YAZARLAR

Emperyalizm: Sermayenin küresel zincirleri ya da uluslararası iş bölümü…

Küresel değer zincirlerinin (KDZ) hızla büyümeye başladığı dönem 1990’lı yıllar; 2008 küresel krizine değin KDZ’ler ileri ve geri bağlantılarını hızla genişleterek küresel üretim ve ticaret içindeki paylarını artırıyorlar. OECD verilerine göre küresel ticaretin yüzde 70’i bu yapıların ürettiği mallar üzerinden gerçekleşiyor.

Bir önceki yazımda (1) devlet ve sermaye ikilemiyle ele aldığım emperyalizme ilişkin tartışmayı küresel üretimin ve ticaretin örgütlenme biçimleri ve bu yapıların sahip oldukları özelliklerle sürdürüyoruz. İlk yazıda da belirtiğim gibi Lenin’in Kautsky’e yönelik eleştirileri bence bugünün emperyalizm tartışmaları için de merkezi öneme sahiptir; elbette küresel kapitalizmin sahip olduğu yeni özellikleriyle. Uzatmadan belirteyim. Lenin’in Kautsky’e eleştirisi ultra-emperyalizm teorisinin sonuçlarına olduğu kadar, II. Enternasyonalin dağılımına neden olanlardan biri olarak “eski” Marksist Kautsky’nin politik tutumuna karşıdır da. Lenin, Kautsky’i gerçekliği yanlış yorumlamakla, küçük burjuva reformisti ve dönek olmakla suçlamaktadır. Ona göre Kautsky’nin tanımı yalnızca yanlış ve Marksist olmamakla kalmıyor; bu tanım Marksist pratikle (sınıf mücadelesi) çatışan bir görüş sistemine de temel oluşturuyordu. Bu anlamda Lenin’in Kautsky eleştirisi, devrimci teorinin aynı zamanda bir pratik ve eylem bütünü olduğuna yönelik açık bir tutumun da ifadesidir. Lenin için bu reformist sapma Avrupa devrimleri üzerindeki en önemli engellerden biridir.

Ama elbette Lenin, Kautsky ile olan hesaplaşmasını yalnızca kendi devrimci tutumuyla sınırlamıyor, onu aynı zamanda gerçekliğin doğru yorumuna çağırıyordu. Lenin soruyor: “Salt ekonomik açıdan”, bir ultra-emperyalizm olanaklı mıdır, ya da ultra-saçma bir durum mu var burada? Ve ekliyor “ultra-emperyalizm hakkındaki ölü soyutlamalara verilecek en iyi yanıt, bunların karşısına bugünkü dünya ekonomisinin somut ekonomik gerçeğini çıkarmak olacaktır.”

Lenin’in gerçekliğe dönüşü, gerçekliği olgularla analiz ediş çabası, onun birçok temel çalışmasında öne çıkar. Bu çabanın onun için ilk en iyi örneği, 1899 yılında yazdığı Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi adlı çalışmasıdır. O çalışmasında, bu büyük devrimcinin Rusya’da devrime nasıl hazırlandığını, Rusya’nın toplumsal anatomisini mümkün olan tüm verilerle nasıl incelediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu açıdan bakıldığında emperyalizm çalışmasının da onun bu çabasının kapitalizmin küresel ölçeğine yöneltilmiş bir hali olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü teori ve pratik ancak gerçekliğin doğru yorumuyla sınanır.

Lenin’in mali-sermayeyi, tröstler, karteller ile ilişkilendirerek “kapitalizmin en yüksek aşaması olarak” tanımladığı emperyalizm analizinden geriye ne kaldı? Beklenen 20'nci yüzyıl devrimleri belki muzaffer olamadı, ama bence analizin özü bugünün gerçekliği içinde önemini tümüyle koruyor. Çünkü Lenin, Kautsky’e yaptığı eleştiride olduğu gibi, emperyalizmi bir dönemin yoğunlaşmış, ona özel, siyasal, örgütsel ilişkileri olarak değil kapitalizmin doğası, sonucu olarak yorumluyordu.

