YAZARLAR

Uğur Gürses: Ağır çekimde tren kazasına tanık oluyoruz

Ekonomi tepetaklak giderken, günlerdir “kurtuluş müjdesi” olarak PR’ı yapılan “müjde” nihayet açıklandı. Karadeniz’de yürütülen doğalgaz arama faaliyetleri neticesinde 320 milyar metreküp rezervin bulunduğu ve bu kaynağın da 2023 yılında çıkarılacağı iddia edildi. “Müjdenin” açıklandığı seremonide Erdoğan’dan sonra söz alan Ekonomi Bakanı Berat Albayrak, Türkiye için cari açığın değil, cari fazlanın konuşulacağı bir dönemin başlayacağını söylese de, ekonomist Uğur Gürses’e göre kazın ayağı öyle değil. Gürses’e göre söz konusu gaz çıkarılsa bile, kısa vadede bir fayda sağlamayacak.

Alt sınıflar açısından hayatı çekilmez hale getiren ağır ekonomik buhran, giderek zemin kaybeden iktidar koalisyonunu “mucize” yaratmaya zorluyor. Yıllardır uluslararası sermayeden gelen sıcak para akışıyla çarkı döndürürken üretim-istihdam kapasitesini genişletemeyen, “elin parasıyla” zenginlik taslayıp ülkeyi devasa bir borç batağına sürüklerken popülist ekonomi politikaları sayesinde seçim üstüne seçim kazanan, antidemokratik uygulamalarla ülkeyi keyfiyet rejimine mahkum eden iktidarın mevcut koşullarda yaratabileceği mucizenin hudutlarını bugün gördük.

Karadeniz’de, en erken üç yıl sonra çıkarılabilecek doğalgaz rezervinin bulunduğuna dair bilgi, büyük bir PR çalışmasıyla Türkiye’nin kurtuluş müjdesi olarak sunuldu. Etkisi ise alev alan bir gaz kütlesi kadar bile olmadı: Döviz kuru tam gaz yükselişini sürdürdü, evine ekmek götüremeyen yine götüremedi.

Peki alay-ı vala ile açıklanan “müjde” bile neden kurda düşüş sağlamadı? Karadeniz’deki “keşif” kısa ve orta vadede ekonomide nasıl bir etki yaratır? Türkiye, 2018 yılında başlayan krizin neresinde? Buraya nereden gelinde, buradan nereye gidiliyor? “Müjde”den hemen sonra ekonomist Uğur Gürses’e bağlandık…

Berat Albayrak, Karadeniz’de doğalgaz kaynağı bulunduğuna dair açıklama sırasında, bulunan rezervler sayesinde artık “Cari açığı değil, cari fazlayı, döviz fazlasını konuşacağımız” yeni bir dönemin başladığını söyledi. Bu doğru mu?

Bulunan rezervle Türkiye’nin cari açığının kapanmayacağı çok açık. Orada bir yanıltma var. Kaba bir hesap yaparsak, bulunan 320 milyar metreküp tüm rezervin, bin metreküpü 200 dolar fiyat üzerinden ederi 64 milyar dolar civarında olsa da; yılda kabaca 45 milyar metreküp tüketim düz hesapla 7 yıllık tüketime karşılık geliyor. Düz hesap da yapılamayacağı, gaz debisinin tüketim kapasitesine yetişmeyeceği, daha uzun yıllara yayılacağı belirtiliyor. Dolayısıyla katkısı olsa da uzun bir dönemde minimal etkisi olacak görünüyor. Türkiye’nin yılda sadece 35-50 milyar dolara yakın enerji ithalatı var. Dolayısıyla Albayrak’ınki tamamen siyasi bir söylem.

Peki bu “müjde” niye bu kadar alay-ı vala ile açıklandı. Üç gün boyunca toplumda neden bu kadar büyük bir beklenti yaratıldı?

