YAZARLAR

Akşam yemeğine çıkmıştık, demir çubuklar...

Çiftçiler kasede pirinç bitince, içine su koyuyor, onu içiyorlardı mutlaka. Pirinç kutsal sayılıyordu. Ziyan etmek günahtı. Çiftçiler yok olunca büyük şirketler daha pahalı satıyorlardı. Daha çok kâr ediyorlar ve borsa yükseliyordu.

Çotanak gibi bir ses çıktı. Polis otobüsünün camına indi demir çubuk. Kırılmadı cam, içinden teller geçiyordu onlar açığa çıktı. Daha çok örümcek ağı gibi. Belki de bu çizgi roman vuruş nidası, 'çotanak'ı demir teller çıkarıyordu. Bir darbe daha inince delindi cam ama yine kırılmadı. Polisler içeride kasklarını giymeye başladılar. Bir yandan onlar da nara atıyorlardı. Uzun coplarını yere vurmaya çalışıyorlardı ama koridorda pek mümkün değildi bu. Muhtemelen postallarına geliyordu. Devlet copu, devlet postalını dövüyordu.

Polis otobüsü camı döven demir çubuklar, iki parmak kalınlığında boruydular daha çok. Biraz önce yemek yerken yere serilmişlerdi. Koreli çiftçiler, köylerden polisle çatışmaya gelmişlerdi ama önce küçük derin kaselerde haşlanmış pirinç yiyip, pirinç rakısı içmiştik. Saki yoktu sofrada. Biri herkese rakı koyuyor, sonra en son koyduğunun önüne, şişeyi bırakıyordu. Bir dahaki sefer, o başlıyordu herkese rakı koymaya ve en son koyduğunun önüne bırakıyordu şişeyi. Eşitlikçi bir saki sistemi vardı. Eşitsiz bir mücadeleye başlarken iyi geliyordu bu.

Rakıdan söz ediyorum…

Polisler inemediler otobüsten. Otobüs kapısının önünde de bekliyordu çiftçiler ve uzun demir çubukları. Bir sonraki ışığa doğru kaçtı otobüs. Şoför, çotanak ses izlerinin arasından yolu görmeye çalışıyordu. Tamponu düşmüştü otobüsün, yere sürtüyordu. Otobüs koridorunda sıkışmış polisler, otobüs kaçarken, hep birlikte sağa sola sallanıp, birbirlerinin üstlerine devrildiler. Ters döndü bazıları. Bacakları yukarıda sallananlar oldu. Kumral kalorifer böceği gibi geldiler bana ama kumral değildiler.

Çiftçiler kızgındı, pirincin üstünde gümrük duvarını kaldırıyordu hükümet. WTO - Dünya Ticaret Örgütü'nün büyük şirketler için aldığı karardı bu. 50 kilogram pirinci 120 dolara mal edebiliyorlardı. 50 kilogram ABD pirinci 22 dolar, Çin pirinci 20 dolardı eğer gümrük kalkarsa. Nasıl baş edebilsinler;  koca koca şirketler, -beş şirket sadece ama- arkalarında devletler, bankalar, borsalar, nasıl ve en fazla kâr edilebileceğini hesaplayan, iyi okullar okumuş hesap uzmanları, havalı oluyorlar biraz, suşi severler muhtemelen, öğle arası finans merkezinin hemen kıyısında parkta oturup yiyorlar daha çok, balık ve pirinç yağsız diyete uygun ve gym salonu, sürekli gidilen, hiçbir yere ulaşamayan çaresiz bisikletler diyarı ve pirinç tarlası hiç görmediler çok muhtemel ve hiçbir zaman Koreli çiftçileri aç bıraktıklarından haberleri yok. İyi insanlar, özünde…

Çiftçiler kasede pirinç bitince, içine su koyuyor, onu içiyorlardı mutlaka. Pirinç kutsal sayılıyordu. Ziyan etmek günahtı. Çiftçiler yok olunca büyük şirketler daha pahalı satıyorlardı. Daha çok kâr ediyorlar ve borsa yükseliyordu. Bunun iyi bir şey olduğunu söylüyordu radyolar, televizyonlar, uzmanlar filan…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...