YAZARLAR

Herkes terörist, ben kahraman avukat!

Metin Feyzioğlu, televizyon programında avukatlığın ve baroların tanımını bozmakla yetinmedi, “dostuz” dediği, “aramızda hukuk var” dediği başkanlarını terörizme arka çıkmakla da suçladı. Başkanlar dün Ankara önlerinde polisin hukuk dışı engellemesiyle karşılaşırken o Anıtkabir’e koşarak bir hukukçu değil siyasetçi olduğunu bir daha gösterdi. 

Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun Hakan Çelik’e konuk olduğu TV programına devam: Programda, başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere baro başkanlarının bozuk para gibi harcandığına tanık olduk. Demek ki Feyzioğlu ile başkanların “arasındaki hukuk” aslında bir hukuk değilmiş. Çünkü “aramızdaki hukuk” denilen şey, kişilerin birbirine karşı güven ekseninde adil olmayan davranış beklemediği bir şeydir.

Sürekli olması gerekeni kendisinin temsil ettiğini, milli duygularının coşkun olduğunu, milli menfaatleri, devlet menfaatlerini savunmak için canla başla çalıştığını anlatıyordu; bunu, bir sonraki seçimde yeniden seçilebilmek ve hükümetin gözüne girmek için atılan nutuklar sayıp, hukuk ve avukatlar adına üzülerek geçebilirdik. Fakat bununla kalmadı, diğer başkanları hedef gösterdi, maddei mahsusa isnadında bulundu. “Sözlerinin çarpıtıldığı”nı öne sürerken her şeyi çarpıtıyordu. Bir hukukçu değil, pragmatist bir sağcı lider konuşuyordu. Baro başkanlarının dün Ankara’ya girerken hukuka aykırı biçimde durdurulması, polislerce itilip kakılması bir Barolar Birliği Başkanı için öncelikli mesele olabilir, fakat aynı saatlerde Anıtkabir’i ziyaret ederek, hukuksuzluğa “Atatürk” perdesi örtmek ancak bir siyasetçinin aklına gelebilirdi. Sıkıştı mı Anıtkabir’e koşanlar sadece siyasetçiler değildir; 12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren de Atatürk’ü anmadan, Anıtkabir’e koşmadan hiçbir iş yapmazdı.

NE DEMİŞTİ, NE DEDİ?

Önemli örneklerden biri, Akçakale’de verdiği demeç ve buna yönelik tepkileri anlattığı yerdi. Sanki Feyzioğlu “Türk ordusunun sivil katliamı yapmadığını” söylediği için tepki almıştı.  Bunu da yerli baro başkanları yapmıştı, iş Fransız barosunun kendisini kınamasına kadar varmış, HDP’liler de bu sözleri için suç duyurusunda bulunmuştu.

Oysa, yine Hakan Çelik’e konuk olduğu daha eski bir programda aynen şu sözleri söylemişti:

“Uluslararası hukukun bu çatışmaları düzenleyen maddelerine göre, eğer silahlı güçler sivilleri kendilerine kalkan yapıyorsa, saldırıya uğrayan devlet sivillerin hayatını korumak zorunda değildir.”

Son programda anlattığı şeyle daha eski programda söylediği bu söz arasında uçurum var. Sivillerin vurulmasında bir sorun olmadığını açıklayan her hukukçu kınanır; Barolar Birliği Başkanı ise daha çok kınanır.

BİRDEN BİRE DERSİM

Son programın hukuksuzluk zirveleri bunlar değil, bir de birden bire bir Dersim meselesi attı ortaya. “Konuşacaksak bunları konuşalım. Beni istifaya davet edenler, beni olağanüstü genel kurula çağırmak isteyenler, bakın, ‘Dersim Katliamına Ağıt.’ Dersim tarihi bir olaydır. Orada olan biten. Ama Türk askeri herhalde hamile kadınların karnını süngülerle deşip bebelerini süngü uçlarında çıkarıp öldürmemiştir. (“Hangi baronun açıklaması” sorusu üzerine, “Ankara Barosu Başkan Yardımcısı YA DA Başkanlık Divanı üyesi.) Buna tek cümle etmeyeceksin, ama Metin Feyzioğlu, Türkiye devleti, Türk ordusu sivil katliamı yapmıyor kardeşim dediğinde itiraz edeceksin, Paris barosu Türkiye sivil katliamı yapıyor dediğinde, bana ne diyeceksin.”

DÜN DÜNDÜR BUGÜN BUGÜNDÜR

Müthiş bir strateji değil mi, Rojava’dan gir, Dersim’den çık, bak bakalım eleştirenlerin gıkı çıkabiliyor mu? Bu stratejiyi biliyoruz, “terörize etme” stratejisi bu ama avukatların değil insan haklarına, hukuka hiçbir saygısı olmayan devletlerin stratejisi. Avukatların tam da meslek tanımları gereği karşısında durmaları gereken bir strateji.

