YAZARLAR

Muhalefetin memnuniyet tuzağı

İktidar bloku ve popülist demagoji, her olumsuzluğun müsebbibi saydığı "ötekiler" yaratarak nasıl kuvvetli bir düşünce rehaveti sağlıyorsa; muhalefet bloku da kendi mecburiyetleri ve şikayetlerinden kurulu bir rahatlık zemini üretiyor. Bu rehavet dengesini sağlayan üç güçlü varsayım var: Kutuplaştırma atmosferi nedeniyle nüfuz edilmesi zor bloklaşma, önlerine açılan tuzaklardan korunma zorunluluğu ve kendilerini ifade etmenin –sesini duyurmanın- zorlukları.

Türkiye epeyce uzun bir süredir iktidardan çok muhalefetin eleştirildiği, memnuniyetsizlik terazisinin muhalefet için daha fazla kullanıldığı bir siyasi atmosferde yaşıyor. Bu o kadar verimli bir vasat yaratıyor ki, 18 yıldır iktidarda olan Erdoğan bile "Türkiye’nin muhalefet sorunundan" söz açabiliyor. Aslında bütün dünyada benzer bir tablo olduğu söylenebilir. Mevcut iktidar tarzlarının, hakim eğilimlerin karşısında güçlü ve yükselen ve sonuç alıcı bir muhalefetin ortaya çıkmamasından rahatsız büyük kalabalıklar var. Son Britanya seçimi ve halen devam etmekte olan ABD seçim sürecinde bu mesele çok tartışıldı. Rahatsız edici düzen ve sıkıntı kaynağı iktidarlar karşısında ne yapılması gerektiği, onları alt etmek için hangi yolun doğru olduğu hakkındaki küresel münazara devam ediyor.

Türkiye'deki durum, dünyadaki yaygın havadan çok farklı değil. Sanıldığı kadar özel ve biricik sorunlarla boğuşuyor değiliz. Sadece korona sürecindeki Trump performansı bile paralelliğin hangi sınırlara varabileceğini gösterdi. Fakat Türkiye’deki muhalefet kapasitesi tartışmalarının, dünyadaki genel durumdan pozitif ayrıştığı söylenebilir. Bu ayrışmanın, yani muhalefetten memnuniyetsizlik halindeki yüksek reytingin en önemli nedenlerinden biri, muhalefet aktörlerinin –hatta resmi sözcülerinin- bu tabloyu destekleyen, bir tür kader gibi tarif eden yaklaşımları. Aslında şöyle de söyleyebiliriz: Muhalefetten memnuniyetsizliğin en önemli nedenlerinden biri, muhalefetin kendisinden lüzumsuz memnuniyeti. Muhalefetteki her kesim (parti) hatta herkes, kendi yaptığından çok memnun ama hemen yanındakilerden çok şikayetçi. Kendini seçeneksiz, yakınındakileri beceriksiz görmek çok yaygın.

Muhalefet aktörlerinin kendilerinden memnuniyeti, çoğu uydurulmuş mecburiyetlerle destekleniyor. Muhalefet aktörleri derken, sadece göz önündeki ana muhalefet sözcüleriyle sınırlı olmayan bir geniş alanı ifade ediyorum. En iyimserinden en kötümserine kadar, en kalabalığından en tekil örneklere kadar muhalefetin geneline hakim mazoşist heves, aslında çoğu zaman gizli bir tatmini körüklüyor. İktidar bloku ve popülist demagoji, her olumsuzluğun müsebbibi saydığı "ötekiler" yaratarak nasıl kuvvetli bir düşünce rehaveti sağlıyorsa; muhalefet bloku da kendi mecburiyetleri ve şikayetlerinden kurulu bir rahatlık zemini üretiyor. Bu rehavet dengesini sağlayan üç güçlü varsayım var: Kutuplaştırma atmosferi nedeniyle nüfuz edilmesi zor bloklaşma, önlerine açılan tuzaklardan korunma zorunluluğu ve kendilerini ifade etmenin –sesini duyurmanın- zorlukları. Bunlar ya kuvvetli bahaneler ya da tükenmez eleştirilerin dayanağı haline geliyor. Formüller ve çaresizlik bu argümanlar etrafında kuruluyor.

Popülizme müracaat edenler, düşman ilan ettikleri imtiyazlı kesimleri ırksal, dinsel, sosyolojik veya kültürel özellikleri nedeniyle iflah olmaz gösteriyorlar. Bu saldırı karşısında ve sadece buna göre pozisyon almak zorunda kalan muhalefetteki simetrik akıl yürütme ise nüfuz edilmesi zor –belki de imkansız- kalabalıklar fikrine yaslanıyor. "Satın alındığı için hain olanın" karşısına, lütuflarla ele geçirilmişler; ideolojik/kültürel olarak gayri millilerin karşısına, politik körlük/idrak zorluğu konuluyor. Hafta başında medyascopetv’deki 5 Soru 10 Cevap yayınında, muhalefet cephesinde çok sık kullanılan “siyasi tuzak” meselesine de değinmiş, bu gerekçenin kendisinin nasıl bir tuzağa dönüştüğünü tartışmıştım. Muhalefet aktörlerinin önüne -çoğu göstere göstere- tuzaklar kuran iktidar, oyun kuruculuğu elinde tutmanın; bu tuzaklardan uzak güzergahta yürümeyi yeterli gören muhalefet, “otomatik pilotta” seyahatin rahatlığıyla davranıyor. Sokağın tuzağa çevrilmesini kabul ederek sokağa çıkamaz hale gelmek de denebilir.

