YAZARLAR

Güvenlik doktrini, tehdit algısı, ulusal çıkar

Bu denli kudretli bir devlet neden Irak’ın dağlarında ve Suriye’nin düzlüklerinde yuvalandığı ve yurt içindeki varlığı, ne eksik ne fazla, 438’e düşmüş kolu kanadı kırık bir terör örgütünden varoluşsal boyutta bir tehdit algılar? Vatanın savunma hattı neden ulusal sınırların ötesinde, “ileriden” çizilmek zorundadır? Libya’da deniz hukukuna dayanılacaksa, Ege ve Kıbrıs’ta neden aynı geçerli değil?

Sınırlarından iki bin km. uzakta Libya’da denizaşırı askeri harekât yapan bir devlet Türkiye. Havadan nakliye uçaklarıyla lojistik köprüsü kurabiliyor. Denizden firkateynleriyle, karaya konuşlandırdığı hava savunma sistemleri arasında elektronik ağ kurarak teknolojik üstünlük sağlıyor. Yerli üretim SİHA’larıyla Çin ve Rus malı silah sistemlerini etkin biçimde vuruyor. Silahlı kuvvetler ve istihbarat mensuplarıyla örtülü operasyon yürütüp, sunduğu “danışmanlık” hizmetiyle sahada üstünlük dayatıyor. Rusya, BAE, SA ve Mısır gibi küresel ve bölgesel kuvvetlere meydan okuyup, UMH’ye siyasal desteğinin ardında durup, dediğini yaptırıyor. ABD’ye çatışmaya yaklaşımını gözden geçirtip, taraf değiştirtiyor. Son olarak, dışişleri, ekonomi, istihbarat vb. tüm hükümet unsurlarıyla adeta diplomatik çıkartma yapıp, çatışma sonrası kazanımlarını şimdiden sağlama almaya çalışıyor: “Bağı bekleyen, üzüm yer” derler.

Öte yandan aynı ülke, yurdumuz, Türkiye bu defa sınırının hemen ötesindeki Suriye’de yaklaşık sekiz ila dokuz bin kilometrekare alanı (örnekse karşılaştırma için Hatay ilimizin yüzölçümü 5.400 km.kare, KKTC’nin 3.355 km.kare) doğrudan denetimi altına alıyor. Birbirlerine bitişik daraltılmış Idlip cebi, Afrin ve Bab ile onlardan kopuk Ras El Ayn-TelAbyad arasındaki 30 km derinlikli cepte Türk Lirası’nı Suriye Lirası yerine dolaşıma sokmak dahil “manda idaresi” çağrışımlı bir yönetim yerleştiriyor. Böylece komşusu Suriye’nin toplam yüzölçümünün yüzde dört ila beşini işgal altında tutmasını toprak bütünlüğünü ve ulusal birliğini korumak olarak gerekçelendiriyor. Bunun yanı sıra, bir yandan Suriye’de rejim, o olmazsa başkan değişikliğini hedefliyor, aynı zamanda o rejimi ayakta tutmak için sahada bulunan Rusya ve İran ile üçlü diplomatik işbirliğine giriyor. “İstisna” Idlip’te de, Libya’da olduğu gibi,  “Suriye’yi Rusya için bataklığa çevirmeyi” amaçlayan ABD ile birlikte hareket ediyor.

Türkiye, Irak’ı havadan bombardıman ediyor, Haftanin’e, Hakurk’a hava indirme ve kara harekâtları başlatıyor. Bu ülkenin içlerinde Şengal’den, Başika’dan, Gara ve Metina’dan geçerek, Avaşin-Basyan, Haftanin, Bradost, Hakurk’a dek ileri üslerini çoğaltıyor. Bağdat’ta Dışişleri’ne çağrılan büyükelçimiz anlaşıldığı kadarıyla henüz Ankara’ya görüşmeye ilişkin telgrafını çekmeden sosyal medya üzerinden bizleri bilgilendirme gereksinimi duyuyor. “Nerede olursa olsun PKK ile mücadeleden” söz ediyor. Yani “ben senin egemenliğini filan dinlemem” demeye getiriyor. Zira esasen Irak’ın ne Kürdistan Bölgesi’nde olan biten umurunda, ne umursasa karşı koyacak mecali var. Ardından Reuters’e konuşan ismi açıklanmayan üst düzey bir yetkili (ki konuşabildiğine göre ancak saraydaki “mutad zevattan” bir kaynak olmalı) esasen MİT Başkanı Fidan’ın Bağdat’ı ziyaretinde Iraklı muhataplarla uzlaşıya varılmış olduğunu paylaşıyor. Yürütülen işin amaç ve kapsamına bakıldığında, tanımına terörle mücadele (“counter-terrorism”) mi denir, isyan bastırma (“counter-insurgency”) mi, düpedüz adı konmamış savaş mı?