Dersim nereden çıktı? Kim Dersim konusunda Feyzioğlu’nu eleştirdi? Hangi baro Dersim konusunda bir şey açıkladı bu son tartışmalarda? Hiç kimse. Feyzioğlu, Ankara Barosu yönetiminden bir avukatın Dersim hakkındaki içeriğini de yayın esnasında hiç bilmediğimiz bir paylaşımını kendi kendine gündeme getirdi, eleştirilere karşı önleyici saldırı olarak. Tabii, o avukata cevap veriyor gibi görünüp şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde yaptığı Dersim açıklamalarına cevap vermiyorsa! Hani, Erdoğan’ın "Eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum" sözlerine. Türkiye’de kamuoyu önünde Dersim’de o zaman çocukların süngülendiğini ilk açıklayan devlet yetkilisidir Erdoğan ve o açıklamayı yaparken kitabından bölümler okuduğu Necip Fazıl Kısakürek, hamile kadınların süngülendiğini, süngü iziyle yaşayan bir çocuk olduğunu bile söyler! Fakat Feyzioğlu’nun derdi Dersim’de neler olduğu filan değil, kendisinde coşkun olduğunu söylediği milli duyguları daha da coşturarak baro başkanları ve yöneticileri aleyhinde yerli ve milli nefreti körüklemek.

SÖYLENEN BAŞKA, ANLATILAN BAŞKA

Yetmedi. Dahası var. İstanbul Barosu Başkanı da “terörize” edilmek istenenlerden biriydi.

"İki tane alçak savcımızı şehit ettiler. Bu savcıyı şehit edenleri kimse kahraman ilan edemez. Bir müzik gruba var. Müzik grubuyla bizim işimiz olmaz dinlemem en fazla. Ama bu müzik grubu bir konserine savcımızı şehit eden katillerden birinin ailesini telefonla bağlıyor. 'Hepimiz Şafak Yayla'yız' diye sloganlar... Şafak sizinle gurur duyardı diye konuşmalar. Bu müzik grubuna terör örgütü övdüğü için konser yapılmasına izin verilmiyor. Yargıya gidersiniz, dedikleri doğru değilse kaldırtırsınız. İstanbul Barosu Başkanı her gün gittiği Adliye'ye adı verilen şehit savcıyı öldürenlerin ardından 'sadece türkülerini söylemek istiyordu' diye ağıt yakması normal mi?”

Normal değil gerçekten. İstanbul Barosu Başkanı savcıyı şehit edeni kahraman mı ilan etmiş? Hayır. Anlatılan buluşmada savcıyı şehit edeni kahraman ilan edeni mi alkışlamış? Hayır. “Konser izni” vermeme ile anlatılan “suçu ve suçluyu övme” fiilinin cezası arasında bir bağlantı mı var? Hayır. “Savcımızı şehit eden katili alkışlatan bir sesti o.” Yani? Yani şarkı söyleme hakkını mı kaybetti? Adil yargılanma hakkını mı kaybetti? Suçsa yaptığı, cezası var, adil yargılama ile mümkün olabilecek bir ceza. İstanbul ve Ankara barolarının başkanları peki hangi suçu işlemiş oldu? Suçu ve suçluyu öven kişiye üzülme suçu mu? Yeni yargı reformu paketlerine koyun onu isterseniz, Adalet Bakanlığı bir dediğinizi iki etmiyor nasılsa.

HDP’YE ÇATMADAN OLUR MU?

Fakat Barolar Birliği Başkanı, Akçakale’den Dersim’e öykü ve nutuklar üstüne kurduğu militarist propagandasıyla yetinmeyerek, İstanbul Barosu Başkanı'nı, “saygı duyduğu” ve “aralarında hukuk bulunan” meslektaşını terörizmle ilişkili ilan etmekte hiçbir sakınca görmüyor. Demek ki Feyzioğlu sadece mesleği olan avukatlığın sahasını belirleyen hukuktan vazgeçmemiş, insan ilişkilerinin temelindeki kişisel hukuktan da vazgeçmiş; ki bu kişisel hukukun bildiğimiz “hukukun” kaynakları içinde yer alabileceğine dair A. Erkan Koca’nın antropolojik bakışına katılıyorum.

Ankara ve İstanbul başkanları hedefe konulur da İzmir Barosu Başkanı kurtulabilir mi? O da HDP Grup Başkan Vekili ile 23 Nisan özel programı yaparak payını alıyor Birlik Başkanı ile aralarındaki dostluktan ve hukuktan. Peki o ne yapmış? E daha ne yapsın, HDP’li ile özel program yapmış. O HDP’li ki Öcalan’a “sayın” demiş, PKK’yi (O, pek bağlı olduğu alfabe kanununa aykırı biçimde PEKAKA diyor) “bizim tabanımızdır” diye tanımlamış. Sanki Barolar Birliği Başkanı değil de MHP Grup Başkanvekili konuşuyor. Yok, TBMM’ye hitaben değil, İzmir ve Ankara savcılarına hitaben, sayın muhbir vatandaş olarak.