Muhalefet çevrelerinin hem savunma hem eleştiri için çok sık başvurduğu üçüncü tema, "diğer insanlara" ulaşma, sesini duyurma, "dokunma" (temas) güçlükleri. En sert beceriksizlik eleştirilerinden en ikna edici savunmalara kadar geniş bir kullanım alanı olan bir argüman. Sihirli formüller, bitmez tükenmez akıl vermeler, olmadık taktik denemeler hep bu alandan çıkıyor. Aranan cevap "söylenenleri duyurmak" olunca, hangi sözü, kime, nerede, nasıl, ne zaman gibi her biri yeni alt soruları kışkırtan verimli bir tartışma denizi açılıveriyor. Son günlerde siyasi gündemin hareketlenmesi, erken seçim dedikodularının artması ve anketlerin çok konuşulur olması, bu meseleyi güncelleştirdi. Yeni partiler veya genel olarak muhalefetin, iktidarı yerinden edebilecek sayıda seçmeni etkilemesi için "en doğru yol" tartışması yeniden açıldı. Bu tartışmaların bir kapısı da, son bir yılın deneyimlerinin biraz eksik okunduğu başka bir rehavet tuzağına açılıyor.

İktidarın ciddi bir oy kaybına uğradığı, yerel seçimde girdiği erime sürecini geri çeviremediği görüşü giderek ağırlık kazanıyor. Ciddiye alınabilecek araştırmalar belirgin biçimde bu durumu ölçmeye devam ediyor. Meselenin iktidar çevresine yansıması, bu aritmetik tabloyu kendisi için bir baskı olmaktan çıkartmaya dönük. Muhalefet çevrelerinde ise siyasi gündem hâlâ büyük ölçüde bu aritmetik tablo etrafında şekilleniyor. İki uç yaklaşım öne çıkıyor: Sorunlu iyimserlik, olası konjonktürün de desteğiyle "yeterince beklenirse iktidarın kendiliğinden yenileceği" fikrine yaslanıyor. Kararlı kötümserlik, bu erimeyi kabullenmeyecek iktidarın yapabileceklerine odaklanmış durumda. Birbirine tam zıt görünmekle birlikte iki yaklaşım da ciddi bir hareketlenme önermiyor. Bir de bu iki yaklaşımın arasında duran ve yerel seçim sonuçlarının üzerinden bir yol haritası oluşturma iddiasındaki fonksiyonel akıl yürütme biçimi mevcut.

Yerel seçimde iktidarın gerilim hamlelerini karşılıksız bırakan muhalefetin etkili bir sonuç alabildiğini gördük. Kapalı olduğu düşünülen oy blokları, iktidarın atakları nedeniyle katılaşmadı, aksine agresif kampanyası iktidarın oylarının çözülmesine neden oldu. Çok yerleşik muhalefet ezberi olan kutuplaştırma duvarlarının, sanıldığı kadar dirençli olmadığı görüldü. Bu ilk ezberin bozulması -kısmen haklı bir çıkarım olarak- “iktidarın tuzaklarından sakınma” refleksini daha güçlü bir slogana dönüştürdü. Daha sonrasında muhalefetin elindeki yerel yönetimlerin beğeni düzeyinin düşmeyip yükselmesi, daha önce kolay ulaşılamayan seçmene hizmet ile dokunabilme umudunu tetikledi. Korona krizi sürecinde yaşananlar ve özellikle iktidarın saklayamadığı panik, bu düşünceleri destekledi. Yerel seçim ve sonrasını bu kronolojiyle okuyunca, kolay ikna edici olan ama yanıltıcı bir memnuniyet yaratan bir resim ortaya çıkıyor: İktidar gerilimde yalnız bırakılınca bloklar gevşiyor, tuzaklardan sakınınca fırsat verilmemiş oluyor, icraat kapısı “ötekilere” dokunmanın kapısını açıyor.

Daha önce negatif mecburiyetlerle gerekçelendirilen eylemsizlik, siyasetsizlik ve pasif bekleme hali, aynı temalara pozitif bir içerik kazandırılarak tekrar ediliyor. Önceden değiştirmesi zor olduğu için eylemsizlik nedeni olan ezberler, şimdi kendiliğinden değişeceği iddiasıyla yine hareketsizliğe bahane yapılıyor. Oysa bu lüzumsuz ve aceleci memnuniyete dayanak yapılan araştırmalar, biraz daha dikkatli okunduğunda başka şeyler de söylüyor. İktidardaki oy düşüşü konusunda en dikkate değer araştırmalara imza atan Metropol ve KONDA’nın yöneticileri, bu erimenin yönünün henüz belirginleşmediğini, bir yerdeki kaybın bir başka yerde kazanca dönmediğini söylüyorlar. Türkiye nüfusunun dörtte birini oluşturan şehirlerdeki belediye başkanlarının 2019’un üzerinde oy alabileceklerinin ölçülmesine rağmen, muhalefet oylarının kıpırdamıyor olması bunun en önemli göstergesi. İktidar sadece muhalefeti bozarak, muhalefet de sadece bekleyerek kazanamayacak.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).