YAZARLAR

Mavi Vatan ve Türkiye'nin yeni güvenlik doktrini

Türkiye’nin dış politika ve güvenlik stratejisi bir süredir dönüşüm içinde. Denizde “Mavi Vatan” adı verilen ama bunu aşarak karayı da içeren yeni ve adı tam konmamış bir doktrin inşa halinde. Bir ayağı Irak’ın kuzeyinde, güney ucu Somali ve Katar’da, Batı’da ise Libya’ya kadar uzanan geniş bir hatta, askeri, siyasi ve ekonomik nüfuz etkinlik bölgesi kurmaya dayalı bu strateji, “Türkiye’nin savunması ileri hatlardan başlar” fikrine dayanıyor. Bu yazıda Batı literatüründe “forward defense” olarak geçen, “ileri(den) savunma” anlayışının iç politikada 2015’ten sonra yeniden şekillenen ittifakların bir ürünü olarak geliştiğini ve o zamandan beri etkisini artırarak uygulamaya konduğunu tartışacağım.

MAVİ VATAN NERESİ?

Amiral Cem Gürdeniz tarafından 2006’da dile getirilen Mavi Vatan kavramı, bu ilk ortaya atıldığı dönemde Türkiye’nin deniz yetki alanlarını (karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge) kapsayan alanlar için getirilen bir tanımlamaydı. Ne var ki, tam da o tarihlerde Davutoğlu’nun görünürde liberal/İslamcı tezleri popülerdi ve Mavi Vatan kavramı, Komşularla Sıfır Sorun (KSS) söyleminin gölgesinde kalarak ne akademik çevrelerde, ne de siyaset katında bir karşılık buldu. Sonrasında ise Balyoz vb. davalarla 400’e yakın denizci hapse atılacak ve başta Gürdeniz olmak üzere, bu amirallerin bazıları bu fikirleri hapisten yazdıkları yazılarla savunmaya devam edeceklerdi. Genelde Türkiye’nin denizlerdeki hakları, Türkiye’de deniz bilincini geliştirmek gibi ifadelerle tanımlansa da, Mavi Vatan özellikle 2015 sonrasında Türkiye’nin deniz alanlarındaki aktif ve askeri güce dayalı stratejisinin temelini oluşturmaya başladı. Bu noktada Mavi Vatan kavramını ortaya atıp savunan subaylarda güçlü bir Batı karşıtlığının ve Avrasyacı eğilimin bulunduğunu da belirtmek gerek.

KOMŞULARLA SIFIR SORUNA RAKİP Mİ, TAMAMLAYICI MI?

Mavi Vatan kavramı Komşularla Sıfır Sorun (KSS) politikasıyla yaklaşık aynı dönemde ortaya çıktı. Seküler, ulusalcı cenahtan uzun süredir çıkan tek kavramsallaştırma olarak da dikkat çekti. Belki Türkiye’de sahiplenenler dışında medya ve akademide yeterince tartışılmadı ama yurt dışında epey yakından takip ediliyor ve hakkında detaylı raporlar yazılıyor. İçeriğine bakıldığında, Mavi Vatan kavramını ortaya atanların ne yazık ki derinlemesine bir analiz çerçevesi geliştiremedikleri, 1990’lardan bu yana ezberlediğimiz ulusalcı tezleri tekrar etmekle yetindikleri görülüyor. İyi tanımlanmamış bir emperyalizm karşıtlığı, Türkiye’nin bitmeyen tehdit algılaması, coğrafyanın kader olması gibi bilindik tezler dışında, küresel siyasete ilişkin olarak Çin’in/Asya’nın yükselişi ABD’nin gerilemesi gibi temalar hakim. Bu kavramı ortaya atanlar, küresel sistemin dönüşümü, bölgesel siyasete etkilerine dair zihin açıcı bir analiz sunup bunun Türkiye’nin dış ve güvenlik politikası üzerine etkilerini tartışmak yerine 30 yıllık tezleri tekrar etmekle yetiniyorlar. Bu açıdan Mavi Vatan tezleri, kavramsal olarak, zamanında çok eleştirdiğimiz KSS politikasının temelini oluşturan Stratejik Derinlik çalışmasının gerisinde kalıyor.

