YAZARLAR

CHP, KADEM ve kadınların siyaseti

İktidar ve ana muhalefet partisi hatta iktidar ortağı MHP içindeki kadınların siyaset yapma biçimleri birbirinden hayli farklı. Yöntem farklı olmakla birlikte siyaset arenasındaki kadınların, kadın kazanımlarından sessizce vazgeçmeyeceği çok açık.

Politik gündemde haftanın konusu hiç şüphe yok ki CHP kurultayı. Ve kurultayda kadın politikacıların seçim başarısı, üzerinde durulmayı en çok hak eden konu çünkü siyasette kadın kotası, cam tavan haline gelebiliyordu. Cam tavan kavramı önemli ama söz konusu siyasete egemen erkek aklı olunca o yüzde 33 kadın kotasının kalın bir beton tavana dönüşebildiğini de görmüştük. CHP 37’nci Olağan Büyük Kurultayı'nda kadın kotası oranı, kadınlar için tavan sınır olarak kullanılmadı. Türkiye siyaseti için tartışmasız anlamlı ve önemli bir adım. Fakat daha önemlisi kadın politikacıların liste delerek seçilme başarısı. Toplamda dokuz kadının listelere rağmen seçilme başarısı sergilediği kurultayın ve aralarında Gazete Duvar yazarı Tuba Torun’un da bulunduğu seçilmiş kadın politikacıların dönüştürücü güç yaratacağını umuyorum. Yüzde 33 kadın kotasının üzerine çıkılması, feminist literatürün, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması yönünde gerekli görülen zihniyet dönüşümü için kritik eşik olarak tanımladığı, yüzde 33.5 oranına ulaşılması nedeniyle ümit vaat ediyor.

Kadın eşitlik mücadelesinin siyasi aklı dönüştürecek güce ulaşmasını sembolize eden ama sembolik olmaktan çok daha öte derin izler bırakacak bu kurultayda en çok konuşulan isimlerden birisi de Av. Sevgi Kılıç oldu. CHP Beykoz İlçe Teşkilatı'nda görev alarak partisi için yıllarca çalışmış bir kadın politikacının siyasi başarısıyla değil başörtüsüyle gündeme taşınması ise kabul edilemez derecede haksızlık ve saygısızlık. Oysa toplum yaşamında ve politik düzlemde dindar-seküler kutuplaşma ekseni, giderek belirginleşen şekilde dağılmaya başlamıştı. Hala bu kutuplaşma eksenine tutunmaya çalışanların varlığı, gündelik hayatın bize gösterdikleriyle uyumlu değil. Esasen dini inanç ve hayat tarzının, politik tercihler için belirleyici konumda sayılmasıydı tuhaf olan. Tuhaftı ama AKP öncesinde de günümüzde de siyasi aktörler için kolay seçim başarısı getiren, kışkırtılmış ayrışmaların sonucuydu. Sevgi Kılıç’ın siyasi mücadelesi ve başarısı, kadın eşitlik mücadelesine olduğu kadar demokratik toplumsal dönüşüme de katkı sağlama potansiyeline sahip. Özetle eşitsizlikten beslenerek kadın düşmanlığını destekleyerek gücünü koruma hevesinin egemen olduğu politik iklime gayet güzel bir cevap verildi son CHP kurultayıyla. Parti yönetimi geçmişe kıyasla daha çok sayıda kadına listelerinde yer verdi ama delege, yönetimin öngördüğünden daha çok sayıda kadın politikacıyı seçti. Kadın eşitlik mücadelesinde önemli bir eşik, ana muhalefet partisinde böylece aşılırken diğer partilerin eşiği aşmakta yarışmasını umalım.

Korumak istedikleri şeyin aile kurumu değil hegemonik erkeklik olduğuna şüphe bulunmayan kadın düşmanları, Fatma Şahin ve KADEM başta olmak üzere iktidar mensubu kadın politikacılara yönelik saldırılarını sürdürüyor. Giderek dozu artan saldırılar karşısında iktidar partisindeki kadın politikacılar ve iktidarla ilişkili, yakın hisseden, yakın duran sivil toplum örgütleri mensubu kadınlar zor durumda. KADEM başta olmak üzere iktidara yakın bütün kadın sivil toplum örgütleri ve politikacı kadınlara yönelik çirkin yakıştırmalar, bütün kadınlara yapılmış saldırıdır. Bunu herkes böyle bilmeli. Bağımsız kadın örgütleri, kadın hakları savunucuları ve Türkiyeli feministler saldırıların, kadını ikincilleştiren ataerkil zihniyetin ürünü olarak ayrımsız şekilde kadını hedef aldığını biliyor. Ayrımsız bütün kadınlar olarak yan yana bu saldırılara karşı koyma kararlığıyla dayanışmayı örgütlemek için çaba harcanıyor. Dayanışma, kurumsal siyasette veya sivil alanda çalışan kadınların üreteceği politikalarla hiç uzağımızda değil. Ellerimizi birbirimize uzatmamız yeterli. İdeolojik farklılıklarımız bize kadın kimliğimizi unutturmadığı takdirde veya politik seçimlerimizi ortak kadın politikamızın bir adım gerisinde tutabildiğimiz ölçüde ataerkil kadın düşmanlarının saldırılarını birlikte önlemek mümkün olacaktır.

