YAZARLAR

Sakıncasız sadakat: Fişlemenin güncelliği

Düşünün, komisyonun önünde hakkınızda açılmış bir sosyal medya paylaşımı soruşturması var, hatta belki de cumhurbaşkanına hakaret. Sonuçlanmamış, belki dava bile açılmasına gerek görülmemiş. Komisyonun önüne gelmiş: “Cumhurbaşkanına hakaret mi?” “Eyvah bizim elimizden ne gelir?” derler mi sizce? İşte sakıncalılık kategorisi herkes için yeniden devrede. Hem de bu defa kanun ile.

2016 yılında bir 676 sayılı OHAL KHK’si ile Devlet Memurları Kanunu’nun 48'inci maddesine eklenen hüküm, kamu görevine girecek herkes için güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapma zorunluğu getirmiş, 1.2.2018 tarihli 7070 sayılı kanun ile bu hüküm yasalaşmış, yani olağan dönem tedbiri haline getirilmişti. Dönemin AKP sözcüleri, devletin kim ile çalışacağını belirleme hakkı diye bir şey uydurmuşlar ve bu düzenlemeyi savunmuşlardı.

Kural, AYM’nin E. 2018/73, 24.07.2019 tarihli kararıyla, Anayasa’nın temel haklara ilişkin sınırlama rejimini düzenleyen 13'üncü maddesi, özel hayatın gizliliği hakkını düzenleyen 20'nci maddesine ve memurların özlük işlerinin ancak kanunla düzenlenebileceğine ilişkin 128'inci maddesine aykırı bulunarak iptal edilmişti.

18.10.2018 tarihli 7148 sayılı Kanun ile 4045 sayılı Kanun’a ek yapılmış ve “Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli birimler, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşları arşivlerinden ve elektronik bilgi işlem merkezlerinden bilgi ve belge almaya, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 171'inci maddesinin beşinci ve 231'inci maddesinin on üçüncü fıkraları kapsamında tutulan kayıtlara ulaşmaya, Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yürütülen soruşturma sonuçlarını, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar ile kesinleşmiş mahkeme kararlarını almaya yetkilidir.” hükmü getirilmişti. Bu kural da Anayasa’nın 13 ve 20'nci maddelerine aykırı bulunarak iptal edilmiş; esasın incelenmesinde CMK 171’de kamu davasının açılmasının ertelenmesi ve CMK 231’de hükmün açıklanmasının geriye bırakılması için tutulan kayıtların amacı ve bu kayıtların kim tarafından istenebileceği de vurgulanmıştı. Ayrıca 27 Şubat 2019 tarihli Fatih Saraman Başvurusu’nda AYM, 4045 sayılı kanunun kanunilik şartlarını taşımadığına hükmetmiş; 20'nci maddenin ihlali kararını vermişti.

YENİDEN GÜVENLİK SORUŞTURMASI

Tüm bunların ardından, yeniden Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanun Teklifi, 19.06.2020 tarihinde TBMM’ye sunuldu, derhal komisyona sevk edildi, komisyon da derhal görüşme tarihi verdi. Az rastlanır bir yasama hızıyla, adeta yürütme gibi. Bu da Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin bir nimeti olsa gerek, tabii yanı başında onlarca teklif uzun zamandır bekliyorken.

Teklifin genel gerekçesinde, AYM kararlarında gösterilen gerekçeler dikkate alınarak adil ve tarafsız bir güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sisteminin kurulması vurgulanıyor. Bunu değerlendirmeye geçmeden önce Türkiye’de güvenlik soruşturmaları ve fişlemeler meselesinin ana çerçevesine, yakın tarihine ve bugününe ilişkin birkaç belirlemeye ihtiyaç var.

