YAZARLAR

Emperyalizm: Çok uluslu şirketler…

Çok uluslu şirketler klasik emperyalizm döneminde olduğu gibi bugün de küresel sermayenin en önemli örgütlenme hücresini oluşturuyor. Sermayenin küresel ve bölgesel hareketliliği, yayılma ve egemenlik alanları bu yapılar eşliğinde şekilleniyor, gerçekleşiyor. UNCTAD verileri ABD’nin küresel düzeyde ÇUŞ’lar üzerindeki hakimiyetinin hâlen sürdüğünü, yani hâlen süper emperyalist güç olma özeliğini koruduğunu ortaya koyuyor. Ama bu gücü Çin merkezli “Asya Fabrikası” karşısında giderek azalıyor.

Toplumsal teorilerin yaşam ya da varoluş süreleri gerçekliği yorumlama kapasiteleri ile sınırlıdır. Bu kapasitelerini yitirmeleri teorileri geçmişe hapsederek, eski bir yorum haline getirir (teorinin ölümü). Gerçekliği açıklama gücü olan teorilerin “eskisi” olmaz; yeni koşulları olan yeni gerçekliğe ilişkin, yeni yorumlanış biçimleri olur. Lenin’in emperyalizm teorisi de bunlardan biridir. 20'nci yüzyılın başında kapitalizmin küresel ölçekte yarattığı çelişkilerin analizidir; ama onunla sınırlı da değildir. Geçmiş yazılarımızda “devlet/sermaye” kompleksi bağlamında tartışmaya başladığımız emperyalizm çelişkisi, 20'nci yüzyılın başında tekil sermaye bloklarının ulusal karakterlerini güçlendirerek devletler arasında siyasal bir çelişkiye dönüşmüş ve emperyalizm savaşlarını yaratmıştır. Sermaye çelişkisinin devletler arası siyasal çelişkiye dönüşümü Lenin’in emperyalizm teorisinin kendisi değil, sonucudur. Lenin’in Kautsky’e yaptığı eleştirileri hatırlayalım. Lenin’e göre emperyalizm tek başına siyasal bir projenin ürünü olmadığı için, emperyalizm çelişkisinin de tek başına siyasal bir çözümü olamaz. Emperyalizm, kapitalizmin doğal sonuçlarından biridir.

Lenin sömürgecilik ve emperyalizmin eski bir birliktelik olduğunun altını çizer. İlki doğrudan siyasal bir tahakküm biçimidir ve tarihi çok eskilere uzanır. İkincisinin “genelleşmiş” bir sömürü aygıtına dönüşmesi kapitalizmle mümkün olmuştur. Bu nedenle emperyalizmin dün ve bugün kazandığı biçimlerin doğru olarak anlaşılması sermayenin küresel ölçekte nasıl toplumsallaştığının doğru analiz edilmesiyle mümkündür. Lenin’in bize “ev ödevi” olarak bıraktığı “analiz yöntemi” de işte budur. İlk yazımda ana hatlarıyla değindiğimden burada yeniden tekrar etmiyorum.

Bir önceki yazımda küresel meta zincirleri analizini kullanarak bugün küresel ölçekte kapitalizmin üretim ve ticaret ağları ve bu ağların oluşturduğu iş bölümüne ilişkin gözlemleri paylaştım. Bu yazımda, bu yapıların merkezi kurumları olan çok uluslu şirket (ÇUŞ) oluşumları için gözlemler aktaracağım; bu gözlemlerin Türkiye ve emperyalizm tartışmaları içinde yararlı bir zemin sunacağını düşünüyorum (1). Burada sunulan gözlemler UNCTAD (2) verilerinin “devlet ve sermaye” perspektifiyle yeniden düzenlenmesiyle elde edilmiştir. Elde edilen sonuçlar tablolar halinde sunulmaktansa, genel eğilimler olarak paylaşılmaktadır.

UNCTAD, ÇUŞ’lar için gözlemlerini “küresel” ve “gelişmekte olan ülkeler” şeklinde ayrıştırdığı iki farklı düzeyinde, finansal olmayan en büyük 100 ÇUŞ’u kapsayan bir sınıflandırmayla sunmaktadır. Yazının izleyen bölümünde ÇUŞ tanımını UNCTAD’ın analizine uygun olarak finansal olmayan şirketler için kullandığımızı belirtelim ve ilk olarak UNCTAD’ın 2019 yılı için sunduğu, küresel olarak en büyük 100 ÇUŞ’lar için temel eğilimleri paylaşalım:

Dünyanın en büyük ÇUŞ’ları 19 devlet arasında dağılmaktadır. Bu şirket topluluklarının 13 tanesi merkez kapitalist, 6 tanesi ise çevre/yarı çevre ekonomilere aittir. Hemen belirtelim bölgesel güç (alt-emperyalist) olma arzusunda olan Türkiye’nin bu yapılar içinde yeri yoktur.

