YAZARLAR

Beyrut’un ölümü ve Lübnan’ın dirilme şansı

Bu patlama aynı zamanda yozlaşmış sistemin infilakıdır. Bununla yüzleşmek yerine içerideki politik hasımlar ve dışarıdaki uzantıları bu felaketi karşı tarafı yıpratma fırsatına çevirmenin derdinde. Baş aktör eski Başbakan Saad Hariri. Körfez-Batı eksenindeki Lübnan siyaseti Hizbullah’ı topun ağzına koyma arayışında.

4 Ağustos Lübnan’ın ‘nekbe’ günü. Herkese bir yanıyla dokunan Beyrut bir patlamayla birkaç savaşa bedel felâket yaşadı.

Pek çok gözlemcinin Hiroşima ve Nagazaki’ye gönderme yapmadan tarif edemediği bir patlama. Dün itibariyle bilanço en az 100 ölü, 4 bin yaralı.

Ürkütücü enkazın altından daha ne çıkacağı belirsiz. Şehrin valisine göre 300 bin ev hasar gördü, yüz binlerce kişi evini terk etti, 3 ila 5 milyar dolarlık zarar oluştu.

1975’ten 1990’a kadar süren iç savaş bile Beyrut’u böyle yıkmamıştı.

Ne oldu? Nasıl oldu? Görüntülerde büyük patlamadan önce yoğun bir duman, sonra havai fişeği andıran patlamalar görülüyor. Ardından büyük patlama.

Yetkililerden gelen ilk bilgilere göre patlayan Beyrut Limanı'ndaki 12 No'lu ambarda 6 yıldır tutulan 2 bin 750 ton amonyum nitrattı. Uzmanlara göre patlayan madde 2.2 kiloton TNT’ye eşit. Yanında da bir havaifişek deposu vardı. Patlasın diye yan yana gelmiş iki tehlike!

Bazı kaynaklara göre yangın 9 No'lu ambarda çıktı. Başka kaynaklara göre de işçiler ambarın gevşeyen kapılarını tamir etmeye ve duvarda açılan bir deliği kapatmaya çalışıyordu. Bu sırada kaynak sıçraması yangına yol açtı. Korkunç ihmallerin yanı sıra sabotaj ihtimali de konuşuluyor.

***

Limanın patlamadan önceki ve sonraki hali Lübnan’daki sistemin özetini veriyor.

Hikâye şu: 23 Eylül 2013’te Roussus adlı Moldovya bandıralı gemi 2 bin 750 ton amonyum nitrat yüküyle Gürcistan’ın Batum limanından Mozambik’in Beira Limanı'na gitmek üzere yola çıkıyor. 2-3 Ekim’de İstanbul’dan geçiyor. 21 Ekim’de teknik arıza nedeniyle Beyrut Limanı'na giriyor. Yetkililerin yaptığı arama sonucunda evraklarda eksiklikler tespit ediliyor ve gemi alıkonuluyor.

Rus kaptan ile biri Rus diğerleri Ukraynalı 9 mürettebat gemide tutuluyor. Sonradan kaptan ve üç mürettebat dışındakiler bırakılıyor.

Geminin Kıbrıs’ta yaşayan Rus asıllı sahibi gemisine, kargonun sahibi yüküne sahip çıkmıyor. Mal ortada kalıyor. Vadesi gelmiş ödemeler için geminin sahibine, kiralayanlara ve kargo sahiplerine ulaşılamıyor. Bir iddiaya göre mürettebatın tutuklanmayıp gemide tutulmasının nedeni de Lübnanlı yetkililerin geminin tehlikeli yükle limanda kalmasını istememesi.

Mürettebatın bırakılması için diplomasi devreye sokuluyor. Sonra basın üzerinden baskı kuruluyor. Bir hukuk firması, mürettebatın ülkelerine dönmesine izin verilmesi için Beyrut’ta yargıya gidiyor. Avukatlar mürettebatın gemi ambarında bulunan yükün tehlikeli doğası nedeniyle karşılaştığı acil tehlikeye dikkat çekiyor. Ve bu gerekçeyle mürettebatın bırakılması sağlanıyor.

Yetkililer "Gemide tutmak tehlikeli" diyerek yükü limana indiriyor.

O gün bugündür yük uygun bir açık artırma ya da elden çıkarma işlemi için limanda bekliyor. Geminin kaptanı Boris Prokoşev da patlamadan sonra şu bilgileri verdi: Kaptan ve 3 mürettebat gemide 11 ay mahsur kaldı. Geminin sahibi ücretleri ve liman borcunu ödemeden kendilerini yüzüstü bıraktı. Mürettebat avukat tutabilmek için gemideki yakıtın bir kısmını sattı. Mürettebat mahkeme kararıyla 2014'te bırakıldı. Kargo limanda tutulurken gemi 2014’te Ukrayna'ya döndü.