Lenin’in analizinde temel bir kavram seçmek gerekirse eğer, bence en önemli olanı Marx’ın “üretimin toplumsallaşması” olarak tanımladığı eğilime yaptığı vurgudur. Bu eğilim Marx için kapitalist üretimde bireysel emek kapasitesinin yerini giderek bileşik emek kapasitesinin aldığı, üretimin ve emek süreçlerinin artan ölçüde birbirine bağımlı olduğu, uzmanlaşma ve iş bölümünün arttığı dönüşüm ve ilişkileri tanımlamaktadır. Makineleşme, üretimdeki birleşmeler ve yoğunlaşmalar ve üretimin mekânsal örgütlenmesindeki dönüşümler kapitalist üretimin bu temel eğiliminin sonuçlarıdırlar. Lenin’in mali sermaye ile ilişkilendirerek tanımladığı tröstler, karteller ve bu örgütlenmelerin küresel yayılımı; yani emperyalizm özü itibariyle sermayenin küresel ölçekte toplumsallaşmasıdır. İşte Lenin’in emperyalizm teorisinden bize kalan da budur: Kapitalizmin küresel ölçekteki toplumsallaşma biçim ve özellikleri ile elbette bunların yarattığı çelişkileri analiz etmek…

Peki Kautsky’den geriye bir şey kalmadı mı? Elbette kaldı. Politik düzeyde bunun en önemli kanıtı burjuva reformizmi ve sosyal demokrat partilerdir. Onun “salt ekonomik ilişkiler” olarak teorik düzeyde mümkün gördüğü “kapitalist düzen içindeki savaşların bittiği, kartellerce izlenen politikanın dış politika alanına taşındığı, sermaye barışı, ultra-emperyalizm evresi” gerçekleşmese de “uluslararası ölçekte birleşmiş sermayenin yeryüzünü hep birlikte, ortaklaşa sömürdükleri” bir yeni evrede olduğumuz açık.

Bu birlikteliğin, bu yeni evrenin Kautsky’nin öngördüğü gibi küresel düzeyde bir “sermaye barışını” temsil etmediği de bir gerçek. Yine de ulus devletlerin mülkiyet rejimlerindeki dönüşümlerin, küresel düzeyde sermayenin kurduğu yeni ağların, devletlerin uluslararası sermaye üzerindeki denetim haklarına getirilen küresel “yasal” sınırlamaların, küresel sermayeye ulus devletlerle ilişkileri açısından kimi yeni özerklikler kazandırdığı da bir gerçek. Bu dönüşümlerin en canlı tartışmalarını “ulus ötesi sermaye sınıfı” analizlerinde bulmak mümkün. (2)

Şimdilik Lenin’in emperyalizmini anlamamız için zorunlu saydığı gözlemlere dönmek istiyorum; yani yazının başlığını oluşturan sermayenin zincirlerine, küresel üretim ve ticaretin örgütlenme biçimlerine.

Mevcut yazında bu alana ilişkin gözlemler “küresel değer zincirleri” kavramsallaşması üzerine yoğunlaşıyor. Kavramsallaşmanın teorik kökleri dünya sistemi analizlerine, Terence Hopkins ve Immanuel Wallerstein’in (1977) Küresel Sistem ve Meta Zincirleri çalışmalarına uzanıyor. Hopkins ve Wallerstein’in “üretimden nihai tüketiciye” uzanan küresel meta zincirleri analizleri daha sonra özellikle Gary Greffi’nin (1994) tekstil sanayisi için yaptığı “hammaddeden üretime” küresel üretim bağları analizleriyle yeni bir ivme kazandı. (3) Şimdilerde Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Dünya Bankası gibi kurumlar dahi bu kavramsallaştırma üzerinden küresel üretim ve ticaret ağlarını inceliyor ve veri paylaşıyor. Burada paylaşacağım gözlemlerin çoğu DTÖ’nün 2019 yılında yayınladığı “Teknolojik Yenilikler, Arz Zincirleri Ticareti ve Küreselleşmiş Dünyada İşçiler” başlıklı ortak çalışmaya dayanıyor. (4)

Küresel değer zincirleri (KDZ) kavramsallaştırması genel anlamıyla üretimin farklı mekanlarda örgütlenmesini, uluslararası iş bölümünü tanımlıyor. Bu örgütlenmede çok uluslu şirketler devletlerle birlikte merkezi role sahipler. Ürünün niteliğine göre ortaya çıkan iş bölümü karmaşıklaşabiliyor; karmaşıklaşma derecesi arttıkça da çoklu bağlantılara sahip şirketler ve bu şirketlerin bağlı olduğu devletler, aynı üretim içerisinde “sermaye-devlet kompleksi” olarak birleşebiliyor.