Teorik düzlemdeki bu karşılaştırmanın ötesine geçilip, siyasete yansımasına bakıldığında ise ortaya ilginç bir durum çıkıyor. KSS ile Mavi Vatan günümüzde, biri İslamcı diğeri ulusalcı iki rakip politika hattı olmaktan çıkıp, birbirini tamamlayan, orta bir noktada buluşan iki yaklaşım haline gelmiş durumda.

İSLAMCI/MİLLİYETÇİ/ULUSALCI İTTİFAKI

Bilindiği gibi 2015’te Ergenekon ve Balyoz davalarında beraatler gelirken, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında AKP ilk kez tek başına hükümet kurma imkanını kaybetti. Bundan sonrasında AKP’nin MHP ile açıktan ittifak kurması, Vatan Partisi'nin buna destek olması ve özellikle 15 Temmuz’dan sonra, Ergenekon ve Balyoz’dan hapse girmiş olanlara daha fazla alan açılması, Türkiye’de yeni bir siyasetin başlangıcını oluşturdu. AKP’nin demokratikleştirme (ileri demokrasiye geçiş) söylemini terk ederek, milliyetçi bir söylem ve pratiğe yönelmesi ile ulusalcı kesimin İslamcılığı artık sorun etmemesi dengesi üzerine kurulu yeni bir düzen oluştu. Ulusalcı kesimin en azından bir kanadı 28 Şubat benzeri hamlelerin verdiği zararı görüp, İslamcı kesimle ittifakı daha faydalı bulmuş olmalı. Türkiye siyasetindeki bu iki en güçlü akımın ittifakı, kendi içinde kırılganlıklar, sineye çekmeler, zaman zaman dile getirilen şikayetler, kim kimden ne zaman kurtulacak türünden kuşkular barındırsa da, iki tarafın da işine geldiği için şu ana kadar devam etti. Devlet aklı üzerinde buluşan ve her iki kesimin de işine yaradığı sürece devam eden bu ittifakın dış politika anlayışı, KSS ile Mavi Vatan’ın uzlaştığı, ama genel olarak bir ileri savunma doktrinine dayalı yeni bir güvenlik politikasının uygulanmasıyla sonuçlandı. Türkiye Şubat 2019’da yaptığı ve çeşitli boy ve işlevlerde 103 deniz aracının katıldığı tarihinin en büyük deniz tatbikatının adını Mavi Vatan koyuyor, Erdoğan, büyük bir Mavi Vatan haritası önünde simgesel bir poz vererek Yunanistan’daki milliyetçileri havaya zıplatıyordu.