İstanbul Sözleşmesi, Erdoğan’ın “fesih için 5 Ağustos tarihini işaret ettiği” şeklindeki haberler üzerine kadın hareketi gündeminde ilk sıraya yerleşti, Türkiye’nin imzasını çekme ihtimaline karşı KADEM ve ona yakın kadın örgütlerinin de benzer endişeleri yaşadığını biliyor tüm kadınlar. KADEM Başkanı Saliha Okur Gümrükçüoğlu, tarafından yapılan sosyal medya paylaşımı, İstanbul Sözleşmesi ve şiddetle mücadele açısından olduğu gibi kadın hakları ortak savunusu açısından da çok kıymetli. İstanbul Sözleşmesi karşıtlığını, “her türlü olumsuzluğu sözleşmeye yüklemek kolay geliyor” şeklinde tanımlaması, düşünsel ortaklığın ifadesi sayılır. Bu kadar benzer görüşlere sahipken kadınların mücadelede ortaklaşması zor olmayacaktır. Özlem Zengin’in “bir araya gelme” çağrısını da yukarıdaki sosyal medya paylaşımıyla birlikte değerlendirmek yerinde olur.

İstanbul Sözleşmesi, CEDAW, Lanzarote Sözleşmesi gibi kadın ve çocuk haklarının hayata geçmesi için düşünülmüş bütün uluslararası hukuki metinlere itiraz edenler, kadınları bölerek yönetmeyi iyi bilir. Böl ve yönet taktiğini bugün iktidar partisi üzerinde de uygulamaya koyuldukları anlaşılıyor. AK Partililer ve AKP’liler ayrımıyla, “erguvanî AKP” isimlendirmesiyle iktidar partisi mensuplarının bir kısmını “teslim alma” hevesi açıkça görülüyor. Tabi şantaj siyasetinde el yükselterek “en yakın seçimde…” tehditlerine başvurmaları da iktidarın kadın politikacıları ve yakın sivil toplum örgütlerinde politika üreten kadınların, sözleşmeden taviz vermeyen tutum alışlarıyla ilgili olmalı. Kamuoyuna yukarıda örnek verdiğim az sayıda çıkış yansıyor belki ama saldırıların yoğunlaşması ve tehditlerin sertleşmesi, parti içinde kadınların, güçlü bir mücadele vermekte olduğunu gösteriyor.

İktidar ve ana muhalefet partisi hatta iktidar ortağı MHP içindeki kadınların siyaset yapma biçimleri birbirinden hayli farklı. Yöntem farklı olmakla birlikte siyaset arenasındaki kadınların, kadın kazanımlarından sessizce vazgeçmeyeceği çok açık. Şüphesiz Devlet Bahçeli İstanbul Sözleşmesi lehindeki açıklamalarını MHP Kadın Kollarınca yayınlanan ve akademik seviyesi de yüksek metinlerden aldığı bilgiyle ve kadın politikacıların baskısıyla yapmıştı. Tıpkı Kemal Kılıçdaroğlu’nun grup toplantısındaki kadın taleplerini dile getiren konuşması ve parti meclisinde daha çok sayıda kadın politikacıya yer verme eğiliminin, kadınların yönlendirmesiyle gerçekleşmesi gibi. Bu çerçevede Recep Tayyip Erdoğan’ın da “incelensin, bakılsın” minvalindeki yaklaşımla İstanbul Sözleşmesi, istismarcı affı gibi konuları sürekli öteliyor oluşu yine kadın politikacıların dirayetli duruşuyla izah edilebilir.

Siyasetin kadınları, partileri içindeki güçlerini, ilişkide olsunlar veya olmasınlar bağımsız kadın hareketinden alıyor. Bu gerçeğin herkes tarafından teslim edilmesi, aktif politikacılar ve sivil toplum gönüllüsü kadınlar arasındaki ilişki ve işbirliğinin arttırılmasına katkı sağlayacaktır. İşte o zaman hegemonik erkeklik savunusunu sözleşme karşıtlığıyla perdeleme taktiği izleyen kadın düşmanlarının siyaset üzerindeki baskısı püskürtülebilir. Kadın kazanımlarının tehdit altında tutulmasından siyasi fayda umanların bu sefer kadın ve çocuk haklarından yana politika üretmesi ihtimali kuvvetlenir. Siyaset yapma biçimleri ne kadar farklı olursa olsun siyasetin kadınlarına ilkin sivil toplumla, kadın örgütleriyle ilişkilenme ve ardından bu ilişkinin sağlayacağı kolaylaştırıcı etki sayesinde, parlamentoda diğer kadın politikacılarla ortak tutum alma sorumluluğunu yüklüyor, kadın düşmanlarının saldırıları. Öyle görünüyor ki böylesi bir kadın dayanışması için niyet beyanları aşaması tamamlanmış halde. Gerisi, belki de an meselesi, bekleyip görelim.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.