Mürettebat için tehlikeli bulunan yük adeta Beyrut’u yakıp yıksın diye öylesine 6 yıl tutuluyor! Kimisi “Yasal süreç uzadı, böyle oldu” bahanesine sığınıyor; kimisi “Alınan kararlar yerine getirilmedi, çağrılara uyulmadı” diyor.

Liman yetkilileri dün 2014-2017 arasında Gümrük Müdürlüğü’nün mahkemeye 6 kez uyarı mektubu göndererek acil karar alınmasını istediği bilgisini paylaştı. Mektuplarda amonyum nitratın ‘gübre’ olarak içeride satılması, ihraç edilmesi veya orduya teslim edilmesi gibi çözüm önerileri de sunuluyor. Nedense mahkeme işi uzatıyor. En son Aralık 2019’da Devlet Güvenlik Ajansı yaptığı incelemenin ardından ambardaki tehlikeye dikkat çeken bir raporu Askeri İstihbarat Başkanlığı ve Başbakanlık Ofisi’ne gönderiyor. Yine adım atılmıyor.

***

Siyaseten sorumlu tutulması gereken ne kadar aktör varsa hepsi “Soruşturulsun, hesap sorulsun” diyor. Ne ala!

Bu fasla şunu diyerek başlayalım: Bu patlama aynı zamanda yozlaşmış sistemin infilakıdır.

Bununla yüzleşmek yerine içerideki politik hasımlar ve dışarıdaki uzantıları bu felaketi karşı tarafı yıpratma fırsatına çevirmenin derdinde. Baş aktör eski Başbakan Saad Hariri. Dün 2005’te limanın yanı başındaki ana yolda bombalı saldırıda öldürülen babası eski Başbakan Refik Hariri’nin mezarını ziyaret etti. Orada iki olay arasında bağ kuran bir tutum sergiledi. Refik Hariri Davası'nda 7 Ağustos’ta açıklanması beklenen karara atfen "Beyrut'u öldürdüler. Uluslararası Lübnan Mahkemesi kararı açıklamayı erteler mi ertelemez mi bilmiyorum" dedi. “Beyrut’u öldürdüler” dedirten bilgi ne ise paylaşmalı. Ya da “Başbakanlık koltuğundayken bütün uyarılara rağmen neden çaresine bakmadın” sorusuna yanıt vermeli. Hariri Aralık 2016-Ocak 2020 arasında başbakandı.

Bu süreçte kabinelerde Mervan Hamade ve Gazi Aridi gibi bakanlar bulundurmuş Velid Canbolat da Hariri ile aynı minvalde tepkiler veriyor. Yani Körfez-Batı eksenindeki Lübnan siyaseti Hizbullah’ı topun ağzına koyma arayışında. İsrail ve Amerikalı pek çok hesap da patlamayla Hizbullah’ı ilişkilendirmeye çalışıyor. Bu kamp Hizbullah’a götürecek bir ipucu çıkar umuduyla uluslararası soruşturma istiyor. Evet, Lübnan iç soruşturma için yetersiz ama uluslararası soruşturma da büyük güçlerin manipülasyonuna açık.

Bir taraf da İran’da nükleer tesis dahil kritik yerleri hedef alan patlamalardan sonra Beyrut’ta böyle bir şeyin yaşanmasından hareketle “Acaba İsrail’in parmağı olabilir mi” sorusunu soruyor. Medyaya konuşan İsrailli askeri kaynaklar “İsrail Beyrut’u bombalamadı. Patlama Hizbullah’ın silah deposunda olmadı” yönünde açıklamalar yaptı. Hizbullah kaynakları da patlamanın kendilerine ait silah depolarında meydana geldiği ve saldırının İsrail tarafından gerçekleştirildiği yönündeki iddiaların asılsız olduğunu duyurdu. Bu iki açıklama da sabotaj iddialarının yanıtı değil. Beyrut’tan konuştuğum bir kaynak “İlk inceleme patlamanın kaza sonucu yaşandığı yönünde. Sabotaj teorisi dışlanmıyor. Ama soruşturmanın sonucunu beklemek gerekiyor” dedi.

