YAZARLAR

Siyaseti yasaklayan şiddet: Vurun parlamentere!

O saldırgan beşi bir yerdenin gecenin o saatinde Kadıköy’de bir mekan çıkışında bir komünist milletvekiliyle kendiliğinden karşılaşma ihtimali, bir ateistin bayram namazında imamla karşılaşma ihtimalinden daha düşüktür.

Dönemin Türkiye İşçi Partisi Milletvekili Çetin Altan parlamento çatısı altında dövülmüştü, linç girişimiydi. Ahmet Türk güpegündüz sokak ortasında yumruklandı, Kürt nefretinin toplumsallaştığını gösteren anlardan biriydi. Şimdi bugünkü TİP Milletvekili Barış Atay gece yarısından sonra beş kişinin saldırısına uğradı.

Üç saldırının ortak noktası, çıplak şiddetin siyaset imkanını yok etme hevesini göstermesidir.

Çetin Altan’lı Türkiye İşçi Partisi devlet ve hükümetin yok etmek istediği bir siyasal girişimdi, parlamento çatısı altında uygulanan şiddet, Türkiye’nin sonraki yıllarında siyasetin krizine eşlik eden, onu üreten ve besleyen idare tarzının ektiği tohumdu. Başarılı oldu. Ülkenin kaderini uzlaşılmış siyasal süreçler değil, şiddetin üretim ve yönetimine hükmedenler belirledi. 1970’lerdeki şiddetin sipariş edildiği andır.

Kürt siyasetinin duayen isimlerinden Ahmet Türk’ün maruz kaldığı saldırı, siyasal arenada Kürtlere karşı hazır tutulan şiddetin toplum tarafından canı gönülden benimsendiğini gösteriyordu; saldırgan hem devletin hem toplumun yanında olduğu öngörüsüyle hareket ediyordu. Bugünkü HDP’yi oluşturan siyasal geleneğin her ferdi, her grubu bu devletin hem kendi önerdiği, hem topluma öğrettiği ve onayladığı şiddetin daima açık hedefi oldu. Bu tescilli onaylı şiddetin, köylere uçaklardan atılan bombaların, iş insanlarına sıkılan kurşunların, gözaltında kayıpların, faili meçhullerin en büyük noteri ve çığırtkanı Tansu Çiller, yeraltı dünyasının karanlık figürlerini bile şerefli insanlar olarak ilan ederken, şiddetin tanık olduğumuz tüm boyutlarıyla devlet etmenin temelinde yer aldığı geleneğin simge isimlerinden birine dönüşmüştü.

Bugün Barış Atay’a yönelen şiddet, parlamentoda Çetin Altan’a sokakta Ahmet Türk’e yönelen şiddetin üreticilerinin koalisyonunun mührünü taşır. Parlamento çatısı altındaki hesaplı şiddet ile sokaktaki taşmış şiddetin bir toplamıdır: Bir yanıyla devleti yönetenlerin seçtiği yöntemi aşikar eder, öte yanıyla hem şiddetin kaynağını hem de hedefini ilan eder.

Daha açık söylersek: O saldırgan beşi bir yerdenin gecenin o saatinde Kadıköy’de bir mekan çıkışında bir komünist milletvekiliyle kendiliğinden karşılaşma ihtimali, bir ateistin bayram namazında imamla karşılaşma ihtimalinden daha düşüktür. İçişleri Bakanı’nın “Dikkat yakalanma” ünlemli sosyal medya paylaşımının, yakalama kabiliyeti olan “beşli saldırı timleri”nce emir telakki edildiği çok açık. Ayrıca bir emir vermeye ihtiyaç olup olmadığını araştırmak hiç şart değil. Musa Orhan’a çekilmek istenen koruma seddine laf söyleyen sosyalist milletvekilinden daha iyi hedef mi olur?

Çünkü, “… bilhassa politik ve kurumsal iktidar sahiplerince yerine getirildiğinde (icra edildiğinde) dilde şiddetin sadece seyrek biçimde fiziksel sonuçları yoktur.” (Hubert Christian Ehalt, “Tektanrıcılık ve Şiddetin Dili” içinde; Jan Assmann, çeviri: Mesut Keskin. Avesta Yayınları.) şiddet üzerine düşünenlerin bildiği bu bağlantı, bizzat şiddet icracıları tarafından haydi haydi biliniyordur.

Tansu Çiller’in ilan ettiği şerefe nail olmak isteyen yeterince yurttaş olduğunu İçişleri Bakanı bilmeyecek de kim bilecek? Ha, şunu da biliyoruz: O yurttaş hüda-i nabit görünse de el üretimidir, kah Tansu Çiller’i elidir bu kah defin törenine saldıranlarla fotoğraf çektirmeyi hiç ihmal etmeyen Süleyman Soylu’nun. Zaten birinin fotoğrafını kazısak, altından diğeri çıkar.

Bu şiddet koalisyonu için Barış Atay güzel bir hedeftir çünkü hem sosyalist (Çetin Altan) hem Kürt (Ahmet Türk) için hazır tutulan, denenmiş, sınanmış şiddetin eğitimli beşlileri saldıracaklarının kokusunu iyi alır, politik iktidar sahipleri parmakla işaret ettikten sonra her şey kolaylaşır.

Bir de şu var son olarak: İçişleri Bakanı ya da başka herhangi biri suçüstü yakalanmış olmuyor, suçtan bahsetmek için hukuktan bahsetmek gerekir. Biz ise anti-hukuk günlerindeyiz. Her şey bile bile, göstere göstere yapılıyor. Şiddet koalisyonu, dağları beklesin diye korku salıyor. Elinde başka siyaset imkanı yok çünkü.