YAZARLAR

Zalimlik, şuursuzluk, affetme - 2

“Affediverelim”cilerin göremediği, kendisinin de önemsizleştirmeye, yok saydırmaya çalıştığı ayrıntı, genç Yusuf Bey’i Ali İsmail’i öldüren polisle tıpatıp aynı konuma getirdi insanlığını koruyabilen insanların gözünde halbuki.

“Tekmeci danışmanın affedilmesi-edilmemesi” tartışmasıyla ilgili geçen yazımda, önümüzdeki ödevleri şöyle sıralamıştım: (1) Kahramanın şuursuzluğa sarılı zalimliği, (2) “Affediverelim”in zalimliği hafifseme şuursuzluğu, (3) “Affetmeyiz”in sorumsuzluğa varabilecek kolaycılığı. Lafa bunların üçüncüsünden dalıp birkaç söz söylemiştim. Öznesi “ben” değil “biz” olan bir affetmeme eyleminin siyasî mesele olarak ele alınmasının kaçınılmazlığına işaret etmiştim. Aynı zamanda, bireylerin hem haysiyetlerini hem farklılıklarını koruyarak yaşayabileceği toplumsal ortam açısından suç, kabahat, özür, af, özeleştiri gibi kavramların hayatî önem taşıdığını, bu konularda oluşturulacak ilkelerin, ortak hayatın temelinde yeralması gerektiğini hatırlatmak istemiştim. İkinci ödevimizi de bu yazıda yapalım.

AFFETMEDEN OLMAZ MI?

Üç yüzden fazla insanın can verdiği felaketin ardından protestocu insanı polislerce yaka paça edilip yatırıldığı yerde tekmeleyen muktedir çırağı için “canım, affediverelim, özür de diledi işte” muhabbeti yapanların bir kısmını başka konulardaki tavırlarından, yazdıklarından, söylediklerinden az buçuk tanıyoruz. “Affediverelim” tutumunu, çıkar gözeterek, bilmediğimiz hesaplarla, art niyetle vs. takındıklarına ihtimal vermiyorum. Kutuplaşma ve düşmanlaş(tır)ma ortamının yolaçtığı bıkkınlık ve meşru korkular bazılarımızı olmayacak yerde uzlaşma-barışma hamleleri yapmaya sevk ediyor. Evet, bunlar bazen, uçlarıyla hunharca oynanmış sinirlerimizi fena halde bozucu tesir yapabiliyorlar. Bazen yersiz bazen zamansız kaçabiliyorlar. Yine de altlarında yatan niyetin kötü olmadığını düşünüyorum.

Ancak iyi niyetin gideremediği zararlara yolaçıyorlar. Hesaba katmadıkları duyguların patlaması, gidermeye çalıştıkları kutuplaşmanın derinleşmesine meydan verebiliyor. Ve Yusuf Yerkel olayında mâkûl insanların öfkelerini arşa yükseltecek öyle çok ayrıntı var ki!..

İki ayrı toplum halinde yaşıyoruz. Günün muktedirleri, denetlenemeyen bir baskıcı-zulümcü iktidar yapısını sürdürebilmenin yolunu bu iki toplumu birbirine gitgide daha fazla düşman etmekte görüyorlar. Güç merkezlerinde önemli yer tutan faşistler, iki toplumu birbiriyle konuşamaz hale getirmeye uğraşıyorlar. İki ayrı toplumu yeniden temas edebilir kılmak, hep birlikte sokakları, mahalleleri, şehirleri, ülkeyi paylaştıkları, geleceklerini karşılıklı birbirlerine hak tanıyarak beraberce kurmaya mecbur oldukları fikrine, duygusuna kavuşturmak bugün en ciddî, en acil siyasî hedeftir.

Memlekette insanca hayat isteyen herkesin yolunu bulup sağlamak zorunda olduğu, karşılıklı konuşabilme, farklılıkları koruyarak birlikte varolabilme, bunlardan geçtim, birbirine saldırmadan, birbirini öldürmeden birarada yaşayabilme ortamı, mütemadiyen bilenen kinlerle, devamlı hatırlanan intikam icaplarıyla oluşturulamaz; burası da açık.

Dolayısıyla, ne kadar sevimsiz görünürse görünsün, birtakım suçların failleri olarak gördüğümüz kişilerle konuşmak, birarada varolmak zorundayız, zorunda olacağız. Diş bilenen hasımlarla diyalog mecburîyse, birileri bu sevimsiz rolleri üstlenecek. Bu da fedakârlıktır. Eyvallah. Fakat burada da iyi niyet her şeyin mazereti olamaz. Yusuf Yerkel olayında, “affediverelim” tavrını kabul edilemez kılan sinir bozucu özellikler var.

AFFEDİLMEYİ HAK ETMEK

Önce hep üzerinden atlanan şu basit soruyla başlayalım: Olayımız nedir?

Üç yüzü aşkın madencinin öldüğü kazadan sonra, doğru dürüst üzgün görünmeye bile tenezzül etmeyen, felaket mahallinde de esip savuran, insanları ezen muktedirlerin yanına henüz çırak girmiş takım elbiseli genç adam, polisin derdest ettiği protestocuyu yerdeyken tekmeler. Fotoğrafı çekilmiştir, kısa sürede sosyal medyadan yayılır. Nefret ve tiksintiyle kaplanmış yüzünü herkes görür. Herkes onu tanır ve bilir.