Merkez kapitalist devletler menşeli ÇUŞ’lar toplam varlık büyüklükleri ve devletlerin sahip olduğu şirket sayılarına (parantez içinde) göre şöyle bir dağılım sergiliyor: ABD (19), İngiltere (13), Japonya (9), Almanya (11), Fransa (15), İtalya (3), İspanya (3), Belçika (1), Kanada (3), İrlanda (1), Lüksemburg (1), Norveç (1), Hollanda (1).

Bu grupta yer alan çevre/yarı çevre ekonomi (Ç/YÇ) menşeili ÇUŞ’ların büyüklük ve şirket sayılarına göre dağılımları ise şu şekildedir: Çin (9), Hong Kong (1), Tayvan (1), Güney Kore (1), Suudi Arabistan (1), Malezya (1).

2019 yılında bu şirketlerin varlık değeri toplamı 27.087.199 milyon dolar olup; 29 milyon 254 bin 752 kişi istihdam etmektedirler. Devletlerin bu yapıların toplam (varlık/istihdam) içindeki (yüzde payları) en büyük olanlar- ABD (14.8/19), İngiltere (6.6/3.9), Japonya (7.4/4.8), Almanya (7.6/9.3), Fransa (6.6/7.2) ve Çin (7.2/8.7)- şeklinde sıralanıyor. Diğer devlet merkezli ÇUŞ’ların bu yapılar içindeki varlık/istihdam payları yüzde 1 ile 0.2 gibi görece önemsiz bir aralıkta seyretmektedir.

Elbette bu yapılar belirli bir devlet oluşumlarıyla eşleşseler de sermayenin küresel düzeyde ortaklıklarını da temsil etmektedirler: Bu yapıların yabancı iştirak payları dikkate alındığında şöyle bir eğilim gözlem belirginlik kazanmaktadır: Varlık yapılarında yabancı sermaye payları (yüzde olarak) en düşük olan devletler, sırasıyla, Suudi Arabistan (13), Güney Kore (29), Malezya (29), Çin (36) ve ABD (40)'dir. Yani bu devletlerin en büyük ÇUŞ’ları bir yönüyle “ulusal” diyebileceğimiz karaktere sahiptirler.

Diğer devletlere ait ÇUŞ’ların yabancı varlık payları ise yüzde 60-97 aralığında değişim göstermektedir: Almanya (69), Japonya (61), Fransa (62), Tayvan (87), İngiltere (90), Hong Kong (92).

Bu farklılıklar söz konusu devlet temelli ÇUŞ’ların sektörel özelliklerine bağlı olduğu kadar (özellikle petrol, enerji gibi stratejik sektörlerde faaliyet gösteren ÇUŞ’ların yurtiçi sermaye paylarının yüksek oluşu gibi); başka sermaye gruplarıyla kurulan küresel, bölgesel iş birliklerine bağlı olarak da değişim göstermektedirler. Örneğin, Tayvan ve Hong Kong menşeli ÇUŞ’ların yabancı katılım paylarının yüksek oluşu, geçen yazımızda tartıştığım, Çin merkezli bölgesel iş bölümü ve meta zincirlerinin bir sonucudur.

Faaliyet kolları dikkate alındığında ÇUŞ’ların (toplam varlıkları içindeki payları ve bu faaliyetlerde ÇUŞ örgütlenmesine sahip devlet sayıları) şu şekilde bir eşleşme sergilemektedir: Motorlu taşıtlar (17/12), madencilik (12.5/10), petrol rafineleri (10.8/8), telekomünikasyon (8.9/8), elektrik, gaz, su (7.4/9), ilaç sanayi (6.4/10), kompüter ve veri işleme (5.4/5), gıda sanayi (3.8/6), kimyasallar (2.8/5), perakende ticaret (2,3/2), e-ticaret (1.3/1), inşaat (1.1/1), tütün (1.1/1), tekstil ve giyim sanayi (0.6/1).

Aynı faaliyet alanı içerisindeki ÇUŞ’lar sayıca artıkça, bu alanlardaki rekabet çelişkisinin de artacağı beklenen bir eğilimdir. Nitekim, motorlu taşıtlar, madencilik, telekomünikasyon, enerji, ilaç sanayi gibi alanlar ÇUŞ’ların tekelci rekabet çelişkilerinin en yoğun olduğu faaliyet alanların başında gelmektedirler.