Hatırlarsanız Türkiye 2018’de Rahip Brunson olayı ile, zaten gireceği krize daha hızlı girmişti. İki yıldır devam eden bu krize bir de pandemi krizi eklendi. Popülist siyasetçilerin krizleri çözememe gibi bir handikapları var. Bunun örneğini ABD’de de görüyoruz; Trump da pandemi sürecindeki krizle baş edemedi. Türkiye’deki popülist iktidar da krizi nasıl yöneteceğini bilmiyor. Rüzgâr arkanızdan eserken çok başarılı görünüyorsunuz ama krizle karşılaştığınız zaman çuvallıyorsunuz. Nitekim pandemiyle beraber ekonomik kriz derinleşti.

Fotoğraflar: Arşiv

ZAMAN KAZANMAK İÇİN JONGLÖRLÜK NUMARALARINA BAŞVURUYORLAR

2018’den beri alındığı söylenen önlemler neden krizin derinleşmesini engellemiyor?

Çünkü alınan önlemler krizin ana yapısını çözmeye değil; semptomları ortadan kaldırmaya dönük. Sorunu değil, semptomlarının bastırılmasına, tedavisine odaklanan bir ekonomi yönetiminin başarılı olma şansı yok. Krizin en belirgin özelliklerinden birisi sermaye kaçışı. Yanlış veya kötü politikalar izlediğiniz zaman sermaye kaçışı oluyor. Hem kendi vatandaşınız gidip döviz alıyor hem yerleşik olmayan yatırımcılar dövizi alıp kaçıyorlar. Krizi çözmek için büyük kredi artışı, düşük faiz gibi yöntemlere başvurduğunuzda da rezerv kaybediyorsunuz. Sadece enflasyon değil, negatif reel faizin varlığı da güven kaybı oluşturuyor. Açıklanan rakamlara güveni kaybederseniz, Osman Kavala gibi isimleri yıllarca hapiste tutup tahliye olmasına rağmen uyduruk nedenlerle içeride tutmaya devam ederseniz vatandaş adalet duygusunu yitirir. “Bugün ona yapılan yarın bana da yapılır” diye tedirgin olmaya başlar. Keza döviz satışıyla Türk Lirası’nın değer kaybının önleneceği zannedildi. Sonuçta döviz rezervi neredeyse sıfırlandı, kamu bankalarının dövizlerini erittiler ama TL’nin değer kaybı sürüyor.

GAZIN KISA VADEDE BİZE BİR FAYDASI YOK

Baştaki soruya dönelim… Bugün neden Karadeniz’de bulunan doğalgaz kurtuluş müjdesi olarak sunuldu?

Gelinen noktada bir “pozitif şok”a ihtiyaç duydular. Sadece biraz daha zaman kazanmak için çeşitli jonglörlük numaralarına başvuruyorlar. Gerçekte gaz bulunmuş da olabilir orada. Ama büyük bir alay-ı vala ile açıklanan gazın kısa vadede bize bir faydası yok. Zaten gelecek kuşakları borca batırmış olan hükümet, bu gazdan gelir elde edilse bile, daha bugünden harcayacaktır. Dolayısıyla gelecek nesiller bulunmuş gazın sevinciyle, rahatlığıyla değil, içi boş hazineyle ve borçla karşılaşacaklar. Bazı uzmanlar bu duruma ölü kedi stratejisi diyor.

BERAT ALBAYRAK’IN İMAJINI DÜZELTME ÇABASI

Ne demek bu?

Toplumu şok edecek, sansasyonel bir konu atıyorsunuz ortaya ve herkes ona odaklanıyor. Oysa benzer içerikteki haberler geçen sene Trakya üzerinden yapılmıştı. Doğru olabilir, gerçekten gaz ve petrol olabilir. Peki bulunan gazın ekonomik değeri var mı, sürdürülebilir mi, bunları bilmiyoruz. Fakat ortaya bir şey atıldı ve bunun olumlu kredisi de Erdoğan’ın döviz rezervlerini sıfırlayan damadına yazıldı. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, bu kötü ekonomik politikaların baş müsebbibi Berat Albayrak.

Yani bu kampanya biraz da Albayrak’ın imajını düzeltmeye yönelik bir hamle mi?