KDZ’nin hızla büyümeye başladığı dönem 1990’lı yıllar; 2008 küresel krizine değin KDZ’ler ileri ve geri bağlantılarını hızla genişleterek küresel üretim ve ticaret içindeki paylarını artırıyorlar. OECD verilerine göre küresel ticaretin yüzde 70’i bu yapıların ürettiği mallar üzerinden gerçekleşiyor. Zincirlerin kendi içindeki ticaret (üretimlerindeki ileri ve geri ara kullanım akımları) dünya ticaretinin üçte biri düzeyinde. (5)

KDZ’lerin son otuz yıldır büyümesini Asya, Avrupa, Kuzey Amerika’daki ekonomiler sürükledi. Bu oluşumlar içinde üç ülke -ABD, Almanya ve Çin- bir tür örgütlenme merkezi olarak belirleyici role sahipler. Çin’in bu rolü özellikle Doğu ve Merkezi Asya ile Pasifik bölgesinde belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu bölge ve Almanya’nın merkez rolünü üstlendiği Avrupa yayılımlı KDZ’lerin iktisadi ve jeopolitik açıdan en belirgin özelliği bölgesel yoğunlaşmaların öne çıkması.

ABD’nin merkez konumunda olduğu Kuzey Amerika, Latin Amerika, Karayip ve Güney Asya bölgelerine yayılan KDZ’ler ise bölgeler arası iş bölümüyle daha küresel nitelikli örgütlenmeler. Dünya Bankası verileri dikkate alındığında, Avrupa ekonomileri ihraç ettikleri ürünlerdeki ithal ara mal kullanımlarının yüzde 65’ini diğer Avrupa ülkelerinden tedarik ettikleri; bu oranın Doğu Asya’da yüzde 55 düzeyinde olduğu görülüyor. Latin Amerika ve Karayip bölgesinin ihraç ettiği ürünlerde kullandıkları ithal girdilerin sadece yüzde 26’sı kendi bölgelerinden karşılanıyor. Güney Asya’da bu oran yüzde 3 düzeyinde.

Bu zincirlerin bölgesel ve küresel düzeyde kurdukları iş bölümü ürünün niteliğine göre farklılaşıyor. İlgili yazında bu farklılaşma analitik açıdan farklı tanımlanabiliyor.(6) Yukarıda adını verdiğim DTÖ çalışmasında küresel düzeyde tüm üretim faaliyetleri dörtlü bir tasnife göre dağıtılıyor: (i) Yurtiçi ürünler, (ii) Geleneksel ticaret ürünleri, (iii) Basit KDZ ürünleri, (iv) Karmaşık KDZ ürünleri.(7)

DTÖ çalışmasından şu gözlemleri elde ediyoruz: 1995 yılını izleyen dönemde dünya ticaret artışı 2008 krizinin ardından yaşanan kısa süreli artışlar dışarıda tutulursa gerileme eğilimi sergiliyor. Bu eğilim 2011’den sonra yapısal bir nitelik kazanmış görünüyor. 1995-2008 yılları arasında (2001 hariç) dünya üretim artışının iki katı düzeylerinde gerçekleşen ticaret hacmindeki artış daralarak, düşen küresel büyüme oranlarıyla aynı büyüme seyrini izliyor (ortalama yaklaşık yüzde 3).

Küresel büyüme oranlarındaki düşüşün en önemli nedeni karmaşık mal üretiminin gerçekleştiği KDZ’lerdeki üretimin daralması. DTÖ yukarıda tanımladığımız dörtlü mal grubu temelinde 2012-2016 için yaptığı hesaplamada şu sonucu paylaşıyor: Tüm ticaret malları üretimi daralıyor. Bu malların büyüme oranları geleneksel ticaret mallarında (-yüzde 0.28), basit KDZ mallarında (-yüzde 1) ve karmaşık KZD mallarında (-yüzde 1,65). Yani küçülme özellikle çoklu “sermaye-devlet” kompleksine sahip üretim zincirlerinde gerçekleşiyor ve bu ise dünya ticaretinin daralmasına yol açıyor. Büyümenin gerçekleştiği mal grubu sadece yurt içi mallar.

Bu eğilimin ardında iki temel neden gizli. İlki özellikle Çin’de gerçekleşen (ama birçok “yükselen” ekonomide de izlenen) yurt içi ara mal üretiminin artması yani küresel iş bölümünde “sermaye-devlet” kompleksinin daha ulusal karaktere bürünmeye başlaması. Özellikle çevre ekonomilerde artan talep ve temel ihtiyaçların bu ülkelerin çoğunda yurt içi üretimle karşılanmasına doğru bir eğilimin güçlenmesi.

Konu ve gözlemler burada bitmiyor. İzleyen yazılarda bunları paylaşıp, tartışmaya çalışacağım. Ama şimdi KDZ’ler için çokça verilen bir iPhone örneğini paylaşarak yazıyı sonlandırayım.