Anlayacağınız bugün Türkiye ikisi sınırötesi, biri denizaşırı üç cephede birden çatışma, üç buçukuncu Doğu Akdeniz cephesinde ise itişme halinde. Oysa oradan denizdibi kaynaklarının ne çıkarılması, ne pazarlanması görülebilir gelecekte olası. Kiralanmak yerine satın alınan sondaj gemilerinin akıbeti meçhul. “Mutabakat Muhtırası” denilerek meclis onayından kaçırılma cinliğiyle Libya UMH ile ikili deniz yetkilerinin sınırlandırılması anlaşması yapılıp, münhasır ekonomik bölge Girit üzerinden geçirildi. Yunanistan, GKRY, Mısır, İsrail tek safa itildi. Söz konusu kuvvet aktarımına, güç projeksiyonuna sondaj diplomasisi, “gambot” diplomasisi, nihayet “Mavi Vatan” denildi. Şimdi de aynı projektörü Gazze’ye çevirmek dahi dillendirilebiliyor. Oysa denize donanma çıkaramamakla alay ettiğimiz ağır sıklet ülkeler bizi kendi kendimize bırakmış durumda. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da cumhurbaşkanından “Libya’da ABD ile birlikte çalışma talimatı aldıklarını” açıklıyor. Tesadüfen eş zamanlı olarak, Trump yönetimi ile varılan LNG ithalatı uzlaşısına ilişkin ayrıntılar ortaya çıkıyor.

Bu denli kudretli bir devlet neden Irak’ın dağlarında ve Suriye’nin düzlüklerinde yuvalandığı ve yurt içindeki varlığı, ne eksik ne fazla, 438’e düşmüş kolu kanadı kırık bir terör örgütünden varoluşsal boyutta bir tehdit algılar? Vatanın savunma hattı neden ulusal sınırların ötesinde, “ileriden” çizilmek zorundadır? Libya’da deniz hukukuna dayanılacaksa, Ege ve Kıbrıs’ta neden aynı geçerli değil? “Ulusal çıkar” denilen “devlet çıkarı”, anayasa gibi taş tabletlere mi kazılı? O kendi gizil iktidarını sürekli yeniden yaratan ve halkına hesap vermeyi zül addeden “devlet” kim? CHP, tüm bunları sanki bağlam ve içerik yokmuş da bunlar yeni geçilen cumhurbaşkanlığı rejiminde tek elden kullanılması doğal karşılanacak dış ve ulusal güvenlik politikaları seçenekleri yapılıyormuş addediyor. Kendi kendini methetmekten bitap düşen (e.) Büyükelçi Bozkır’ın protokoler mahiyetteki BM Genel Kurulu başkanlığına seçilmesine alkışa katılmak yerine CHP asıl bu “kökten dönüşüm” durumuna ayılmazsa halimiz harap.

Tüm bu olan bitenin meşruiyet zemini “toplumsal rıza” devşirilmesine oturmuyor. İçerideki otoriterleşme, dışarıya militerleşme olarak yansıyor: “İçeriye Hamit, dışarıya Enver” dediğim kazadımı gidiş bu. Ortada tepeden, yapay biçimde yaratılmış bir olağanüstü hal, bir daimi seferberlik hali var doğru ama bir zorunlu durum, “ya istiklâl, ya ölüm” meselesi yok. CHP, sanki bir “olay ufku” var da, burgacın içine sürükleniyormuşuz gözbağcılığından, yanılsamasından zaman yitirmeden kurtulursa yararımıza olacak. Bu denli iddialı ve askeri güce dayalı bir dış politikanın ekonomik maliyeti ayrıca sorgulanmalı. Eğer yeni cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, yönetimde nöbetleşme, ardaşıklık da içeriyorsa, CHP alıştığı eski devlet aklı tapınması rahatlığından çıkmalı. Haydi tüm olan biteni almaza yatıp, laboratuvar koşullarında hariciye ahkâmı kesecekse dahi ağzında akide şekeri varmışçasına konuşarak, o zaman hiç yoktan AB ve NATO desin, çoktaraflı diplomasi desin. Hiç dokunulmazsa, alacakaranlıkta kanatlarını açan bu mecazi kuş Minerva’nın baykuşu mudur, balık tutan kartal mıdır yoksa Baudelaire’in albatrosu mudur, onu da fazla sürmeyecek, en geç çeyrek yüzyıla anlarız. Her şey, her zaman, hepsi bir arada, hem de bedava olmaz.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.