Tabii, onu için zaten açıklama sırasında Erdoğan, Albayrak’a uzun uzun söz verdi. Aslında bu imaj düzeltme çabası bile Erdoğan’ın ekonomik facianın farkında olduğunu gösteriyor.

DOĞALGAZ AÇIKLAMASI BUGÜNÜ VEYA BİR HAFTAYI KURTARMAYA DÖNÜK BİR HAMLEYDİ

Erdoğan’ın bu açıklamasından sonra döviz kurlarının düşmesi beklenirken aksi bir durum oldu. Neden böyle oldu?

Yakın zamana kadar dolar 7,35 civarındaydı ve Cumhurbaşkanı’nın “yakında bir müjde açıklayacağım” ifadesinden sonra 7,21’e düştü. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın bu açıklaması üzerine kamu bankaları döviz satmaya başladı. Bu bir tesadüf olamaz! Kamu bankalarının döviz satmaya başlamasının pozitif şok yaratmak için planlanmış bir adım olduğunu düşünüyorum. Neticede birkaç günlüğüne kur düştü. Böylece “piyasalarda itibar gören bir açıklama yapıldı” düşüncesi oluşturulmaya çalışıldı. Tam bir stratejiydi bu. Oysa eğer gaz bulduysanız hemen söylersiniz, değil mi?

Yani bu, en azından piyasalar bağlamında bakıldığında günü kurtarmaya dönük bir hamleden mi ibaretti?

Bugünü veya haftayı kurtarmaya dönük bir hamleydi, evet. Siyasi iktidarlar bunu hep yapar. 1994 ve 2001 krizlerinde de siyasetçilerin günü, haftayı kurtarma çabalarına tanık olduk. Ben Merkez Bankası’nda çalışırken, dönemin başbakanı Tansu Çiller’in “bir gün daha durumu idare etmesi ricasıyla” Merkez Bankası’nı aradığına tanık oldum. Dolayısıyla bugünkü hadise beni şaşırtmıyor.

“YİNE TEĞET GEÇERİZ” ÖZGÜVENİYLE, DUVARA TOSLAYACAKLARINI GÖREMEDİLER

2018’de başlayan krizin yarattığı mevcut ekonomik tablo nedir? Krizde dip noktayı bulup yükselme eğrisine geçtiğimiz yönündeki değerlendirmeler gerçeği yansıtıyor mu?

Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarını ve kısa tarihçesini hatırlayalım. 2001 krizi ve sonrasında IMF ile yapılan bir anlaşma dolayısıyla oradan para geldi. Arkasından AKP’nin tek başına iktidarı ve sonrasında, AB’den müzakere tarihi alınabilmesi için demokratikleşme, hukukun üstünlüğü alanında ilerleme sağlandı. Nitekim ilk başlarda bir dizi reform yapıldı, Kopenhag Kriterleri’ne, AB kriterlerine uyum paketleri gündeme geldi. Böylece 2003 sonrasında ekonomide toparlanma başladı. 2003-2007 yılları arasında Türkiye’ye oluk oluk sermaye geldi.

Bunun tek nedeni AKP’nin vaatleri değil, o sırada merkez ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yönelik iştahlı sermaye akış trendinin de olmasıydı, değil mi?

Tabii ama uzun vadeli sermaye de geldi Türkiye’ye. Özelleştirmeler oldu. Kısa vadeli de oluk oluk portföy yatırımları geldi.

“ÖLMEDİK AMA BİZİMKİNE DE YAŞAMAK DENİRSE” MODUNDAYIZ

Sonra işler neden bozuldu?

2009 kriziyle beraber tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de “eksen kayması” yaşandı. Eksen kaymasından kastım şu: Gelişmiş ülkelerdeki krizi çözmek üzere ekonomilere olağanüstü derecede bol para enjekte edildi. O paralar da bizim gibi gelişen ülkelere aktı. Türkiye’de reel sektör 2009 sonrasında borç artırımında şampiyondur. Fakat bunun iki sonucu oldu. Bir kere oluk oluk para geldiği için 5 yıl boyunca yüksek büyüme dönemi yaşandı. İktidar da, “bizim hiçbir şey yapmamıza gerek yok, zaten oluk oluk para akıyor. Demokratikleşmeden ve kurumsallaşmadan uzaklaşsak da hiçbir şey olmayacak.” dedi.

