretleri yaparlarsa yeme de yanında yat oluyor. Bir de üç hilal çizilmiş duvar önünde selfie paylaşırlarsa çağdaşlık kısmı da tamamlanıyor. Bir devlet daha ne ister!

11. Devlet içinde, -kimse bizi yemesin- bizzat kendini devlet sayanların fayda görmesi ve göz yummasıyla yayılan örgütlü milliyetçi dincilik hareketi Fethullahçılığın bugünkü koalisyonun oluşmasında büyük katkıları bulunduğu anlaşılıyor. “FETÖ”nün her türlü hatırasından bir an önce kurtulmak için el birliğiyle gösterilen canhıraş gayret, “komünist temizleme”, “terörist imha etme” seferberliklerine göre hayli özgün -canhıraş- tezahürler sunuyor.

12. Türkiye’nin başlıca meselesi olarak ortaya konan ve -en radikal sol dahil- herkesin buna göre konumlandığı “ilericilik-gericilik” veya “laiklik-dincilik” karşıtlığının, iş adil ve eşitlikçi hukuk sistemi, dürüst seçim, layıkıyla temsil, yaygın demokrasi gibi sahiden aslî mevzulara gelince pek de öneminin kalmadığı bugünkünden daha bâriz nasıl ortaya çıkabilirdi, bilemiyorum. Buna rağmen radikal muhalif söylem hâlâ bu göstermelik karşıtlık üzerine kuruluyor. Asla yan yana gelemeyeceği sanılanların mutlu beraberliği bile şu yanılsamadan şüpheye düşüremedi çok insanı.

13. Muhalefet, karşısındaki keyfî iktidarı yalnız “Saray rejimi” adı altında “AKePe”ye ait görmekte ısrarlı. Böylece MHP’nin ve sözcüsü olduğu, temsil ettiği radikal anti-demokrasi grubunun -teşkilatının?- iktidardaki payı, olan bitendeki rolü doğru dürüst konu edilemiyor. İktidarın hakiki yapısı gözden kaçırılıyor. Neye muhalefet edeceğini, nasıl bir gücü alt etmek gerektiğini bilemezsen nasıl mücadele yürüteceksin?

14. İşin daha fenası, bugün muhalefeti oluşturan nüfusun pek da ufak olmayan bölümü, iktidar koalisyonunun AKP dışındaki ortaklarına kafaca fazla uzak değil. Muhalefetin ne kadarı dürüst seçim, sahici yargı-mahkeme sistemi, adalet istiyor? “Sosyal adalet”e, Kürt meselesine filan gelemiyoruz daha.

15. Böylece, muhalefetin iki ana sebeple etkisiz ve şahsiyetsiz kaldığını görüyoruz. İlki, yanlış teşhisler, yanlış tespitler, iktidarınkilerden pek farklı olmayan, hattâ yer yer onunla ortak hedefler ve yöntemler. MHP’ye ısrarla, bugünkü koyu karanlığın mimarı ve daha da koyusunun tezgâhlayıcısı değil de, gerçekte “çağdaş aydınlık cephesi”nin unsuruyken kelek yapmış eski dost muamelesi yapılmasının mâkûl sebebi nedir? Bu partinin geçmişindeki büyük suçların asla kurcalanmayışının, dert edilmeyişinin mânâsı nedir? Şu anda fiilen el konmuş Suriye topraklarından çekilmeyi siyasî mesele olarak dert edinen kaç muhalif siyasetçi biliyoruz? Askerî harcamalardan söz eden kaç muhalif ekonomiciye denk geldik? Demokrasi ve hukukla yakından ilişkili büyük hedef AB üyeliği terk edildiği için memnun muhalif sayısı az mıdır? Bizzat birçok muhalif bunu “ülkeyi emperyalizme peşkeş çekme” filan gibi bir şey saymıyor muydu?

16. Muhalif siyasetin etkisizliğine, muhalefeti destekleyen geniş kitlenin tuhaf hareketsizliği eşlik ediyor. Bu bazen umursamazlık, koyvermişlik, bazen gönülsüzlük, çoğunlukla da anlam verilmesi zor bir rahatlık olarak görünüyor. Hayır, muhalif kitle, özellikle sosyal medyada her gün kırk ayrı hukuksuzluğa, adaletsizliğe, zorbalığa, keyfîliğe karşı ses çıkarmak için didinenlerden ibaret değil. Gözaltına alınmaları, tutuklanmaları, bin türlü haksızlığa mâruz kalmaları haber olanlardan da ibaret değil. Çok daha geniş. Oy sayıları ortada. Milyonlardan bahsediyoruz. Kürtleri hariç tutarak konuşacak olursak, çekinerek dile getirebileceğim tahminim o ki, muhalif kitlenin üstelik görece etkili de olabilecek bir kısmı, giderek koyulaşacak diktatörlük altında da pekâlâ yaşayabileceğini seziyor. Ve bu sezgileri geçersiz değil. Askeriyeli, MHP’li bir “dinci iktidar”ın dinciliğinin sınırının bu iktidara destek sağlama işlevinin tükendiği yerden çizileceğini hesaplıyorlar. O zamana kadar, “Yunan’dan” birkaç ada alınsa, Kürt demokratik siyaseti ezilse, Akdeniz’den mi çıkar, Karadeniz’de mi bulunur, Suriye’den mi gelir, petrol, doğal gaz bir şeyler edinsek fena mı olur? Hem Fransa’ya meydan okumalar falan da insanın gururunu okşamıyor değil.

* * *

Bütün bunların sonuna, marazdan erdem doğması umuduyla şu hükmü eklemek isterim: Bu içerikte ve bu tarzda muhalefetle, tutulan beter yoldan dönüp feraha çıkmamız mümkün değil. Asgarî demokratik kurallar anlaşması, asgarî hukuk zeminine dair sözleşme bile yapamayan muhalefet nasıl bir gelecek kurabilir? Oy üstünlüğü konusundaki bütün umudunu Kürtlerin “bağrına taş basmasına” bağlamış olmasına rağmen bütün tavrına “HDP’yle yan yana gözükmeme” kaygısının yön verdiği koca koca partilerden nasıl demokrasi ve hukuk hamlesi bekleyeceğiz?

İktidar, avukatlığı fiilen imkânsız kılarak yargı mekanizması adına varkalan son yapıyı da havaya uçurmaya niyetli. Bu adımlarla kat edilen yol Suudi Arabistan’a değil Nazi Almanyası’na çıkıyor. Dönem icabı her şeyin üzerine boca edilen din sosunu bir süre sonra kimse tatmayacak bile. Öbürünü yok etmekse hiç kolay olmayacak. Hitler anca savaşta yenilmişti.