İNSAN ONURU, GÜVENLİK SORUŞTURMALARI VE FİŞLEMELER

Bülent Tanör, 1990’da yayımladığı insan hakları alanında yol gösterici nitelikteki Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu başlıklı eserinde güvenlik soruşturmaları ve fişlemeyi “onur kırıcı davranışlar” başlığı altında ele almıştı. Güvenlik ve istihbarat kuruluşlarının kendiliklerinden bilgi toplayıp depolamaları anlamına gelen fişleme ile bu fişlerin de kullanıldığı güvenlik soruşturmalarını birbirinden ayıran Tanör, ortak amacın suçlu/suçsuz; sabıkalı/sabıkasız gibi kategorilerin yanında yeni bir kategori yaratmak olduğunu vurgulamıştı: Sakıncalı. Yasal olan, yasalarca yapılması serbest olan hatta anayasal hak olan davranışların devlet tarafından sakıncalı olarak tanımlanması ve bunun sonuç doğurmasını örneklemişti. Yasal bir toplantı gösteri yürüyüşüne katılmak, protesto hakkını kullanmak, bazı kitapları okumak, bazı düşüncelere sahip olmak, bazı gazeteleri okumak gibi eylem ve davranışların hukuk dünyasında sonuç doğurması burada bahis konusu olan. Tanör, bunun boyutunu göstermek için çarpıcı örnekler veriyor: Doğu ve Güneydoğu’da yer alan 23 ilde hazırlanan aşiretler raporunda iki milyondan fazla yurttaşın “güvenilmezler”, “yurda bağlı görünenler”, “Kürtçülük faaliyetlerini destekleyenler” ve “yurda bağlı olanlar” olarak fişlenmesi; Batıda, Denizli’de Jandarma Genel Komutanlığı’nın emriyle yurttaşların “militan”, “sempatizan”, “devlet yanlısı” ve “kararsız” olarak fişlenmesi kitlesel fişleme örnekleri. Elbette çok sayıda bireysel örnek var. Sanırım en ünlülerinden biri savcının hakim üzerinde kanaat oluşturmak için mahkemeye sunduğu Prof. Dr. Muammer Aksoy hakkındaki fişlerdir.

Bülent Tanör, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu’nu yazdığında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yasal bir dayanağı yoktu. 1981 tarihli ve Tanör’ün ifadesiyle çok dar bir alanı düzenleyen Bazı Kurum ve Kuruluşların Korunması ve Güvenliklerinin Sağlanması Kanunu gibi istisnalar dışında. 1994’e kadar da böyle bir yasal dayanak olmadı. Uygulama, genelgeler, yönetmelikler ve bazen Bakanlar Kurulu kararlarıyla sürdürüldü. 1994’te çıkarılan 4045 sayılı Kanun da kamu görevlerine girecek olan kişilerin tümü için değil, güvenlik kurumları ve gizlilik derecesi yüksek kurumlar için kural koymuştu. Dolayısıyla 2016 yılında çıkarılan 676 sayılı KHK’ye kadar kamu görevine girme 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48'inci maddesindeki genel şartlara ve görevin gereklerine bağlıydı.

TÜRKİYE’DE DEVLET VE ONUN GÜVENLİĞİ

Peki öyle miydi? Yasadaki düzenlemelere karşın güvenlik kuruluşları tarafından yapılan fişlemeler, yaratılan sakıncalı kişi ve kategoriler hukuki sonuç doğurmadı mı? Türkiye’de devlet hiçbir zaman nötr olmadı. Kamu görevine girecek olanlar hakkında önceden oluşturulmuş fişler, keyfi ve tarafgir biçimde kullanıldı. AKP döneminde mülakatın zorunlu hale getirilmesi ile fişlerde bir şeyin olmaması bile yetmez oldu. Kamu görevine girmek, ya tarikat-cemaatlere ya iktidar partisine ya da doğrudan cumhurbaşkanına sadakat ile eş tutuldu. Anayasaya ve kanunlara sadakat ilkesi, devlete sadakat; devlete sadakat ilkesi de cumhurbaşkanına ve hükümete sadakat kavramlarıyla özdeşleştirildi. Devletin şahsileşmesi, sorunu nötr olmayan devlet, yasaya aykırı hareket eden idare sorununun çok ötesine taşıdı -çünkü bu durumlarda mahkemelerin bir sözü vardı- artık doğrudan doğruya partili devlet, partili kamu görevlisi ile tanıştık.