İLERİ SAVUNMA DOKTRİNİ

Bu yeni güvenlik anlayışı üç temel unsura dayanıyor. Bunlardan ilki dış politikanın militarizasyonu, yani askeri güç kullanımının öne çıkması, diplomasinin bunun arkasından gelmesi. İkincisi, Türkiye’nin savunmasının sınır ötesi alanlardan başlaması. Üçüncüsü, bu stratejiyi uygulamaya yönelik bir askeri endüstriyel kompleksin geliştirilmesi. Türkiye’nin güvenliğinin korunabilmesi için sınır ötesi alanlarda asker bulundurma, askeri üsler kurma, askeri varlığı takviye etme bir süredir güvenlik politikasının merkezine oturmuş durumda. Örneğin, Türkiye en büyük askeri üssünü Somali’de kurarken, Kürdistan Bölgesel Yönetimi bölgesindeki askeri varlığını artırmaya, yeni üsler kurmaya devam ediyor, KKTC’ye silahlı İHA’ları yerleştiriyor, Suriye’de dört bölgede asker tutuyor, kendi yönetim anlayışını yerleştiriyor, 2019’daki Mavi Vatan tatbikatı, tabii Libya’da askeri imkanlarını kullanıp Hafter güçleriyle savaşın bir parçası oluyor. Türkiye’nin ancak bu şekilde güven içinde olacağını savunan görüş hem Stratejik Derinlik’te açık bir şekilde yer alır, hem de Mavi Vatan fikrini geliştirenlerde yaygın bir biçimde görülür. Davutoğlu’nun örneğin “İstanbul’un savunması Bosna’dan, Erzurum platosunun savunması Grozni’den başlar” ifadesiyle şu an milliyetçi/ulusalcı çevrelerinin dile getirdiği ve uyguladığı güvenlik doktrini neredeyse tam olarak örtüşmektedir. KSS temelde Türkiye’nin dış politikasındaki sorunların nedenini Kemalizmin aşırı ihtiyatlı olmasında görür ve bu noktada Mavi Vatan ve İleri Savunma siyasetinden ayrılsa da, Misak-ı Milli’nin daraltıcı etkisinden kurtulma, bölgesel nüfuz alanı sağlayarak güvenliğe ulaşma gibi noktalarda buluşabilmektedir.

AKP, 2000’li yıllarda Yeni Osmanlıcı bir hamleyle kendi ideolojik çizgisinin izinde, liberal isimlerin de desteğini alarak bölgesel bir nüfuz kurma siyaseti izlemeyi denedi, Doğu Akdeniz hattında Müslüman Kardeşler'den oluşan iktidarlara dayanarak bölgesel liderlik hevesine kapıldı. Daha çok ideolojik ittifaklar ve yumuşak güç unsurlarıyla yürütülen bu proje o dönemde milliyetçi ve ulusalcı kesimlerin desteğini alamadı. Günümüzde ise AKP, elinde fazla imkanı kalmayan bir iktidar olarak, Türkiye’deki geleneksel devlet mekanizmasıyla kurduğu ittifak aracılığıyla, sert, askeri araçları kullanarak bölgesel liderliği sürdürmeye çalışıyor. Milliyetçi ve ulusalcı çevreler ise dış ve güvenlik politikasını Erdoğan üzerinden yürütmenin sağladığı avantajları kullanmayı, bu ittifakın getirdiği güçten faydalanmayı tercih ediyor. Bir türlü Erdoğan’a Mısır ve Esad yönetimi ile diplomatik ilişkileri başlatmayı dayatamasa da, Kürt sorununda işbirliği, Suriye’ye yönelik operasyonlar, riskli Libya angajmanı, askeri üsler, tam gaz giden silahlanma, radikal İslamcıların devşirilerek TSK’nin kayıplarının azaltılması gibi alanlarda istediklerini alabiliyorlar ya da ortaklaşabiliyorlar. Yine Erdoğan’ın varlığı, Batı ve ABD tarafından tolere edilmeyecek bir milliyetçi/ulusalcı cephenin kabulünü kolaylaştırıyor. Erdoğan iktidarı bu noktada bir tür arayüz işlevi görebiliyor.

MAVİ VATAN DEFANSİF/SAVUNMACI BİR POZİSYON MU?

Mavi Vatan da, diğer askeri operasyonlar da hep bir savunma pozisyonundan başladı. Mavi Vatan’da İspanya’nın Seville Üniversitesi'nde bir profesörün hazırladığı bir haritada Yunanistan’ın tezlerine yer verilmesi, AB’nin bunu desteklediğinin söylenmesi Türkiye’nin daha agresif bir tutuma geçmesinin nedeni olarak gösterildi. Hatta bu harita Cihat Yaycı ve birçok isim tarafından “denizdeki Sevr” olarak tanımlandı. Aslında genel olarak Türkiye’nin bütün savunma stratejisi, geçmişten tanıdık, 1990’larda tekrar gündeme gelen, dört tarafı düşmanla çevrili, yalnız ve tehdit altında bir ülke önermesi üzerine oturuyor. Bu kendi içinde çelişkiler taşıyan bir söylem aynı zamanda. Hem çok güçlüyüz, Yunanistan’ı havada karada yeneriz ama tehdit altındayız. ABD çöküşte ama Ortadoğu’da sınırları yeniden çizecek. ABD Ortadoğu’da başarısız oldu, çekiliyor ama Kürt devleti kuracak ve Suriye’den denize çıkaracak. Dış politikada sürekli dostluk düşmanlık yoktur ama bütün Batılı ülkeler Türkiye’ye hep düşmandır gibi. O yüzden, savunma, tehdit altında olma söylemi ile yayılmacılık arasındaki çizgi çok incedir. Genellikle ikisi bir arada bulunur.

