YAZARLAR

'Karılaşmak' ya da Süper Kadın Irkı

Süper kadının yaşam süresi hayli kısıtlı: 13-16 yaş. Bazı hallerde başlangıç bir yaş öne, final bir yaş sonraya kayabiliyor, 12-17 yaş aralığı olarak da kendini gösteriyor. Profesör, zekamızı ortaya koyarak bu kabiliyeti değerlendirmeye, ilk çocuğu doğurmak için “ideal yaş”ı kaçırmamaya çağırıyor herkesi.

Adam, cinsiyetinin ve dolayısıyla iktidarının olanca yetkisiyle, özgüveniyle konuşuyor:

Süperman diye bir şey yok hayal kahramanı ama, süper kadın diye bir ırk var. Ve bu da 13-16 yaş arasında, istediğiniz doktora sorun. 12-17 de olur. Çok muazzam rejenerasyon kabiliyeti var, vücudu mükemmel falan. Bu yaş ilk çocuğu doğurmak için ideal bir yaş olarak belirlenmiş. Yani ben diyorum ki; erkekler olsun, kadınlar olsun, biraz zekamızı koyalım.

Profesör sıfatlı “bilim insanı”nın erkek-kadın, hepimizden istediği, beklediği sadece ve sadece “biraz zeka”. Kendisinde fazlasıyla var. Hem bilgisini hem zekasını cömertçe sergiliyor. Lütfedip bizlerle paylaşmasa, Süperman’in hayal kahramanı olduğunu nereden bileceğiz? Öyle bir şey yok, komplekse kapılmayalım boşuna, o bir hayal kahramanı. Ama, süper kadın diye bir ırk var.

Dikkat, “süper kadın” deyip geçmeyeceksiniz. Süperman gibi bir hayal kahramanından bahsetmiyor profesör. Benzetme, yakıştırma, iltifat falan da yapmıyor. Farkında, hatta bilincinde olmadığımız bir “ırk” var ortada, yanı başımızda. Buna dikkat çekiyor.

Çünkü bilmediğimiz için ırkın “muazzam rejenerasyon kabiliyeti”ni yeterince değerlendirmiyor, hakkını veremiyoruz. Haliyle ırkın kabiliyetinden, veriminden nasiplenemiyoruz. Bu ırk, rejenerasyon kabileyi yanında göz ve gönül okşayıcı hoş özelliklere, güzelliklere de sahip; “vücudu mükemmel falan…”

Süpermen olma çabasıyla kompleksler içinde kıvranmaya gerek yok, o bir hayal. Ama süper kadın ırkı, rejenerasyon kabiliyetiyle sizi, doku ve hücrelerinizi yeniler, onarır. Mükemmel vücudun tazeliği, güzelliği de cabası… Profesörün kadın-erkek bizlerden beklediği, biraz zekamızı ortaya koyma gayreti. Hepsi bu.

REJENERASYON, DEJENERASYON

Süper kadının yaşam süresi hayli kısıtlı: 13-16 yaş. Bazı hallerde başlangıç bir yaş öne, final bir yaş sonraya kayabiliyor, 12-17 yaş aralığı olarak da kendini gösteriyor. Profesör, zekamızı ortaya koyarak bu kabiliyeti değerlendirmeye, ilk çocuğu doğurmak için “ideal yaş”ı kaçırmamaya çağırıyor herkesi.

Onun yüksek zekası ve iktidarıyla bizlere bahşettiği bu tıbbi, biyolojik gerçeği bilip değerlendiren başka iktidar sahipleri de var dünyada. Amerika’da “pizzagate” diye anılan hikâyeyi araştırırsanız, sadece “kadın” değil, söz konusu yaş aralığında her iki cinsten “süper rejenerasyon” nesnelerinin mükemmel vücutlarıyla cinsel haz nesnesi olarak kullanımına dair bir şeyler çıkar karşınıza. Son zamanlarda bir mobilya markası, internet üzerinden ev eşyası işleri falan da dahil oldu.

Batıda “pedofili” denilen cinsel yönden çocuklara düşkünlük, Türkçede “çocuk istismarı” olarak karşılanıyor. Hasılı, eskilerin ifadesiyle “sübyancılık”.

Onlar işin keyfinde. Rejenerasyon kabiliyetinden nasiplenerek kendi bedenlerindeki kayıp hücreleri, dokuları yenileyip onarıyorlardır herhalde. Tabii mükemmel vücutları falan da var… Yaygın görüş bu rejenerasyon tutkusunu, dejenarasyon olarak değerlendiriyor. Cinsel-ahkaksal zaafiyet, dejenerasyon…

Neyse ki bizde süper kadın ırkının farkında olup, onun ilk çocuğu doğurmak için ideal yaşını değerlendirenler, hiç de azımsanacak gibi değil. TÜİK verilerine göre Türkiye’de “süper kadın ırkı”ndan, yani 12 – 17 yaşlarında yılda 27 süper kadın doğum yapıyor.

