YAZARLAR

Asker haklıydı

İyi biliyorum diyebilirdim Honduras’ı. İki kere kaçak girmiş, bir kere sınır dışı edilmiştim. Direnişçilerin liderlerini de tanıyordum. Aynı barikata gitmiştik, birkaç kez. İsyan kardeşliği, sınıf arkadaşlığı gibi. Pek unutmuyor insan.

Pasaportta Venezuela vizesini görünce asker, arabadan indirip sorguya aldı. Honduras sınırıydı. İki ay önce faşist bir darbe olmuştu. Çantayı aradılar. "Her şeyin bu kadar mı?" dedi. Bir el kamerası, dört tişört, iki çamaşır ve bir kitap, çoğu okunmuş. Daha da kuşkulu baktı suratıma. Pasaportu evirdi çevirdi. Venezuela vizesine baktı bir daha. Yüzüm iyice kararmıştı. En az onlar kadar esmerdim. El Salvador’da bir çiftlikte mısır topluyordum bir gün önceye kadar. Ufak tefek yara bere doluydu kollarım ve bolca sinek ısırığı. Cibinlik hep açılırdı hamakta. "Ne iş yapıyorsun?" dedi. "Avukatım" dedim.

Minibüs beni bırakıp gitmedi. İçinde hiçbir yolcuyu tanımıyordum halbuki. Korna çalıp durdu. Bir subay geldi. Pasaportu eline verdi asker. Hiç aldırmadı askerin dediklerine, doğrudan bana verip, gönderdi beni. Muhtemel askeri sevmiyordu. Hiç benle ilgisi yoktu. Bir sürü şeyin bizle ilgisi yok. Eşine kızdığı için düşük not veren hoca, asansörde çorabı kaçan şef yardımcısı, çocuğu sınıfta kalmış işkenceci, acısını çıkartabiliyordu sizden veya mutluysa bir şeye, -çok da kalmadı ya mutluluk- belki tuttuğu takım kazanmıştır filan o zaman, yine sizle ilgisi olmayan bir şeyden yararlanabiliyordunuz. Filistin askısına o gün almayabilir mesela, işkence memuru.

Bir de minibüs korna çalıyordu iyi ki…

Şüphelenmekte haklıydı aslında asker, çünkü direnişçilerle buluşacaktım. Bir gün sonra seçim vardı ülkede. Onlar oylamayı boykot ediyordu. Yasal devlet başkanı Zelaya sürgüne gönderilmişti. Kosta Rika sınırından, geri dönmeye çalışmıştı, oldukça kalabalıktılar ama ülkeye almadı cunta. Şu anda da başkent Honduras’ta Brezilya elçiliğindeydi. Onla da görüşürüm diye düşünüyordum. Haklıydı asker.

İyi biliyorum diyebilirdim Honduras’ı. İki kere kaçak girmiş, bir kere sınır dışı edilmiştim. Direnişçilerin liderlerini de tanıyordum. Aynı barikata gitmiştik, birkaç kez. İsyan kardeşliği, sınıf arkadaşlığı gibi. Pek unutmuyor insan. Sınıftan kastım okul değil. -Proletaryayı yaraların berelerinden, tanırsınız diyordu Marx- Birbirimize sırtımız dayıyorduk işte. Bundan daha iyi kardeşlik mi olur ?

Gerisi yalan…

Minibüstekiler beni coşkuyla karşıladı. Yine benle ilgisi yok ama. Kim o sıcakta, arabada beklemek ister? Ve bütün insanlar gibi sevmiyorlardı aslında askerleri, polisleri filan. Mesela polisler bütün televizyon dizilerinin kahramanları ama dünyada hiç kimse onları sevmiyor aslında.

İnsanlar, devletleri de sevmiyorlar. Sadece söylemiyorlar o kadar.

Eğer yanılıyorsam, seviyorlarsa eğer ‘Stokholm sendromu’ bu. Ben sevmiyorum kesinlikle. Hiç birini.

Dedim ya asker haklıydı…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...