UNCTAD’ın ikinci gözlem seti 2018 yılı için Ç/YÇ ekonomilere ait en büyük 100 ÇUŞ’u içeriyor. Yine hemen belirtelim “büyük ülke” Türkiye’nin kendi konumunu temsil eden bu ülke grubu ÇUŞ’ları içerisinde de yeri yoktur. Bu yapıların toplam varlık değeri 8.388.765 milyon dolar, çalışan sayısı ise 13 milyon 212 bin 487 kişi. UNCTAD’ın iki veri seti arasında bir yıllık fark olsa da, bu yapıların göreli büyüklüklerini karşılaştırmak yine de öğretici olacaktır. Ç/YÇ ekonomilere ait ÇUŞ’lerin toplam varlıkları ve istihdam büyüklükleri, merkez ekonomilere ait ÇUŞ’ların, sırasıyla, yüzde 35 ve 42,2’sine karşılık geliyor. Bu azımsanmayacak bir büyüklük ve son on yılda giderek güçlenerek küresel kapitalizmin yeni bir gerçekliğine dönüşmüş durumda.

Bu bloku kendi içinde incelediğimizde ise şu temel gözlemlere erişiyoruz: Çin, Ç/YÇ ekonomilerin en büyük 100 ÇUŞ’unun 34’üne ve bu yapıların toplam varlık büyüklüklerinin yüzde 52.7’sine sahip. Çin’i (ÇUŞ sayısı/toplam varlık büyüklüğünün yüzdesi olarak) Güney Kore (9/11.3), Hong Kong (10/6), Tayvan (7/3.8), Singapur (8/3), Malezya (5/2,6), Hindistan (5/2.3) izliyor. Birlikte “Asya Fabrikası” olarak tanımlanan bu grup Ç/YÇ ekonomilere ait 100 büyük ÇUŞ’ların 78’ine sahip ve bu yapıların üretim ve istihdamının yüzde 82’sini temsil ediyor.

Bu yoğunlaşmayı Meksika (4/1.7), Güney Afrika (4/1.2), Suudi Arabistan (2/5.3), Rusya (3/6.8), Brezilya (2/1.4), Birleşik Arap Emirlikleri (3/1), Şili (1/0.3), Katar (1/0.2), Kuveyt (1/0.2), Arjantin (1/0.1) izliyor.

Bu yapıların faaliyet alanlarına bakıldığında ise varlık dağılımlarında şöyle bir (yüzde) dağılım ortaya çıkıyor: Madencilik, petrol (24.9), elektrik, gaz, su (13.3), inşaat (10.9), petrol arıtma (6.2), kimyasallar (5.2), metal ve metal ürünleri (4.8), iletişim araçları (4.8), taşımacılık (4.2), gıda (3), kompüter ve elektronik donanım (1), tekstil ve giyim sanayi (0.1).

Devletler düzeyinde bu oluşumların varlık bileşimlerindeki (yüzde olarak) yabancı sermaye payları, en düşükten en yükseğe doğru, şu şekilde sıralanıyor:

Yabancı sermaye payları göreli olarak düşük ekonomiler: Rusya (9), Suudi Arabistan (12), Güney Kore (23), Çin (31), Şili (38), Brezilya (41), Malezya (43), Hindistan (44).

Yabancı varlık payları göreli olarak yüksek olan ekonomiler: Birleşik Arap Emirlikleri (51), Meksika (60), Hong Kong (60), Tayvan (64), Singapur (68), Güney Afrika (69), Katar (76), Arjantin (84), Kuveyt (92).

Tıpkı küresel 100 ÇUŞ’ta olduğu gibi bu grupta da yabancı sermaye payları düşük olan ÇUŞ’ların çoğu petrol, maden, enerji gibi stratejik sektörlerde yoğunlaşan devletlerde belirginleşiyor. Bu açıdan tek istisna Çin. Çin çok geniş bir faaliyet yelpazesine sahip ÇUŞ’lara sahip olsa da, bu yapıların “yerli” sermaye karakterini koruyor, güçlendiriyor.

SONUÇ YERİNE...

ÇUŞ’lar klasik emperyalizm döneminde olduğu gibi bugün de küresel sermayenin en önemli örgütlenme hücresini oluşturuyor. Sermayenin küresel ve bölgesel hareketliliği, yayılma ve egemenlik alanları bu yapılar eşliğinde şekilleniyor, gerçekleşiyor. UNCTAD verileri ABD’nin küresel düzeyde ÇUŞ’lar üzerindeki hakimiyetinin hâlen sürdüğünü, yani hâlen süper emperyalist güç olma özeliğini koruduğunu ortaya koyuyor. Ama bu gücü Çin merkezli “Asya Fabrikası” (alt-emperyalist bölge) karşısında giderek azalıyor. Bu eğilimin “uyum ya da çelişki” olarak yaratacağı sonuçların, bu yapıları şekillendiren “devlet/sermaye” komplekslerinin zaman içerisinde kazanacağı özelliklere göre içerik kazanacağını beklemek yanlış olmaz. Bu yapılar arasında şimdilik aksak olarak süren uyum (paylaşım) stratejisinin, rekabet (savaş) çelişkisinin derinleşmesiyle yerini emperyalist bloklar arasında siyasal krize bırakması (hegemonya krizi) ve her zaman ihtimal dahilindeki çözülme ve paylaşım savaşı sorununu tetiklemesi mümkündür.