Bir şey oldu mu?

Gerçekten de “bir şey” olmadı. Çünkü sokaktaki vatandaşın temel talebi özgürlük, hukuk filan değil; ekmek parası. 17 milyon yoksulun olduğu bir ülkede bu anlaşılabilir bir şey. Fakat “bir şey olmadıkça” Türkiye giderek demokratikleşmeden ve hukuktan uzaklaştı. Daha despot bir kanala girdi. Ardından da 2013 sonrasında bu bol para dönemi dünyada bitmeye başladı. Fakat iktidardakiler bu gelişmeye rağmen “daha önce teğet geçtik, yine geçeriz” özgüveniyle duvara toslayacaklarını göremediler. 2013 sonrası giderek ağırlaşan koşulların sebebi de bu rehavetti. Koşullar giderek bozuldu. Örneğin Kürt meselesinde de masa devrildi. Biz zaten 2015’te krize girecektik ama 2016’da bir de darbe girişimi oldu. O zaman da kamu bankalarını devreye soktular, krediler büyüdü. 2018’de Brunson olayı bir tetikleme oldu. Ankara “Ben gerekirse başka eksenlere yönelir, ABD’yle de kapışırım” dediği için Brunson ilk başlarda ABD’ye verilmedi ve ambargo uygulamaları başladı. O dönemin Türkiye politikasına “Ver papazı al papazı” sözü damgasını vurdu. Sonuçta kaybettik. Ekonomideki dengeler zaten kötüydü, Türkiye krize girdi. Keza 2018 Nisan’da seçim kararı alınmıştı, Haziran’da seçim oldu, Temmuz’da yeni kabine geldi ve başkanlık rejimi başladı. Böylece tam bir keyfi yönetim dönemine girdik. Vatandaşın gözünde zaten güven kaybı vardı, bu durum daha da hızlandırdı. Ayrıca Brunson kriziyle kur patlayınca vatandaş dövize daha çok yöneldi. Rahip bırakıldıktan sonra kur toparlanır gibi oldu ama ekonomik kriz iliklerimize kadar işledi. O günden beri “ölmedik ama bizimkine de yaşamak denirse” modundayız.

'TENCERENİN DÜŞÜREMEYECEĞİ İKTİDAR YOKTUR'

Bu süreçte Afrin harekâtı, Kuzey Suriye’ye yönelik hamleler, Libya’da savaşın tarafı olunması gibi agresif bir bölge politikası da güdüldü. Bunların ekonomiye etkisi nasıl oldu?

Afrin, Libya, şimdilerde Doğu Akdeniz ve Yunanistan’la yaşanan gerilim gibi tüm hamleler iç politikada milliyetçi, muhafazakâr seçmeni konsolide edip genişletme amaçlıydı. Fakat sonuçta insanların karnı siyasi hamasetle doymuyor. Süleyman Demirel’in meşhur lafıdır, “tencerenin düşüremeyeceği iktidar yoktur.” Nitekim 2019’da toplumun çeşitli kesimleri sessiz ittifakla belediye reislerini değiştirince iktidar açısından yeni bir panik dönemi başladı. İktidar, 2023’e kadar ekonomiyi toparlayamazsa merkezi hükümette de kalamayacağını görmeye başlayınca, daha maceracı bir ekonomi politikası izlemeye başladı.

Maceracılıktan kastınız ne?

Ekonominin temel kurum ve kurallarını yıkıp daha buyurgan, piyasa dışı müdahaleler ile ekonomiyi dizayn etme tarzını kastediyorum. Cumhurbaşkanı’nın damadı ekonomiyi bu şekilde yönetti.