Başta Libya olmak üzere Doğu Akdeniz çok sayıda aktörün varlık göstermeye çalıştığı, büyük güçler ve ona eşlik eden, geçmişte pek rastlamadığımız Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi küçük ülkeler, Mısır ve Türkiye gibi küçük ve orta büyüklükteki aktörlerin, AB’nin, uzun bir süreden sonra Rusya’nın, ABD, AB, hatta Güney Koreli enerji şirketlerinin boy gösterdiği, çekiştiği bir coğrafyaya dönüştü. Türkiye bu mücadeleyi başlatan taraf değil ama burada merkezi bir yere sahip oldu, hiçbir ülke Türkiye kadar angaje olmadı, askeri gücünü bu kadar kullanmadı.

Deniz yetki alanları konusu bu çekişmenin bir parçasını oluşturuyor ve bu konu temelde AKP ve şu anki denizci amirallerin dünya görüşünün ötesinde boyutlar taşıyor.

Sonuçta Türkiye’de yaşayan ve yaşayacak kuşakların geleceğini ilgilendiren deniz alanlarına ilişkin haklarının korunması yönündeki çabalara itiraz etmek anlamlı değil. Ama burada uluslararası hukuktan kaynaklanan hakların diplomatik mecralarda savunulması ile güvenlik kaygısıyla deniz aşırı ve sınır ötesi askeri operasyonlar arasındaki ayrıma dikkat etmek gerekiyor. Şu anki tabloda, Türkiye hala bölgedeki en güçlü askeri üstünlüğe sahip ülke. Nüfus, deneyim, ayrılan kaynaklar, savunma sanayi açısından onunla başedebilecek başka bir aktör yok ve bu üstünlüğünü şimdilik sonuna kadar kullanıp, hedeflerinin çoğuna ulaşabildi. Ne var ki, şu anda, tıpkı KSS politikasının gayet başarılı göründüğü 2009-2010 dönemecinde de bulunuyor olabiliriz. Her siyasi tercihin, her bölgesel kazanımın getirdiği maliyetler var. Askeri gücün bu denli yoğun bir şekilde kullanılmasının şimdiden yarattığı bölgesel sorun ve ciddi riskler, bölge ülkelerindeki Türkiye karşıtlığının güçlenmesi vb. örneklerde olduğu kendisini göstermeye başladı. Bunların sonuçlarını ileride daha çok göreceğiz.


İlhan Uzgel Kimdir?

1988’den itibaren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde çalıştı. Bölüm başkanı iken Şubat 2017’de ihraç edildi. Ankara ve Cambridge Üniversitelerinde yüksek lisans yaptı, Ankara Üniversitesinden doktora derecesini aldı. LSE, Georgetown gibi üniversitelerde doktora ve doktora sonrası araştırmalar yaptı, Oklahoma City Üniversitesinde dersler verdi. British Council, Jean Monnet ve Fulbright gibi burslardan faydalandı. Daha çok ABD dış politikası, Türk dış politikası, Balkanlar gibi konularla ilgilendi. Ulusal Çıkar (2004, İmge), Türkiye’nin Komşuları (derleme, 2002, İmge) ve AKP Kitabı (derleme, 2009 Phoenix) gibi çalışmaları vardır.