HDP’yi oluşturan siyasal geleneğin içinde başından beri söz alan herkesin soru sorulduğunda, “Bizim tabanımız ile PKK tabanı aynı” minvalinde lafları çeşitli defa ve biçimlerde söyledikleri sır değil; tabii lafı kendini haklı gösterecek biçimde bükmesi şart. Çünkü “PKK bizim tabanımız” demekle, “PKK ile tabanımız aynı” demek hukuki açından siyahla beyaz kadar farklı birbirinden.

Keza, Öcalan’a sayın dediği için yargılanıp beraat eden kişiler onu hiç ilgilendirmiyor, Yargıtay’ın hayli özgürlükçü kararları da onu hiç ilgilendirmiyor, çünkü o avukat, hukuk profesörü ve Barolar Birliği Başkanı değil Barolar Başkayyımı.

NOTLAR

1

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olduğu dönemde Dersim hakkında söylediği sözler, Metin Feyzioğlu’nun Dersim konusundaki hışmının doğal hedefi olabilir kolaylıkla. Ne denilir, “Dün dündür bugün bugündür” değil mi?

2

Hakkını yemeyelim; programda tutuklu gazeteciler Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Müyesser Yıldız ve Murat Ağırel’in “sadece haber yaptıkları için” yargılandıklarını söyledi; sabır telkin etmek için söylemiş olsa bile teşekkür etmek lazım. “Uygulama hatalı”ydı ona göre ve kendisi gazeteciliklerine kefildi. Bereket, sözünü ettiği isimlerin gazeteci olduğunu bilmek için onun kefaleti gerekmiyor!

3

Erkan Koca’nın yazısını, iki kişi arasındaki “hukuk”a ilişkin yazısını önemine binaen tekrar hatırlatalım.

4

Ankara Barosu Başkan Yardımcısı Aşkın Demir, Feyzioğlu’na cevap verdi. O da birlik başkanının yazıyı çarpıttığını nazikçe ifade etti, hedef gösterme kastını vurguladı.

5

Feyzioğlu’nun Dersim meselesini gündeme getirmesi birçok hukukçunun şaşkınlıkla karışık itirazlarına yol açtı. Bunlardan biri de Kerem Altıparmak idi ve sosyal medya hesabından şu ifadeleri paylaştı:

-Başkan Yardımcısı baro adına mı konuşmuş?

Hayır

- Bir avukatın Dersim katliamı hakkında TBB gibi düşünme zorunluluğu var mı? Hayır

- TBB Başkanı hakkını savunma zorunda olduğu meslektaşını cevap hakkı olmaksızın hedef gösterebilir mi? Hayır.

- Feyzioğlu Dersim uzmanı mı? Hayır

6

Yargıtay’ın içinde Öcalan ya da sayın geçiyor diye öyle herkese ceza verilemeyeceğine dair bazı kararları için:

https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/206474-yargitay-dan-ocalan-a-ozgurluk-dilekcesine-beraat

https://m.bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/138488-yargitay-sayin-ve-gerilla-demek-ifade-ozgurlugu

7

Bu yazıyı editör arkadaşlara teslim ettiğim sırada baro başkanları Ankara sınırında henüz durdurulmuştu. Barolar Birliği Başkanı, “Yürümek Anayasal bir haktır, engellenemez” minvalinde bir açıklama yaptı. Öyledir tabii. Fakat işte engellenmişti, Anayasa’yı tekrar etmek değil, Anayasa gereği başka şeyleri de söylemek lazımdı: Bir hak engellenince ne olur? Ne olacak, suç olur! Bunu söylemedi. Zaten kitapta yazanın bir kısmını söylemek onun için yeterliydi. Başkanlar durdurulduktan sonra olup bitenler, Barolar Birliği Başkanı’nın televizyon programının sadece başkanlarla arasındaki görüş ve tutum ayrılıklarını kendi lehine perdelemekten başka bir işe yaradığını da ortaya koydu. Başkanlara yapılan işlem, program boyunca özenle gündemde tutulan “terör” imasının aslında sonradan yapılacak müdahaleyi meşrulaştırmaya hizmet ettiğini de ortaya koydu. Nitekim, iktidar partisinin Grup Başkan Vekili Bülent Turan’ın programdan sonra yaptığı açıklamalar Feyzioğlu’nun verdiği sufleye dayanıyordu tamamen ve polisin şedit tutumunun habercisiydi: “Şimdiye kadar tüm açıklamalarında, tüm konuşmalarında bizim dinimize, diyanetimize laf edenlerin, DHKP-C'ye sahip çıkanların, 'Dersim katliamı var' deyip devlete çok büyük ithamlarda bulunanların, uluslararası alanda sürekli Türkiye'yi şikayet eden birkaç baro başkanının tahakkümünü kırmak, her baro başkanının görevi olmalı."

Nasıl, güzel değil mi?

https://www.aa.com.tr/tr/politika/ak-parti-grup-baskanvekili-turandan-barolara-yuruyus-tepkisi/1884179