Ama onun tabiriyle bunlar “devrimci” politikalar…

Devrimci olmanız için yapısal değişiklik yapmanız lazım. Ama dediğim gibi temel politikalar yapısal sorunları çözmeye değil, semptomların üstüne şal örtmeye odaklı. Hatırlayın, 2019 yerel seçiminden önce kur artışı sebebiyle enflasyon patladı. Tanzim satış mağazaları açtılar ama çözüm olmadı. Sonra “kur fiyatını yüzde 10 düşürün” diye şirketlere telefon açtılar. Bu mesela piyasa dışı bir müdahale. Fakat karşılarında, kendisiyle anlaşmazlığa düşeni hapse yollamakta hiç tereddüt etmeyen bir iktidar olduğu için, iş kesimi de ne deniyorsa kuzu kuzu yaptı. Tabii bunlar mevcut güvensizliği dalga dalga yaydı. Dışarıdan gelen biri komşunuzu dövdüğünde, yarın sıranın size de geleceğini düşünmez misiniz? Sonuçta telefon açarak, ya da aba altından sopa göstererek özel kesimi “hizaya sokan” anlayış güvensizliği yaydı. Ayrıca 2019 itibarıyla Merkez Bankası başkanı görevden alındı, parasal genişlemeye gidildi, arkasından faiz oranları düşürüldü. Bir ay öncesine kadar faizler negatif faiz seviyesindeydi. Yani enflasyonun altında bir nominal faiz vardı.

ARKA KAPIDAN KAMU BANKALARINA DÖVİZ SATTIRDILAR

Bu da mı piyasa dışı müdahalenin sonucuydu?

Bankaları daha düşük faiz vermeye zorladılar. “Vatandaş niye döviz alıyor, bu güvensizliğin kaynağı ne” diye sormak yerine, vatandaşın aldığı dövize vergi getirdiler. Döviz kurları piyasada müdahalesiz yükseliyormuş izlenimi vermeye çalıştılar. Normal koşullarda dünyanın herhangi bir yerinde eğer bir kamu otoritesi döviz satıyorsa bunu Merkez Bankası eliyle yapar, ki o bile kalmadı artık. Ama kurlar piyasada oluşuyormuş izlenimi vermek için arka kapıdan kamu bankalarına döviz sattırdılar.

Kamu bankalarına döviz sattırarak kurun yükselişi mi dizginleniyor?

Tabii. 2019’da kur artışının getirdiği çarşı-pazar enflasyonunu gördükleri için, “kurları tutarsam vatandaşın sofrasına yansımaz” diye düşündüler. Ama mesele sadece kur değil! Ekonomide bu tür dengesizlikleri yarattığınız zaman, sadece maliyet kanalından da enflasyon yükselir. Nitekim bir süre kamu bankaları döviz satarak belli bir kur seviyesini tutuyor ama negatif reel faiz alan vatandaş gitti döviz aldı. Çünkü Türk Lirası enflasyon karşısında eriyor. İkinci olarak ekonomi politikasını yürüten siyasi irade aynı zamanda ekonomi politikasının sonuçlarını ölçen İstatistik Enstitüsü’nü de yönetiyor. Nitekim oraya da yakın zamanda aileye yakın bir isim atandı. TÜİK enflasyonu yüzde 12 ölçüyor, vatandaş “benim enflasyonum yüzde 20” diyor. Dolayısıyla enflasyon rakamlarına da güvensizlik var.

TÜRKİYE’NİN SORUNU FAİZİ YÜKSELTİP KURU İNDERMEK DEĞİL, ORAYI ÇOKTAN GEÇTİK!

Son bir yılda ne kadar döviz satıldı? Dövizi kimler alıyor?

Son 1,5 yılda 60 milyar dolara yakın döviz satıldı. Ekonomi yönetimine yönelik güvensizlik üç yıldır sürüyor. Fakat pandemiyle dengeler daha da bozuldu, işsizlik arttı. Üstelik siz zaten alım gücü kalmayan bu insanlara, dalga geçercesine, “bakın, size güzel bir tüketici kredisi imkânı tanıyoruz” diyorsunuz! Beğenmediğimiz pek çok kapitalist ülke ise kendi vatandaşına bu süreçte çek verdi. Şirketlere kredi verilmesi anlaşılabilir. Ama kısa çalışma ödeneği dışında, devletin düzenli bir şekilde vatandaşına çek vermesi lazım. Bir de kayıt dışı, çoğu hizmet sektöründe çalışan 5 milyon insan var. Bu insanlar zaten kayıt dışı çalıştıkları için, işten çıkarma yasağı bunları korumuyor.