19.06.2020 tarihinde TBMM’ye sunulan ve komisyonda görüşülmeye başlayacak olan kanun teklifini “sakıncalı” kategorisini ve Türkiye devletinin nötr olma iddiasından bile vazgeçtiği bir konjonktürün içinde değerlendirmek gerek. Çünkü, yaratacağı sonuçlar bu konjonktür içinde öngörüldü.

TEKLİFE İLİŞKİN BİRKAÇ SÖZ

Teklifin üçüncü maddesi, arşiv araştırmasının ilk defa veya yeniden kamu görevine atanacak olan herkes için yapılacağı kuralını getirmektedir. “Yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları halinde devlet güvenliğinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün, iç ve dış menfaatlerin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgelerin bulunduğu gizlilik dereceli birimler ile Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, jandarma, emniyet, sahil güvenlik ve istihbarat teşkilatlarında çalıştırılacak kamu personeli ve ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personel, üst kademe yöneticileri, özel kanunları uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasına tabi tutulacak kişiler ile milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birim proje tesis ve hizmetlerde istihdam edilecek herkes hakkında” ise güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının birlikte yapılacağı kuralı getirilmektedir.

Arşiv araştırmasına daha önce Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararında da kanunun amacı bakımından vurgulanmış erteleme ve HAGB’nin dayandığı olgular ile devam eden ya da kesinleşen soruşturmaların dayandığı olgular da dahil edilmiştir.

Yani kısacası, hukuk dünyasında hakkınızda herhangi bir hüküm doğurmaması gereken, ertelenen, açıklanmayan hükümler, beraat ettiğiniz yargılamalar, sonuçlanmayan soruşturmalar derlenip kamu hizmetine girip girmemenize karar verecek bir değerlendirme komisyonunun eline verilecek.

“Peki bu değerlendirme komisyonu bu bilgilerle ne yapacak?”, kanunda buna dair bir şey yok. Düşünün, komisyonun önünde hakkınızda açılmış bir sosyal medya paylaşımı soruşturması var, hatta belki de cumhurbaşkanına hakaret. Sonuçlanmamış, belki dava bile açılmasına gerek görülmemiş. Komisyonun önüne gelmiş: “Cumhurbaşkanına hakaret mi?” “Eyvah bizim elimizden ne gelir?” derler mi sizce? İşte sakıncalılık kategorisi herkes için yeniden devrede. Hem de bu defa kanun ile.

Peki stratejik önemi haiz projeler neler? Buradaki aşçılar için de güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması birlikte yapılacağına göre önemli şeyler olmalı.

EN AZ BİR EKOSE CEKET ŞARTI

Murat Sevinç, birinci sınıf lisans dersinde bir soru sorardı: Parlamento “sadece mavi gözlüler vergi verir” diye bir kanun çıkarabilir mi diye. Bazı meseleleri en uç boyutuna taşımak, o meselenin gerçekliğini gösterir. Öyle bir soruydu bu. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasına ilişkin bu kanun teklifinin gerçekliğini uca taşıdığımızda “en az bir ekose ceketi olmayanlar kamu hizmetine giremez” gibi bir sonuca varırız. Sadakatin yöneldiği yerin anayasanın ve yasanın ötesine taşındığını görürüz.

Tüm kamu personeli için teklifte tanımlanan biçimde yapılacak bir arşiv araştırması, AYM’nin andığım kararlarında incelenmemiş Anayasa’nın 70'inci maddesine kamu hizmetine girme hakkına açıkça aykırıdır. Bu hakkın tek sınırı yurttaşlar bakımından görevin gerektirdiği niteliklere sahip olmaktır. Sabıka ve suçluluk dışında yasa yoluyla yaratılan sakıncalılık, kamu hizmetine girmede engel olarak görülemez.

Not:

1.Yaklaşık iki yıl önce bu sayfada yayımlanan “Güvenlik soruşturmaları: Bir ulusu fişlemek” başlıklı yazı bu yazının girişi niteliğinde okunabilir.

2. İlgilenenler için, 25 Haziran Perşembe günü İHOP tarafından düzenlenecek çevrimiçi panelde mesele etraflıca ele alınacak.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.