YAZARLAR

Siyasi kredi batmaz mı?

İktidar bugünün siyasi krizini, yüksek riskli siyasi kredi kullanarak aşmaya çalışıyor. Kesesinden yemediği borcu başkalarının sırtındaki kamçıya çeviriyor. Sağlayamadığı ve giderek kaybettiği gücünü geleceğe kaçarak veya gelecekten çalarak tamamlıyor. “Yüzdürme” yöntemiyle ekonomik kriz ne kadar idare edilebiliyorsa, siyasi kriz de o kadar idare edilebilir. Ve bir süredir deneyimlediğimiz üzere, bu sanıldığı kadar kısa ömürlü değil.

Açıklanmamış atama, verilmemiş karar, sonuçlanmamış ihale veya henüz açılmamış paket. Bunların hepsi uygun kullanım yöntemleriyle, yapılmış olanlardan çok daha etkili olabilir. Bir göreve yapılan atama, verilen ihale, yerine getirilmiş vaat ancak sınırlı sayıda insanı tatmin edebilir. Beklenti çevresi daha geniş tutulursa bekletilenler, çok daha fazla insanı çok daha uzun süre umut ve itaate ikna edebilir. Aynı yöntem negatif motivasyon olarak da kolayca işletilebilir. Açılmamış soruşturma, verilmemiş hüküm, kesinleştirilmemiş adım, olası hedeflerden daha geniş bir kesimde caydırıcı (korkutucu) olabilir. “Demokles'in kılıcı” metaforunda olduğu gibi havada tutulan sopa, vurulan darbeden daha çok hasar verebilir.

Merkezi ve denetimsiz bir keyfilikle sürdürülebilen bir düzen yaratılınca ama daha önemlisi bunun karşısında direnebilecek bir şey bırakmayıp durum sadece teslim olunacak realite haline getirilince, bu yöntemler daha kolay sonuç veriyor. Pek çok sorunun hatta krizin doğrudan sebepleri arasında yer alan “lütuf düzeni”, kendi yarattığı sorunların üzerinden atlamaya veya onları sürükleyip devam etmeye (yüzdürmeye) yarayan araç olarak işlevini devam ettirebiliyor. Bunun için “daha fazlasını” yapabileceğine ilişkin inancı diri tutmak, kuru gürültüye etkili hamleler eklemek yeterli. Geçmişten korku, gelecekten güç takviyesi böyle temin edilebiliyor.

İçinden geçilen krizlere çözüm üretememesine hatta belirsizliği büyütmesine rağmen, iktidardaki otoriterler gemilerini bir süre daha yüzdürmeyi başardıkları gibi, gözlerin üzerlerinde kalmasını da sağlıyorlar. Krizden beslenmeleri (fırsat çıkartmaları ya da buna inandırmaları), parçası –veya kaynağı– oldukları belirsizliği avantaja çevirmeleri mümkün oluyor. Aslında istikrarsızlığın başlıca sebeplerinden biri olan bu yönetme biçimi, “istikrarın devamı” iddiasını taşımaya devam edebiliyor. Bu, sadece hasarlı veya zayıf demokrasilerin sorunu değil: ABD’den Hindistan’a, İngiltere’den Türkiye’ye kadar aynı torbaya sokulması zor çok farklı örneklerde aşırı benzer biçimde karşımıza çıkıyor.

Meselenin ekonomik veçhesinde, muhatap aktörlerin önemli bir kısmı “yüzdürme” veya “fırsat kollama” reflekslerine çok yatkın oldukları için, onları “idare etmek” biraz daha zor. Bu yüzden seçilmiş grupların “yüzlerini güldürmek”, tatmin etmek, seçilmiş çarkları hızla döndürmek önemli. Ancak ekonominin daha geniş kalabalıkları ilgilendiren politik yüzünde ise “oyalama” daha kolay işliyor. Ağır işsizlik baskısına açılacak yeni kadro, ağır yoksulluğa daha fazla borç reçetesi kolayca yazılıyor. Bahadır Özgür’ün yazısının başlığında olduğu gibi “gelecek hırsızı iktidarlar” bugünlerini böyle kurtarıyor. Ekonomide de siyasette de geleceğe kaçan veya gelecekten çalan bir uzatma tıkır tıkır işliyor.