Peki Türkiye bu sürecin neresinde ve hangi özellikleriyle yer almaktadır? Bu aslında gelecek yazıların konusudur. Ama yine de mega projelere, bölgesel güç, yerli ve milli söylemlerine müptela olmuş memleketim için birkaç örnek vereyim:

Mesela yerli ve milli otomobil projesini sokak panolarındaki resimlerinden çıkarıp, “duble” karayollarımıza, müteahhitlere peşkeş çekilen köprü ve tünellere indirmek mümkün mü? Şöyle yanıtlayalım; küresel motorlu taşıt pazarı (parantez içinde ÇUŞ sayılarıyla) Alman (4), Japon (3), Fransız (2), ABD (2), İngiltere (1), Güney Kore (3), Çin (1), Hindistan ( 1) şirketleri tarafından neredeyse kapatılmış vaziyette. Resim sokağa inecekse (!) milli ve yerli karakterinde tağşiş edilme kaçınılmazdır. Yani bu ya bu zincirlerin bir uzantısı olur ya da poster olarak kalırsınız…

Ya mevcut iktidarın bir anlamda organik sermaye koalisyonu temsil eden inşaat sektörüne ne demeli? Hani şu İstanbul Havalimanı’nı, Çanakkale Köprüsü'nü, Gebze-İzmir Otoyolu’nu, Büyük İstanbul Tüneli’ni, Anadolu Doğal Gaz Boru Hattını ya da şehir hastanelerini inşa eden.

Rönesans, Limak, Tekfen, TAV, Yapı Merkezi, Ant Yapı, Enka gibi gruplar Türkiye’deki iktidar yapısından bağımsız, küresel büyüklükteki sermaye grupları mı? Bu yapılar (parantez içinde ÇUŞ sayılarıyla) Asya ve Ortadoğu'da geniş hareket alanına sahip Çin (5), Hong Kong (2), Singapur (1), Malezya (1) gibi devletlerin inşaat sektöründeki ÇUŞ’larının gücünü temsil ediyorlar mı?

İzleyen yazılarımızın asıl sorularını bunlar oluşturuyor. Şimdilik şu saptamayla yetinelim. Bir devletin “emperyalizmle imtihanının” gerçek kimliğini sermayenin küresel belirlenimlerden bağımsız sorgulamamız mümkün değildir. Eğer devletlerin sermaye ayağı güçlü değilse ve hala alt-emperyalizm stratejisi izlemeye niyetliyse, bu yönelimi destekleyen tek strateji doğrudan devlet eliyle siyasal güç alanının genişletilmesidir. Bunun da siyasal literatürdeki adı alt-emperyalizmden çok alt-sömürgecilik olsa gerek…

1- Bir yarı-çevre ülke olan Türkiye’nin alt-emperyalizm yönelimi için İlhan Uzgel’in Gazete Duvar’da yayınlanan “Türkiye’nin Emperyalizmle İmtihanı” başlıklı yazısına bakınız.

2- Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı. Bu yapı Birleşmiş Milletlerin içinde olup, ECLA’nın (Latin Amerika Ekonomik Komisyonu) bir uzantısı olduğu kabul edilir.


Ahmet Haşim Köse Kimdir?

1960 Samsun doğumlu. Lisans ve yüksek lisans eğitimini ODTÜ İktisat bölümünde, doktorasını Hacettepe Üniversitesi İktisat bölümünde tamamladı. 2000 yılında A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Uluslararası Ticaret ve Kalkınma kürsüsünde yardımcı doçent oldu. Bu kürsüde sırasıyla doçent ve profesör olarak görev yaptı. 7 Şubat 2017’de bu kürsünün başkanıyken 686 sayılı KHK ile görevinden atıldı. İlgi alanı politik iktisat üzerine yoğunlaştı. Türkiye’de toplumsal sınıf haritaları, gelir bölüşümü, kalkınma alanlarında çok sayıda ortak ve kişisel çalışmalar yaptı. Evrensel ve Sol gazetelerinde dönemsel olarak yazıları yayınlandı. Karaburun Kongresi’nin düzenleyicilerinden biridir.