TÜİK, 2019’da 18 yaş altında doğum yapan kadın sayısını 9.856 olarak açıklamış. Bunların 142’si 15 yaşından küçük süper kadın ırkı tarafından gerçekleştirilmiş.

2018’de ise 15 yaş altında doğum yapanların sayısı 167 iken, 15-17 yaş grubunda 11.636, “süper kadın ırkı” toplam verimi 11.803 olarak kayıtlara geçmiş. Dolayısıyla evde doğumlar, nüfus kaydı geç yapılanlar, hastaneye gitmeyenler “kayıt dışı”.

'DERİN KUTU' PERSPEKTİF VE İKTİDARI

Süper kadın ırkı, kabiliyet ve özellikleri, 2020 Mayıs ortalarında bir televizyon kanalında gündeme geldi. Programın adı hayli dikkat çekici: Derin Kutu.

Konu: Kadın-Erkek Rolleri ve İlişkiler.

Ekranda üç erkek.

Rol ve ilişkileri değerlendiren uzmanlardan biri “süper kadın ırkı” gerçeğini bizlerle paylaşan profesör. Diğerinin akademik ünvanı “doktor”. “Dinler Tarihi-Felsefe Uzmanı” olarak tanıtılıyor.

Kadının böylesi bir ekranda yeri yok elbette. Nasıl ki diğer HDP’yi, CHP’yi konuşurken onların orada bulunması gerekmiyorsa, iş güvenliği ya da işçi ücretlerini konuşurken çalışanların orada olması gerekmiyorsa, “kadın-erkek rolleri ve ilişkiler” de aynı “iktidar” tavrıyla, tutumuyla, diliyle, rol dağılımıyla konu edilir.

Her cephede, daimi derin iktidar, total iktidar perspektifi, alışkanlığıdır bu. Süper kadın ırkını, kabiliyet ve özelliklerini de bilir tabii ki.

***

Birkaç ay önceki programı şimdi niye konu ediyoruz?

Çünkü aynı profesör yine sahnede!

Bu kez ekranlarda değil, sosyal medyadan faaliyet gösteriyor. Kampanyaya destek vermeye çağırıyor bizi:

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ KALDIRILSIN #istanbulsoezlesmesiihanettir

Profesör hayli gayretli. İhanetin önüne geçmek için günlerdir dur durak bilmeksizin paylaşım üstüme paylaşım yapıyor.

Demek ki neymiş?

İstanbul Sözleşmesi, başka bir sürü zararının, sakıncasının, ihanetinin yanı sıra, süper kadın ırkı kabiliyet ve mükemmeliyetlerini hedef almaktaymış. O nedenle de kaldırılması şart!

KADINLIĞIN DURUMU YA DA KARILAŞMAK

İstanbul Sözleşmesi’nin neden kaldırılması gerektiğini anlatmak için söze şöyle başlayabiliriz:

Hemen herkesçe bilinmektedir ki Türk ve İslam kadınlığı ruhsal ve toplumsal olarak çok üzücü, acınacak bir zayıflık ve çöküntü içinde.

Kısaca “yozlaşma” sözüyle özetlenebilecek toplumsal sorun, Şemseddin Sami’nin 1879 tarihli Kadınlar kitapçığından beri birçok yazıya, kitaba konu oldu o tarihten bu yana. Yukarıdaya aldığım satırlar, Türk Kadınlığının Tereddisi yahud Karılaşmak adlı kitabın giriş tümcesi.

Yazarı: Salahaddin Asım, yayın tarihi 1910.1

Tereddi, yozlaşma anlamına geliyor. Yazara göre, “Türk aile ve toplumunda kadın şimdiki kadar hiç bir zaman yalnız zevk ve şehvet karısı halini almamış idi.”

Dönemin etkili gazetecilerinden S. Asım, “yozlaşma”yı kadının örtü ve kafes altına hapsedilmesine bağlıyor. Böylece kadın, sadece biyolojik bir varlığa indirgendi; “kadın toplum ve medeniyetten kovulduktan başka bir de dişi hayvanların bile cinsellik ve tenasülcülüğünden daha fena, daha aşağı olarak yalnızca zevk ve şehvet makinası haline getirildi.”

“Toplumsal işlevellikten yoksun olmak” şeklinde özetlediği “karılaşmak”, yazarın ifadesiyle “bilimsel açıdan olumsuz ve hastalıklı psiko-sosyal bir olgu”dur.

***

O tartışmalardan yüz on yıl sonra hiç bir şey olmamış gibi yepyeni bir “bilimsel” tezle karşılaşıyorsunuz: Süper Kadın Irkı.

Muazzam, mükemmel keşif. Şu sözleşmeyi kaldırın gitsin.