YAZARLAR

Ebru ve Aytaç yaşasın

Ebru ile Aytaç’ın yaşaması gerekiyor. Yalnızca “insan” oldukları için yaşamaları gerekiyor. Bu ülkeyi yönetenlerin artık ellerini kulaklarından çekip yurttaşlarının sesini duyması, yurttaşlarına haklarını teslim etmesi gerekiyor. Yeterince geciktirdikleri adaleti aciliyetle sağlaması gerekiyor.

2017 yılında, Av. Ebru Timtik ve Av. Aytaç Ünsal’ın da aralarında bulunduğu ÇHD üyesi toplam 18 avukat hakkında dayanaksız ve hukuksuz şekilde DHKP-C üyeliği ve yardım iddialarıyla soruşturma başlatıldı. Avukatlar tutuklandıktan sonra, 12 Eylül 2018 akşamı çıkarıldıkları 37. Ağır Ceza Mahkemesi’nde haklarında tahliye kararı verildi. Fakat tahliyenin sabahında, aynı Mahkeme tarafından tekrar tutuklandılar. O birkaç saatte ne olduğunu hala kimse bilmiyor. Adil olmayan yargılama neticesinde, İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi, 20 Mart 2019'da avukatlara toplam 159 yıl ceza verdi. İstinaf başvurusu üzerine karar, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi tarafından 15 Ekim 2019'da onandı. Yargıtay dosyayı 1 Haziran 2020’de incelemeye aldı. Bu esnada, ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve avukatlar Aycan Çiçek, Engin Gökoğlu ve Ayşegül Çağatay, 3 Şubat’tan itibaren sürdürdükleri açlık grevi eylemine 10 Mart'ta ara verdi. Av. Ebru Timtik ve Av. Aytaç Ünsal ise 5 Nisan Avukatlar Günü’nde grevi ölüm orucuna çevirdiler. Tek bir talepleri vardı: Adil yargılanmak. Bu yazının yazıldığı gün itibariyle ölüm orucunun 236. günündeler. Yargıtay halen bir karar vermedi.

Yakınlarından gelen son habere göre, Ebru’nun sıvı ve vitamin alımı durdu ve karnında şişlik belirdi. Herkes, her an gelebilecek kötü haberin tedirginliğinde. Aytaç için de bu belirtiler gün be gün yaklaşıyor.

Bu arada, yakın zamanda Adli Tıp Kurumu yaptığı muayene neticesinde Ebru ve Aytaç için “Cezaevinde kalamaz” raporu verdi. Bu rapor üzerine, normalde hukuken derhal tahliye kararı verilmesi gerekir. Fakat 37. Ağır Ceza Mahkemesi bunun yerine, hastanede tutularak zorla tedavileri yönünde karar verdi.

Olayın tamamına baktığınızda, hangi haksızlığa yanacağınızı şaşırıyorsunuz: Avukatların yalnızca işlerini yaptıkları için suçlanmalarına mı, delilsiz dayanaksız şekilde tutuklanmalarına mı, gizli tanığın bile mahkemede kendisine okunan beyanını yalanlamasına mı, tutuklama şartları olmamasına rağmen 2018’den beri cezaevinde tutulmalarına mı, ATK raporuna rağmen tahliye edilmemelerine mi, Yargıtay’ın ısrarla karar vermemesine mi, adil yargılanma hakkının topyekun ayaklar altına alınışına mı, zorla tedavilerine mi, kaldıkları hastanenin kötü şartlarına mı, yoksa an be an yaklaşmakta olana mı?

Onlar avukat. Bin bir zorlukla okumuş, emek vermiş, halkın hakkı için mücadele etmiş iki avukat. İnsan savunmanın bedeli bu olmamalı. Ve her şeyden önce onlar ‘insan’. İnsan yaşamı bu kadar değersiz olmamalı.

Üstelik talep ettikleri şey adalet, adil bir yargılanma. Tacizci, tecavüzcü, dolandırıcı, halkın hakkına göz dikmiş hırsız ya da katliam çağrısı yapan bir yobaz değiller. Kaldı ki, yaşam hakkı birincil ve dokunulmazdır. Her ne yapmış olursa olsun kimse ölmeyi hak etmez. Sanki öldürmek ister gibi dosya Yargıtay rafında aylarca bekletilemez. Adalet için yaşamını ortaya koyan insanlara kulak verilir. O insanlar bir şekilde ölümün eşiğine gelmişse en azından hakkı olan verilir, raporların gereği, hukukun gereği yapılır. Aksi, ölüme onay vermek, ölmelerine destek olmak demektir. Hiçbir şey yapmamak, bir nevi öldürmektir.

Bir şey yapmaktan kasıt ise, zorla tedavi etmek olamaz. Türkiye’nin de 2003 yılında kabul ettiği Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi’nin 5. Maddesiyle düzenlenen genel kural açıktır: “Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir.” Ebru ile Aytaç’ın talebi zorla tedavi değil. Onların talebi en tabi hakları olan adil yargılama ve bunun gereği olarak da derhal tahliye. Onları yaşatacak olan şey bu.

Hukuk, yasalar, cezalar, adalet, bunların tamamı toplum düzeni için vardır. Hiçbir şey insan yaşamının üzerinde değildir. Esas ihlal, “kendi adaletiniz” için insanların ölümüne göz yummaktır. Toplum düzenini esas sarsan budur. Türkiye toplumunun adalete, yargıya olan inancı kırılalı çok oldu. İnsanların, her şeye rağmen yargının bağımsız ve tarafsız olduğunu, insan yaşamının üstün tutulduğunu, hukukun gereğinin yapıldığını ve yasaların tamı tamına uygulandığını görmeye ihtiyacı var. İnsanların kendini güvende hissetmesi için adaletin vaktinde tecellisine ihtiyacı var. İnsanların kendini güvende hissetmesi için tam olarak niçin geldiklerini bilmedikleri 40 bin bekçiye ya da takviye hazır kuvvetlere ihtiyacı yok. Çok basit bir şeye ihtiyaçları var: Bağımsız ve adil bir yargı.

İnsanlara korku ve göz dağı vererek inşa ettiğiniz bir sistem yalnızca daha çok şiddet ve kargaşa üretir. Sonra bir bakmışsınız, bırakın muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmayı, ülke bilmem kaç yıl geriye gitmiş, yüzlerce binlerce insan ölmüş, tüm dünyaya da defalarca rezil olmuşsunuz. Ne için? Birilerinin bekası için.

Ebru ile Aytaç’ın yaşaması gerekiyor. Yalnızca “insan” oldukları için yaşamaları gerekiyor. Bu ülkeyi yönetenlerin artık ellerini kulaklarından çekip yurttaşlarının sesini duyması, yurttaşlarına haklarını teslim etmesi gerekiyor. Yeterince geciktirdikleri adaleti aciliyetle sağlaması gerekiyor. Devlet bu iki insana birer yaşam borçlu. Çok geç olmadan yaşama giden yolun önünü açmaları gerekiyor. Bunu yalnızca Ebru ve Aytaç için değil, koca bir ülke ve insanlık için yapmaları gerekiyor.


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.