Ekonomik tıkanmanın, geleceği erken elden çıkartarak, bazen ihtiyat akçesini bile satarak ne kadar aşılabileceği, tahammül eşiklerinin ne kadar daha esneme payı kaldığı çeşitli parametrelerin dikkate alınması gereken derin bir tartışma. Ancak meselenin siyasi tarafında –bazen çok yüksek siyasi beceri gibi anlatılan– aslında epey kaba bir işleyiş söz konusu. Elde tutulan sınırlı malzemeyle maksimum sonuç üretmek, yapılanlar yanında yapılabileceklerin de kullanışlı (“satılabilir”) olmasını sağlamak için öz kaynakların çok üzerinde bol siyasi kredi kullanmak gerekiyor. Tıpkı ekonomik krizi aşmak için daha fazla borç bulma derdine düşülmesinde ve herkesin de buna teşvik edilmesinde olduğu gibi. Tıpkı geleceğin bugünden satışa koyulmasında, eldeki avuçtakinin yapay dengenin devamı için harcanmasında olduğu gibi.

İktidar bugünün siyasi krizini, yüksek riskli siyasi kredi kullanarak aşmaya çalışıyor. Kesesinden yemediği borcu başkalarının sırtındaki kamçıya çeviriyor. Sağlayamadığı ve giderek kaybettiği gücünü geleceğe kaçarak veya gelecekten çalarak tamamlıyor. “Yüzdürme” yöntemiyle ekonomik kriz ne kadar idare edilebiliyorsa, siyasi kriz de o kadar idare edilebilir. Ve bir süredir deneyimlediğimiz üzere, bu sanıldığı kadar kısa ömürlü değil. Yapılanlar, yapılması ihtimali (tehdidi) canlı tutulanlar ve yapılmayacak olmasına rağmen hep gündemde kalanlar karma bir paket halinde bir tür siyasi borsa ürününe çevrilmiş durumda. Bu yüzden doldurulan veya engellenen bir gündemden daha çok gündemin artık bundan ibaret olduğunu düşünmek daha doğru.

Sersemletici bir saldırganlık ve ölçüsü kaçmış bir acelecilikle siyasi ataklar peş peşe gündeme sokuluyor. Muhtemelen önümüzdeki günlerde yenilerine tanık olunacak. Meclis bir süre tatile gireceği için yasama eliyle atılacak adımların bazıları belki biraz bekletilecek. Fakat bir kısmı beklenenden hızlı hayata geçen, bir kısmı ise hiç gerçekleşmeyecek olsa da ılık tutulacak tartışmalar, başlıklar, hamleler hiç azalmayacak. Kredi musluklarını açarak hatta zorla borç pompalayarak piyasada canlanma temin etmeye çalışmanın paralelinde, siyasi krize çare olacak hareketlilik de benzer zorlamalarla sağlanacak. İktidar siyasette de olmayan kaynakları gelecekten borçlanarak karşılamaya çalışacak.

Bu siyasi hareketliliğin kalıcı sonuçları ve özellikle de gelecekten harcanmış tarafları az değil. Mesela baro meselesi bir biçimde –belki AYM olabilir– durdurulamazsa veya İstanbul Sözleşmesi tartışmalarına erken tavır alınmazsa, bu gelişmelerin gündem doldurma çabasından daha fazlasına mal olacağını görmek ve düşünmek için epey sebep var. Yapılanlara, yapılabilir diye işaret (ima) edilenlere ve köpürtülen meselelere sadece suni gündem diye bakmak gerçekçi olmayabilir. Zaten bu gündem kalabalığının bir nedeni de Ayasofya ile baro meselesini, İstanbul Sözleşmesi ile sosyal medya tartışmasını aynı bulanıklıkta harmanlayabilmek.

İktidarın gündem değiştirmeye çalıştığı iddiaları, “sokağa çekilme” tuzağı benzeri bir gerekçeye dönüşmüş durumda. İktidarın açtığı tartışmalar ve attığı adımların –bazıları öyle olsa bile– tamamını “gündem değiştirme çabası” olarak görmek, “tuzaktan” kaçarken gündemin dışına düşmek sonucunu doğurabilir. İstanbul Sözleşmesi tartışması, baro düzenlemesi, bazı önemli dış politika hamleleri “perdeleme arayışı” olarak geçiştirilemeyecek ciddi gündem maddeleri gibi duruyor. Ekonomik krizi borca batarak ve herkesi sokarak aşma çabası apaçık “gelecekten çalmak“. Aynı şekilde siyasi hamlelere bakılınca da iktidarın gelecekten harcadıklarını görmek gerek. En azından iktidarın memleket kesesinden bu kadar kolay borçlanamıyor olması lazım.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).