YAZARLAR

Cumhuriyeti demokratikleştirmek ne demek?

Temsil ilişkisinin demokratik kisvesinin tamamen ortadan kaldırıldığının en sembolik fotoğraflarından birini, Giresun’da evinden barkından canından olmuş halkın kafasına tepeden çay atarak diğerini, baroların çağrılmadığı Saray adaleti açılışında avukatları mesleklerinden atmakla tehdit ederek şahsı verdi.

Türkiye’de ülke ve dünya siyasetine bakmak isteyen biri sürekli olarak gözünün önüne dolan toz bulutunu temizlemek zorunda. Bu temizlik işlemi ise biraz daha uzağa bakmayı sürekli ötelemek anlamına geliyor. Hayatlarımızı dolaysız olarak etkileyen, özgürlüğümüze, geçimsel güvenliğimize, can güvenliğimize ilişkin kaygıların arttığı, geçici siyasal çıkarların milyonlarca insan için ömürlük sorunlar ve mağduriyetler yarattığı belirsiz bir siyasal sürecin içinde neredeyse her gün yeni bir olağanüstü yürütme işlemi ile karşı karşıya geliyoruz. Bu kargaşa içinde politik ufkunu stratejik olarak genişletebilen ve taktik yeteneklerini geliştirebilen siyasal öznelerin kurucu vasıflar kazanması her zamankinden daha olası. Mevcut rejimin sahiplerinin ne stratejik davranabilme yetenekleri ne de taktik yeteneklerini geliştirebilme şansları var, bunun yapısal olarak böyle olduğunu düşünüyorum. Çünkü tek stratejileri var kalmak, bütün taktik hamleleri de buna dönük işliyor ve orta vadede her taktik hamle var kalma stratejilerinin altını oyan bir döngünün parçası oluyor. Verili koşullarda, bu döngünün bütün memleketi hatta bölgemizi içinden çıkılması güç bir kaotik duruma ve büyük acılara sürükleme olasılığı ise hiç zayıf değil. Çünkü döngü kapandığı anda olacaklara dair görünürde hiçbir siyasal öznenin stratejisi yok. İktidarın ekonomiye ilişkin her taktiksel hamlesi stratejik yıkımı körüklüyor, dış politikadaki her taktiksel hamle yeni düşman ve savaş oyunlarının merdivenine bir basamak ekliyor, iç politikada düşman hukukunun uygulandığı yurttaş sayısı sürekli artırılıyor. Sayılarla oynama politikası, sağlıkta olduğu kadar ekonomide de hayatlarımıza kastediyor. Türkiye toplumu önce ortadan ikiye, ayrıldı, şimdi ayrımlar keskinleşiyor, rejim dostu ve düşmanı arasındaki ayrımı her an güncel tutarken siyasal birliği dağıtan bir döngüyü sürekli biliyor. Bu bileme işlemi bir parlamenterin içişleri bakanı tarafından hedef gösterilmesi sonucu sokak ortasında darp edilmesine kadar vardırıldı. Evet, sürdürülebilir bir döngü değil, ama kapandığında neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz, çünkü bu güveni, geleceğe ilişkin demokratik bir siyasal imajı taşıyabilecek siyasal öznelerin sesi, soluğu, program ve siyasal tahayyülleri yaşamlarımızda yok. Yarın güneş doğacak, bu insan dünyaya ilişkin anlamlı yargılara vardığından beri bildiğimiz bir şey. Fakat yarına ilişkin varlığımızın güneşi doğuran tabiatın elinde olmadığını da biliyoruz. Kendi elimize almadığımız, kendi programımız ve siyasal tahayyülümüz ile şekillendirmediğimiz anda bugüne kadar hayatlarımızı yaşanmaz kılanların çok daha ağırını bizlere yaşatacağını da içten içe biliyoruz.

Bu toz bulutu içinde, iki haftadır sürdürmeye çalıştığım tartışmayı pratik bağlamına oturtmayı deneyeceğim. Geçen haftalarda Selahattin Demirtaş’ın güçlendirilmiş parlamentarizm önerisi ve bu çerçevede biçimlendirdiği ittifak çağrısını siyasal temsil ve demokrasi arasındaki çelişkili ilişki bakımından ele almıştım. Bu hafta Kemal Kılıçdaroğlu’nun içeriğine ilişkin açık bir program ya da program taslağı sunmadığı “cumhuriyeti demokratikleştirmek” söylemini aynı hatta, siyasal temsil ve demokrasi ilişkisini merkeze alarak değerlendireceğim.