Devlet katında yer bulmuş bu genç danışmanın o tekmeyi atmasına yolaçan nedir? Hakim olamadığı öfke mi? Niye? O protestocu kendisini böylesine çileden çıkaracak ne yapmış olabilir? Biliyoruz ki böyle bir akıl almaz iş yok, olayımızda. Zaten polis adamı tutmuş, yere yatırmış, kelepçe takacak, ite kaka götürecek. Hannah Arendt’ler falan okuyan, geleceği parlak genç danışmanı ortaya fırlayıp yerdeki adama nefret kusarak tekmeler atacak hale getiren şey ne olabilir?

Tabiî insanın derinliklerine dalabiliriz. Hizmetine koşulduğu iktidarı nihaî olarak tehdit edecek kimselerin emekçiler olduğu, madenci denen emekçi kategorisinin ezcümle muktedir ve egemenlerin gözünde her zaman somut tehditle eş anlama geldiği bir içsel bilgiydi de, Soma’ya ayak basınca güçlü patlamalarla yüzeye mi çıktı? Düzenin özündeki korkunç eşitsizlik ve zulmü yer üstüne çıkarıp ortaya seren madencileri akla getirmek bile bu düzenin egemenlerinin paçasına yeni tutunmuş genç adamı tir tir titrecekken, yüzlercesinin öldüğü şu tekinsiz ve uğursuz yerde birileri âdetâ hesap sorarak, âdetâ suçlayarak karşılarına dikilebiliyordu - fazlası da olabilir miydi? Bu isyanlar muktedir çıraklarını konumlarından ederse, takım elbiseler, parlak ayakkabılar tarihe karışır ve gelecek kurmaya başlamış genç adam kendini birden şu yoksul, pespaye isyankârlar arasına düşmüş bulur muydu? Belki eskiden böyle büyük mesafe yoktu aralarında; ama şimdi, onlara karşı taze imalat korkular duyuyordu. Kendisini korkuttukları için tiksiniyordu onlardan belki. Öfkesi belki böyle erken kaybetme korkularıyla şişmiş, patlayacak hale gelmişti. Ya da kendisine öğretildiği şekliyle, solcu protestocunun memleket sathından bir an evvel kazınıp silinmesi gereken bir haşarat olduğu, yaşamasına izin verilirse üreyip yayılabileceği ve dönüp dolaşıp yine kendisinin henüz keyfi sürülememiş makamını tehdit edeceği ürküntüsü onu harekete geçirmişti. Hem kimse ona ilişemeyecekken bir tekme! Bir tekme daha!..

Temelde yatanları ne kadar kazırsam kazıyayım ortaya fırlayıp polislerin arasında, yerdeki adama öylesine hınçla tekmeler atmayı tatminkâr düzeyde izah edemiyorum. Sırf göze girmek için yaptığına ihtimal verebilirim, o da küçük ihtimal olur. Evet, anlayabildiğimi sanmıyorum. Zihnimi şu ihtimalle yatıştırıyorum: Belki içini görmeye çalıştığım şahsiyet yapısı kavrayamayacağım minikliktedir ve basitçe, göremiyorumdur.

Belirsizliği sanık lehine sayabilirdim. “Bir anlık öfke” masalına da pekâlâ inanabilirdim; bir anlık öfkeyle neler kırıp dökmüş bir insan olarak. Ancak olayı “taammüden” sınıfına sokan başka bir ayrıntı var -ki, şimdi “affediverelim”cilerin bunun hesabını vermesi şart: Yerdeki protestocuya tekmeler atan parlak ayakkabılı, takım elbiseli muktedir çırağı, bu vahim eyleminin üzerine gidip doktordan rapor aldı, “ayağım incindi” diye. “Affediverelim”cilerin göremediği, kendisinin de önemsizleştirmeye, yok saydırmaya çalıştığı ayrıntı, genç Yusuf Bey’i Ali İsmail’i öldüren polisle tıpatıp aynı konuma getirdi insanlığını koruyabilen insanların gözünde halbuki.

Hatırlayalım: Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ın başına tekme atarak onu öldüren polislerden Mevlüt Saldoğan, cinayetten birkaç saat sonra hastaneye gitti, rapor aldı, “göstericiler ayağıma taş attı” diye de şikâyetçi oldu. Ali İsmail’i ne hali varsa görsün diye evine yollayan doktor, Hasan Gülcü diye bir muhteşem şahsiyet, tesadüfe bakın ki, katil polisi ortopediye sevk etti, röntgen çekildi, çatlak var diye bu adamın ayağı alçıya alındı, kendisine yedi günlük rapor verildi. Ali İsmail’in ölümünden sonra açılan soruşturmada, Saldoğan’ın röntgenine ait kayıtlar hastanede bulunamadı!

Bunların yaşandığı yerdeyiz. Protestocuya tekmeyi basıyorsun, ayağım incindi diye rapor alıyorsun; ve tabiî sana o raporu veriyorlar, çünkü sen muktedirlerin yanına çırak girmişsin. Tabiî lider seni yanına alıp insan içine çıkarıyor, “yedirmem oğlanı” diyor hepimize. Sen memnun mesut oradasın. Zulüm çarkının dişlisi olarak çıkıyorsun sahneye.

Ne olarak, hangi gözle görülmeyi bekliyorsun?

“Affediverelim”cilerin atladığı hayatî nokta bu. Meşruluğu zaten su götürür “bir anlık öfke” iddiasını derhal utanmazca ortaya fırlatılmış yalan haline getiren, gayet bilinçli bir eylemler dizisi var karşımızda.