Sizce şimdikinden farklı olarak nasıl bir ekonomi politikası güdülseydi, şu anki krizi yaşamıyor veya daha düşük düzeyde yaşıyor olurduk?

Türkiye’nin temel sorununu sadece ekonomik sorun zannetmek büyük bir yanılgı. Türkiye’nin bugünkü sorunu faizi yükseltip kuru indirmek filan değil. Orayı çoktan geçtik! Türkiye’nin kendi yurttaşlarının gözünde bir güven sorunu var. Türkiye’de siyaset normalleşmeden, demokratikleşme yoluna girilmeden bu ekonomik kriz çözülemez. Çünkü ekonomik krizin temel sebebi siyasi kriz. Siyasi krizi çözmeden ekonomik krizi çözemezsiniz. Normalleşme olmadan ekonomi normalleşmez. Bu işleri temizleyecek şey seçimdir ama bugünkü koşullarda hükümet seçime gitmeyi istemez. Çünkü o sandıktan çıkamayacağını biliyor.

HÜKÜMETE GÖRE KURU 'DIŞ GÜÇLER' YÜKSELTİYOR AMA 60 MİLYAR DOLARIN 45 MİLYARINI TÜRKİYE VATANDAŞI ALMIŞ

Ekonomik krize neden olan siyasi krizin çözülmesi yönündeki önerilerin iktidar tarafından “Batı’nın taviz istekleri” olarak kodlanıp reddedilmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye’de her şeyi komplo teorileriyle anlatmaya çalışan lümpen bir kuşak oluşturuldu. Olayların nasıl işlediğini, rakamları bilmeyenler komplo teorilerine yaslanıyor. Popülist iktidar bu kuşağı oluşturdu. Bununla beraber Türkiye’de ucube bir rejim var. Peki bu rejimin kurduğu sistemin sahipleri, yarın iktidar değiştiğinde, aynı sistemde kalmak isteyecek mi? Bugünkü mahkemelerde yargılanmak isteyecekler mi? Kendi kurdukları düzende aynı muameleye maruz kalmak isterler mi? Elbette hayır. Çünkü çok korkunç bir düzen kurduklarının kendileri de farkında. Elbette birtakım ülkeler kendi çıkarlarına uygun şekilde dış politikayı tanzim etmeye çalışıyor olabilirler. Peki şu sorunun yanıtı nedir: Neden hep siz mağdur oluyorsunuz? Dövizden örnek vereyim… Yakın zamana kadar hükümet hep “dış güçler”in kuru yükselttiğini söylüyordu. Oysa dövizi alanların büyük bir bölümü Türkiye vatandaşı.

Nasıl yani?

Demin söylediğim 60 milyar doların 45 milyar dolarını Türkiye vatandaşları almış. Türkiye vatandaşları döviz ve altına yönelince henüz gitmemiş olan yabancı yatırımcı da gitmeye başladı. Türkiye, böyle bir konteks içinde “yabancılar tezgah kuruyor” psikozunu hak etmiyor. Türkiye bu kadar zayıf ve çaresiz bir ülke değil. Ama, her ağacın kurdu kendinden oluyor.

Ağacın kurdundan kastınız, döviz ve altına yönelen yurttaşlar mı?

Elbette hayır. Kötü politika dizayn edip kendi politikalarının sonuçlarıyla yüz yüze gelenleri kastediyorum.

VATANDAŞINIZA SİYASİ, EKONOMİK GÜVEN VERİRSENİZ, İNSANLAR NİYE DÖVİZ ALSIN Kİ?

Peki yurttaşların döviz ve altına hücumunu engellemenin bir yolu var mıydı?

Var. Eğer siz vatandaşınıza siyasi güven verirseniz, doğru-dürüst bir ekonomi politikası izlerseniz, insanlar niye döviz alsın ki? 2002’den 2013’e kadar vatandaş dövize meyletmedi. Çünkü siyaset ve ekonomi yönetimi bu kadar kötü değildi. Bu kadar hukuktan uzaklaşılmamıştı. Ayrıca dışarıdan oluk oluk döviz geliyordu ve dolar kuru 1,5’taydı.