SİYASAL BİRLİK, DEMOKRATİK FAZLALIK

Siyasal temsile ilişkin çok temel bir kavramsal çerçeveyi geçen hafta bu sayfada sunmuştum. Temel vurguyu tekrarlarsam temsil ilkesi “bir”e, çok olanı birleştirmeye dayanır. Çünkü ancak “bir”in karar verme kapasitesi olduğuna ilişkin bir varsayımı dayatır. Cumhuriyetin dayandığı siyasal birlik ilkesi temsilidir ve her temsil işlemi gibi siyasal birliği kurarken “çok” olanı, nüfusun çatışmalı farklarını dışlamıştır. Çağdaş Fransız filozof Jacques Ranciere’nin ifadesiyle “demokratik fazlalık” yaratmıştır. İşte bu fazlalık Türkiye demokrasi tarihinin motorudur. Cumhuriyeti demokratikleştiren bu fazlalığın hareketleri olmuştur. Daha cumhuriyetin kuruluşunda, oy hakları olmadığı gerekçe gösterilerek parti kurmaları engellenen kadınlar; imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitle söylemiyle içeride sermayenin sınırsız desteklendiği bir dönemde sendika kurmaları engellenen işçiler; “anlaşılmayan bir dilde” konuştukları için mahkemelerden hastanelere, okullardan Silahlı Kuvvetlere kadar cumhuriyetin her kurumundan dışlanan Kürtler; kontrol edilemeyen senkretik bir inanca mensup oldukları için Aleviler Türkiye’de demokratik fazlalık olarak cumhuriyetin temsil sınırlarını zorlayan onu demokratikleştiren toplumsal kuvvet olagelmiştir. İşte Cumhuriyeti demokratikleştirmek iddiası cumhuriyetin siyasal temsil aracılığıyla kurduğu birliğin sınırlarını genişletmek anlamına gelir. Demokratikleşme programı ancak böyle okunduğunda kitleler karşısında anlamlı olacaktır. Temsilden dışlanmış sınıfların, cinsiyetlerin, farklılıkların eşit yurttaşlık zemininde hareketlerinin demokratik stratejisi çerçevesinde…

CHP VE DEMOKRATİK FAZLALIK

Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve geleneğinin (1990’lardaki SHP deneyimini bir kenara koyarsak) 1950’de başlayan çok partili demokrasi içinde başarılı olabildiği tek dönemi 1970’lerin ortasından 1980 darbesine kadar olan dönemdir. 1971 Darbesi’ni destekleyen CHP sağına karşı dik durmuş Genel Sekreter’in partiyi demokratik ve sosyal bir programla, kadroyla ve “demokratik fazlalık”la buluşturduğu, hareketlerden beslendiği dönemi kastediyorum. 1950’de başlayan temsili demokrasi serüveni içinde CHP’nin solda durduğu tek dönemdir bu.

Türkiye toplumunun bütün varlığının talan edildiği, kitlesel bir yoksullaşmanın karşısında çok küçük bir kesimin servetini sürekli artırdığı, siyasal dengenin devletin zor aygıtlarıyla sağlandığı bir dönemdeyiz. Temsil ilişkisinin demokratik kisvesinin tamamen ortadan kaldırıldığının en sembolik fotoğraflarından birini, Giresun’da evinden barkından canından olmuş halkın kafasına tepeden çay atarak diğerini, baroların çağrılmadığı Saray adaleti açılışında avukatları mesleklerinden atmakla tehdit ederek şahsı verdi. Erdoğan rejimi temsili demokrasinin temel kurumlarını ortadan kaldırdı evet, fakat cumhuriyeti demokratikleştirmek artık eski temsili kurumları geri getirmek sınırında olamaz, böyle bir stratejinin kitlelerin gözünde neredeyse hiçbir karşılığı yok.

Cumhuriyeti demokratikleştirmek, demokratik fazlalığın hareketlerinden beslenmek, program ve siyasal tahayyülü bu hareketlerin içinde oluşturmakla ancak mümkün olur.

Tabii elbette, siyasal aygıtın bizzat kendisini, partiyi buna uygun inşa ederek. CHP’nin iktidar kongresinde neredeyse hiçbir “fazlalılığın” olması, kendiliğinden cumhuriyeti demokratikleştirmek söyleminin içini boşaltıyor.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.