Söz konusu kaynak Hizbullah’ın limanın kontrolünde ne kadar etkili olduğu sorusuna da şu yanıtı verdi:

“Liman yetkilileri ve çalışanları arasında Hizbullah karşıtları dahil bütün partilerden insanlar var. Liman yönetimi Hizbullah dışındaki partilerin kontrolünde. Söz gelimi Gümrük Müdürü Bedri Daher, (Cumhurbaşkanı Mişel Avn’un kurucusu olduğu) Özgür Yurtsever Hareketi ile bağlantılı. Beyrut Liman Müdürü Hasan Koraytem, (Saad Hariri’nin liderliğindeki) Gelecek Hareketi’nin adamı. Limanın diğer bölüm müdürleri Lübnan Güçleri ve Falanjistlerden. Emel Hareketi’nin de içeride adamları var. Hizbullah’ın silah sevkiyatı için Beyrut Limanı'nı kullanması mantıklı değil. İsrailliler, Amerikalılar ve Avrupalılar da Hizbullah’ın silahları getirmek için Suriye sınırlarını kullandığını biliyor.”

***

Bütün bunların ötesinde ortada patlamayı bekleyen 2 bin 750 tonluk amonyum nitratı sorun etmeyen hükümet, yargı ve bürokrasi var. Hesaba çekmeye ya da hesaba çekilmeye imkân vermeyen bir sistemin parçaları rahatça sorumluluktan kaçabiliyor. Mezhepsel ve dinsel parsellemeyle derinleşmiş siyasi bölünmüşlükte birinin ötekine hesap sorması potansiyel olarak çatışma nedeni.

Geçmiş olsun demek için aradığım isimlerin başında gelen meslektaşım Ali Haşim bir tweet attı:

“Çernobil, Sovyetler Birliği'nin sonunu getirdi. Bu patlama da etkileriyle bir iç savaş boyutunda. Merdivenin tepesinden dibe doğru bu yozlaşmış, başarısız ve komplocu politik sınıf için dayanılmaz bir depremdir. Gerisi meçhul!”

İnsanlar aylarca sokaklarda yolsuz düzene veryansın etti. Bu düzenin çarklarında bir ya da iki kişi yok; her bir köşede siyasi elitler, aile şirketleri, mezhep-din tabanlı partiler, iç savaştan kalma milis yapılar ve her şeyi tekeline almış siyasilerle bağlantılı imtiyazlı şirketler oturuyor. Ve hizmet alırken buna rıza gösteren topluma sinmiş çarpıklık da cabası.

Dün Lübnan’ın gündemi açlık, yokluk ve geleceğe dair ümitsizlikti. İntihar ve şiddet vakıaları baş göstermişti. Petrol sıkıntısı ve elektrik kesintileri had safhaya ulaşmıştı.

Lübnan şimdi altından kalkamayacağı bir darbe aldı. Bu darbeyle nereye gider? Çöküşe mi, dirilişe mi? Bu felaket ya Lübnan’ı kendi ortak kaderi için birleştirip ayağa kaldıracak ya da daha büyük felaketlere götürecek. Lübnanlılar zor zamanlarda olağanüstü dayanışmasıyla da bilinir. İletişim kurduğum dostlarım “Bunun altından kalkacağız” diyor. Büyük bir inanç.

Liman, Lübnan’ın can damarı. Yeniden inşa edilmesi lazım. Bir süreden beri Hizbullah ve müttefikleri Batı’nın koşullu desteğine karşın Çin, Rusya ve İran’la ortaklığa kapı aralanması gerektiğini savunuyordu. Karşı kamp da buna izin vermiyordu. Bu durum değişir mi? Lübnanlı araştırmacı Ali Murad’ın bana söylediği şu:

“Bazı önemli adımlar atılacak. Lübnan’ın alternatif çareler üretmesine karşı çıkanların pozisyonu zayıfladı. Mesela patlamadan sonra limanın geliştirilmesi konusunda Çinlilerin verdiği teklifi reddetmek için bahaneleri olmayacak. Ve limanın Çinli şirket tarafından inşa edileceğine inanıyorum.”

Çinli şirketin aracısı ekonomist Hasan Mukallat da dün limanı inşa teklifini yineledi.

Fakat Lübnan’ın kendi iç düzenindeki açmazlar, yetersizlikler ve yolsuzluklar bir kenara ülkenin ekonomik çöküşüne oynayan aktörlerin çabaları da bitmeyecektir. Zor zamanda Lübnan’a el atanların ikinci adımı dayatmalarla gelecektir. Amerikalılar, bazı batılı ortaklar ve Körfez’den finansörler Lübnan’a “Hizbullah’tan kurtulmazsanız bu krizlerden çıkmanıza izin vermeyiz” diyen bir tutum içinde. Bu felaketten sonra da aynı mantığın yardımlar eşliğinde gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

***

Lübnan bu felaketten mezhebi bölünmüşlükten uzak yeni bir toplumsal sözleşmeyle çıkabilirse ne ala! Aksi halde ne tamamen öldüren ne de adam gibi dirilten ucube sistemle sıradaki felaketine doğru yürümeye devam edecek.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.