YAZARLAR

Kahve köşeleri

Kahve köşesinde pinekliyor, zaman öldürüyor diye aileleri, akrabaları, ahbapları tarafından eleştirilen erkeklerin çoğu kaybolmamak, yenilmemek, aşağılanmamak, muhatap alınmak ve bir sosyal ağa dahil olmak için tutar o köşeyi. Yahut zamanı nasıl değerlendireceğine dair bir fikri, bir planı, tasavvuru, bireysel ilgileri olmayanlar yerleşirler o köşeye. Sırf orada bulunmak bile bir erkeklik performansıdır.

Kültürümüzde bu kadar vazgeçilmez ve yaygın olup, bu kadar da olumsuz çağrışımı olan pek az şeyden biri kahvehane kültürü. Bu mekanlar Osmanlı döneminde erkekleri evden çıkarmanın ve günü uzatmanın vesilesi; homososyal ilişkinin binbir türlüsünün mekanı olagelmişlerdir. Kahvehane ve kıraathanelerden önce erkeklerin bir araya geldikleri, zaman geçirdikleri, siyaset yaptıkları ve siyasetten konuştukları, isyan örgütledikleri, alışveriş ettikleri, iş bağladıkları, yaşam çevreleri ve devletin işleri hakkında bilgi ve öğüt alıp verdikleri, yardım topladıkları, tebrik ve taziyeler için mekan olan yerler çoğunlukla camiler ve bunların külliyeleriydi. Günümüzde yaşlı erkeklere terk edilmiş olan cami avluları, özellikle kış aylarında namaz öncesi ve sonrası camilerin ve mescitlerin iç mekanları ile külliyeleri saydığım faaliyetlere ev sahipliği yapmışlardı. Her mahallenin camisi, oranın bir nevi muhtarlığıydı. Cami imamı da muhtar, hekim, psikolog gibi modern dünyada ihtiyaç duyulan meslek gruplarının işlevlerini o dönem için yerine getiriyordu. İmamların hâlâ, özellikle küçük yerleşimlerde kanaat önderi, akıl hocası, otorite kaynağı, devletin gölgesi, uzun lafın kısası her derdin devası olduğunu da eklemek gerek. Mahallenin yabancısı cami cemaatinin gözüne batar, yadırganır, sorgu sual edilirdi. Derdi olan, yükünü atan, düğünü, cenazesi olan, müjde verecek olan, aç-açık, işsiz kalan camiye koşardı. Diasporada yaşayan Türkiyelilerin önemli kısmı için oralardaki camiler yine bu işlevleri görüyorlar. Fakat o devirde cami sosyalleşmesinin müddeti yatsı namazı ile kısıtlıydı. Namazdan sonra erkekler, o vakte kadar kadınlara ve çocuklara ait olan evlerine döner, erken sabah namazına uyanabilmek için günü erken batırırlardı.

16'ncı yüzyıldan itibaren kahvehaneler camilerin yerini almaya başladıklarında, evden uzaklaşmak, sosyal hayata karışmak isteyen erkeklere caminin sunduğundan daha fazla imkan sundular. Yazın sıcağı ve kışın soğuğundan koruyan, akşam karanlığını ziyasıyla aydınlatan ve bu sebeple konuklarını daha uzun saatler misafir edebilen mekanlardı kahvehaneler. Gördüğü rağbet arttıkça her mahalleye bir veya birkaç kahve açılıyor ve mahalle kahvehaneleri ev ile sokak, özel alan ile kamusal alan arasında kalmış geçişken ve geçirgen bir mekan oluyordu. Hem evin hem de sokağın bir uzantısıydı kahvehane. Mahallenin tanıdık ve alışıldık düzeninden kopmadan sokakta olmayı, evin mahremiyetinden de uzak düşmemeyi sağlıyordu.

.

Osmanlı döneminde kahvehanelerin iç mekanları da evin düzenine uygun olarak tefriş edilmişti. Halılar, sedirler, yastıklar, ateşin ve buharın etkisiyle mekana sıcaklık katan bir kahve ocağı, nargile ve başka keyif verici maddelerin dumanıyla gevşemiş bedenler… Kahve/hane adlandırması bu mekanların da ev gibi bir hane olarak algılanmasının eseriydi. Kahvehanelere ayakkabılar çıkarılarak girilir, destur istenir, içtimai konuma bağlı olarak en yüksekteki gösterişli sedire veya kapı dibindeki mindere ilişilirdi. İçeri giren göz hapsine alınır, sohbete kulak ve sorulara cevap vermek zorunda kalır veya çenesini tutması gerektiği ima edilirdi. Kaybolmak, içine kapanmak yahut taşkınlık yapmak o kadar da kolay değildi. Haremlik-selamlık usulünü ihlal edeceği için daracık evlerde erkek misafir ağırlamak uygun bulunmadığından, kahvehaneler ailedeki erkeklerin misafir ağırladıkları mekanlar da oldular aynı zamanda. (Osmanlı kahvehaneleri hakkında ayrıntılı bir okuma için Dana Sajdi’nin derlediği, Osmanlı Laleleri, Osmanlı Kahvehaneleri başlıklı kitabın içindeki Alan Mikhail’in “Gönül Arzu Eder ki: Toplumsal Cinsiyet, Kentsel Mekan ve Osmanlı Kahvehaneleri” başlıklı makalesini tavsiye ederim.)

.