Apple iPhone 4 tüketiciye ulaşana kadar söyle bir süreçten geçiyordu:(8) Çin, Güney Kore’den (80,05 dolar), Almanya’dan (16,08 dolar), Fransa’dan (3,25 dolar), Japonya’dan (0,70 dolar) ve diğer ülkelerden (62,79 dolar) girdi kullanarak iPhone 4 üretimini gerçekleştiriyor. Fabrika çıkış fiyatı (ABD’de ihraç fiyatı) 194,04 dolar olan bu üründe Çin sadece 6,54 dolarlık bir katma değer yaratıyor. Dağıtım maliyetleri de eklenince Apple şirketine ürün 295,05 dolara ulaşıyor. Ürünün tüketici fiyatı 600 dolar. İşte sorun da bu dağılımın yeniden yapılanmasında ortaya çıkıyor. Çin, iPhone üretiminde ara bağlantılarını azalttıkça ya da bu alandaki kendi ürün yelpazesini artırdıkça “sermaye-devlet” kompleksleri arasındaki uyumu da bozuyor.

iPhone üretiminin gerçek öyküsünü ise buradan görmek mümkün değil. Bu süreçte küresel sermayenin emek sömürüsü üzerinden kurduğu gerçek bağları Ahmet Tonak iPhone 6 ve 6 Plus için yaptığı çalışmada veriyor. Öyle bir ürün ki sömürü oranları yüzde 2458. Onun da vurguladığı gibi bu oran Marx’ın 1867’de yayınladığı Kapital’de ele aldığı örnekteki sömürü oranının 25 katı. Başka bir deyişle 21'inci yüzyılda iPhone’ları yapan işçiler, 19'uncu yüzyıl İngiltere’sindeki tekstil işçilerinden 25 kez daha fazla sömürülmektedir. (9)

Devam edeceğiz…

1 https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/06/05/emperyalizm-devlet-ya-da-sermaye/

2 Bu yazına yabancı olan okuyucu için şu iki kitabı öneririm: Kees Van Der Pijl (2014) Küresel Rekabet, Ankara: İMGE ve Gürsan Şenalp (2012) Ulusötesi Kapitalist Sınıf Oluşumu: Türkiye ve Koç Holding Örneği, İstanbul: SAV.

3 Bu çalışmayı izleyen Michael Porter (1985), Jennifer Bair (2005), Neil Coe ve Martin Hess (2007) gibi araştırmacıların çalışmaları bu alandaki ilgiyi küresel değer üretimi, ticaret örgütlenmeleri, bağlantıları (network) ve yönetişim gibi alanına taşıdığını belirtmek gerek.

4 https://www.wto.org/english/res_e/booksp_e/gvc_dev_report_2019_e.pdf

5 https://www.oecd.org/trade/topics/global-value-chains-and-trade/

6 Örnegin Gary Greffi malların niteliklerini tüketici (örneğin tekstil) ya da üretici (örneğin elektronik ürünler) belirlenimli şeklinde tanımlayarak küresel/sektörle iş bölümünü analiz ediyor.

7 Bu tasnifi şöyle okumak mümkün: (i) yerli girdilerle yurt içinde üretilip yurt içinde tüketilen, (ii) yerli girdilerle yurt içinde üretilip ihraç edilen, (iii) karmaşık olmayan girdi çıktı bağlantılarıyla KDZ’de üretilen ürünler; (iv) çoklu şirket ve devlet bağlantılı sofistike KDZ ürünleri.

8 https://www.researchgate.net/figure/The-Global-Value-Chain-for-Apples-iPhone-4_fig4_303523378

9 https://sendika63.org/2019/10/iphone-dosyasi-somuru-orani-tricontinental-563322/


Ahmet Haşim Köse Kimdir?

1960 Samsun doğumlu. Lisans ve yüksek lisans eğitimini ODTÜ İktisat bölümünde, doktorasını Hacettepe Üniversitesi İktisat bölümünde tamamladı. 2000 yılında A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Uluslararası Ticaret ve Kalkınma kürsüsünde yardımcı doçent oldu. Bu kürsüde sırasıyla doçent ve profesör olarak görev yaptı. 7 Şubat 2017’de bu kürsünün başkanıyken 686 sayılı KHK ile görevinden atıldı. İlgi alanı politik iktisat üzerine yoğunlaştı. Türkiye’de toplumsal sınıf haritaları, gelir bölüşümü, kalkınma alanlarında çok sayıda ortak ve kişisel çalışmalar yaptı. Evrensel ve Sol gazetelerinde dönemsel olarak yazıları yayınlandı. Karaburun Kongresi’nin düzenleyicilerinden biridir.