“Sorumluluklarımızdan kaçınabiliriz, ama kaçınmanın sonuçlarından kaçamayız” diye bir söz var. Bu söz, hayatın her alanında, ama özellikle siyasetçiler için geçerli. Eğer ortada bir sonuç varsa, bu kendi siyasetinizin veya öngördüğünüz veya öngöremediğiniz sonucudur. Mesela Suriye politikası… Orada İslam cumhuriyeti kurulacak diye cihatçılara destek veriyorsunuz ama öngörünüzün aksine Kürtler o bölgede bir güç oluşturuyor.

AKP’nin otoriter, faşizan uygulamalara hız vermesinin illa sermaye çıkışlarına yol açmayacağı veya sermaye girişlerini azaltmayacağı yönünde de bir görüş vardı. Bir rejimin antidemokratikleşmesinin illa sermaye girişlerini ortadan kaldırmayacağına, faşizm koşullarında da sermaye girişlerinin sürebileceğine, sermayenin demokrasiye değil, kâra baktığına dair tezin artık geçerliliğini yitirdiğini düşünüyor musunuz?

Ben bu tezi başından beri çok desteklemedim. Çünkü bunun da kuralları var. Örneğin Çin’in demokratik bir rejim olduğunu kimse söyleyemez. Ama nasıl oluyor da Çin bu kadar yatırım alıyor? Çünkü Çin’e yatırım yapanlar, Çin devletiyle kontrat yapıyor. Devlet güvencesi var. Türkiye’de ise şöyle bir şey var: Son ödemeler dengesine göre son bir yılda gayrimenkul yatırımları hariç Türkiye’ye gelen yatırım 89 milyon dolar. Bu en son 2003 yılında bu civardaymış. Ne sıcak para çekebiliyorsunuz ne de uzun vadeli sermaye. Eğer hukuktan uzaklaşırsanız sonucu bu olur. Geçmişteki adalet çok iyiydi diye söylemiyorum ama insanlarda şu düşünce vardı: “Siyasetçiler yanlış yapabilir ama mahkemeden döner bu iş”.

KRİZİN ORTA DÖNEMİNDEYİZ VE DEVAM EDECEK

Sizinle Eylül 2018’de yaptığımız söyleşiye şu başlığı atmıştık: “Daha krizin başındayız”. Şu anda krizin neresindeyiz?

Ağır çekimde tren kazasına tanık oluyoruz. Krizin orta dönemindeyiz ve kriz devam edecek. Hani hasta olursunuz ama biraz kırgınlığınız vardır, daha yatağa düşmemişsinizdir. Şu an tam olarak o dönemdeyiz. Ama pandemi bunu hızlandıracak. Kriz deyince insanlar “bittik, battık” diye algılıyor, öyle değil. Bir firmanın maaş ödeyemez hale gelmesi de bir krizdir. Şu an 6 milyona yakın insan sözümona kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izinli olduğu için işsizlik ödeneği alıyor görünse de, aslında fiilen işsiz. Ve bu insanların kafasında bir ay sonra ne olacak, kışı nasıl geçireceğiz soruları var. Doğalgaz müjdesi verdiğin vatandaş, bu kış faturaları nasıl ödeyeceğini düşünüyor.

Yani daha uzun bir yokuş var önümüzde, öyle mi?

Öyle. Bir aşamadan sonra yokuş, şirketler ve vatandaş için yürünemez duruma gelecek. Çünkü hükümet top çeviriyor. İktidar, Merkez Bankası’nın kaynaklarını harcadı. Bu hafta, doğalgaz “müjdesiyle” topluma bir şok verildi ama bu sürdürülebilecek bir şey değil. Bu iş bir zaman kazanma oyunu değil. Fakat iktidarın mevcut yoldan sapma ihtimali de yok. Bu ancak bir genel seçimde toplumun ferasetiyle sona erecek bir süreç.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.