Modernleşme süreciyle kahvehanelerin mekânsal düzeni bir ölçüde değişti. Kimi taşra şehirlerindeki, köylerdeki kahvehanelere yine ayakkabılar, yani sokağın kiri-pası, kuralı-kaidesi dışarıda bırakılarak girilse, halıları, minderleriyle bir evi andırmaya devam etseler de, zamanla kahvehane ahalisi yerden yükseğe yerleşti. Ama işlevleri çok değişmedi. Eskiden olduğu gibi birçok etkinliğin mekanı olmaya devam ettiler kahvehaneler. Nutuk atmaya, oy toplamaya gelen siyasetçiler, mal satmaya çalışan tüccarlar, bir inancı yaymaya niyetli dervişler, iş, adres arayanlar, dilenenler, borç isteyenler, alacaklı olanlar, gurbetten gelenler hep buralara düşürdüler yollarını. Sabahçı kahveleri gidecek yeri olmayanları, sarhoşları ağırladı. Üç beş kuruş harcayarak yahut bir hayırseverin inayetiyle saatler geçirilebiliyordu bu mekanlarda. Kışın ısınılıp yazın serinleniyor, hikaye anlatıcıların, Karagöz oynatıcıların gösterileri izleniyor, menkıbeler, destanlar dinleniyordu.

Osmanlı döneminde Yeniçeri isyanlarının alev aldığı kahvehanelerin mirasını da devraldı yeni biçimiyle kahvehaneler. 60’lı yıllarla birlikte gençlik örgütlenmelerinin mekan tuttukları yerler de buralardı. Her sol fraksiyonun ve sağ örgütlerin de kendi kahvehaneleri vardı. Buralarda pankartlar hazırlanır, korsan eylemler planlanır, kaçaklar saklanır, örgüt içi tartışmalar sürerken bir yandan da kağıt ve taş oynanır, çalınır söylenirdi. Bir toplanma, örgütlenme ve politika geliştirme yeriydi buralar. Dava arkadaşlarınızı orada bulacağınızı bilirdiniz. Sol hareketin halkı bilinçlendirmek ve örgütlemek için yaptığı kondu ziyaretlerinde kadınlar evlere, erkekler kahvehanelere girerlerdi. Politik çatışmaların şiddete dönüştüğü dönemde can kaybıyla sonuçlanan saldırıların hedefinde yine kahvehaneler vardı.

***

Başta söylediğim gibi, günlük hayatın ve sosyal ilişkilerin içinde bu kadar büyük bir yeri olan kahvehane müdavimleri pek de muteber değildirler. Kamusal hayatın üzerlerine ışık düşürmediği, itibardan düşmüş, işsiz-güçsüz, çoğunlukla yoksul erkekler olarak tasnif edilirler. Bu kategoriye girip de sınıfsal olarak biraz daha üstte olan erkekler lokallere, kulüplere, meslek odalarının sosyal tesislerine vb. devam ederler çünkü. Evin durağanlığına, kadınlara ve çocuklara ait dünyaya hapsolmayı sindiremeyen, evin şeklini almak istemeyen veya bunun yakışık almayacağını düşünen erkekleri ayakları kahvehaneye götürür. Meslekleri, inançları, ideolojik angajmanları ortak olan veya hemşehriliğin bir araya getirdiği erkeklerin müdavimi oldukları kahvehaneler birbirinden farklıdır. Dinlenen müzikler, oynanan oyunlar, konuşulan konular, yapılan etkinlikler, jargon, hal ve tavırlar buna göre farklılaşır.

Kahve köşesinde pinekliyor, zaman öldürüyor diye aileleri, akrabaları, ahbapları tarafından eleştirilen erkeklerin çoğu kaybolmamak, yenilmemek, aşağılanmamak, muhatap alınmak ve bir sosyal ağa dahil olmak için tutar o köşeyi. Yahut zamanı nasıl değerlendireceğine dair bir fikri, bir planı, tasavvuru, bireysel ilgileri olmayanlar yerleşirler o köşeye. Sırf orada bulunmak bile bir erkeklik performansıdır. İçeriden dışarıyı, dışarıdan da içeriyi görebildiğiniz bu şeffaf mekanda fikrine, onayına, hayır duasına başvurulan ihtiyar, görmüş-geçirmiş, saygın bir grup erkek de günü geçirir, mahallenin namusundan, güvenliğinden sorumlu, kendini göstermek için fırsat arayan bir grup genç erkek de. İşte bu yüzden birçok erkeğin çocukluk, gençlik hatıraları arasında kahveden kavgaya adam toplama hikayesi vardır. Düğün için davulcu-zurnacı, amele, hamal, inşaat ustası, kasap vb. aradığınızda da kahvehaneye yolunuzu düşürmeniz gerekir.

Sosyal hayatın, harcama kalıplarının, tüketim kültürünün dönüşmesi ve zaman bütçesini harcama biçimlerinin çeşitlenmesiyle kahvehanelere alternatif mekanlar çoğaldı. Bunlardan biri kafeler. Özellikle öğrenci kahveleri, büyük şehirlerdeki köklü üniversitelerin eski mezunlarının anılarında kaldı. Buna rağmen hâlâ birer kurtarılmış bölge, erkeklerin ayrıcalığı veya sığınakları olan birer kale kahvehaneler. Bir ahlaki, politik duruş empoze eden, bir tür mahalle baskısı oluşturan bu mekanlara girip çıkabilmek büyümenin, erginleşmenin, erkeklik performansının onay görmesinin bir göstergesi. Veya kurallarını hemcinslerinin belirlediği koskoca dünyada kaybolmamak için kendine yerleşecek bir köşe arayanların sığınağı.


Funda Şenol Kimdir?

Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.