YAZARLAR

HDP’nin alınganlığı meselesi

HDP ile siyasal birlikteliğin önünde maalesef "zihinsel bir duvar" var. Bu zihinsel duvar akılla örülmüş bir duvar değil. Aslında duygularla da bir ilişkisi yok. Hepimizi nefessiz bırakan tarihsel bir önyargıdan ibaret… HDP’nin muhtemel alınganlığı meselesi de maalesef farkında olunmasa da içselleştirilmiş önyargılardan neşet eden bir itham.

Bir konuyu düşünürken insanın bazen aynı anda birçok şey hücum ediyor kafasına, nereden başlayacağına karar vermekte de güçlük çekiyorsun. Takipçisi olduğum alternatif medya ortamlarında geçtiğimiz hafta kulağıma çalınan “alınganlık” meselesi bunlardan biri. HDP’nin, yani bir siyasi partinin, alınganlık ihtimali konuşuluyor. Malum önümüzde er ya da geç bir seçim var. Er ya da geç dediğime de bakmayın, biliyorsunuz en geç tarih 23 Haziran 2023. Çifte 23’lü kutlu seçim tarihi. Geç olsun da güç olmasın… Erken seçim olması ihtimaline gelince, ne kadar erken olabileceği konusunu henüz kestiremiyoruz ama sanki hemen yarın seçim otağını kurup buzlu ayranları köpürtebilirler gibi de bir hava var. HDP’nin alınganlığı da bu vesileyle hep gündemimizde olacak gibi görünüyor. Sırasıyla gidelim, nedir bu alınganlık, nereden çıkıyor?

Siyasi gündemi takibe paçayı kaptırmış olanlar bilir, HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar başta olmak üzere birçok HDP’li siyasetçi yeri geldikçe bir erken seçim ihtimali karşısında muhalefet güçlerinin başarısının kapsayıcı bir demokrasi ve barış ittifakına bağlı olduğunu söylüyor. HDP’nin içinde yer almadığı bir ittifak blokunun başarı şansının çok az olduğu da net bir dille ifade ediliyor. Doğruluğunu çoğumuzun teslim edeceği bir saptama. Bunları geçtiğimiz pazar günü katılma şansı bulduğum Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezinin (DİTAM) Tigris Diyalogları kapsamında yapılan Zoom toplantısında Mithat Sancar’dan bir kez daha duyduk. Siyasette yeni dönemi değerlendirmek üzere yapılması planlanan toplantıların ilkiydi. Oldukça yüksek bir katılım vardı. Eski ve yeni vekiller, hak savunucuları, akademisyenler, gazeteciler, iş insanları, STK çalışanları, belediye eş başkanları ve elbette hukukçular olmak üzere geniş bir grup. Toplantıya HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar “Yeni dönemde Türkiye siyasetinde muhalefet ve HDP’nin tutumu” başlıklı bir değerlendirme yapmak üzere davet edilmişti.

Alınganlık meselesi bir taraftan kafamda bu toplantının izlenimleriyle çarpışıyor. Bir taraftan tabii ki bir iletişim bilimci olarak, bugüne kadar başka herhangi bir partiye “alınganlık” atfedilmiş midir diye de düşünmeden edemiyorum. Partiler de insanlar gibi alınabilir mi? Yoksa bu koronanın bile yan yana gelmediği Kürtlerin ana gövdesini oluşturduğu partilere mahsus bir durum mu? Öyle ya, Enis Berberoğlu korona tedbirleri kapsamında -iyi ki- tahliye olurken Leyla Güven ve Musa Farisoğulları tutuklandı. Yüksek tansiyon ve şeker hastası sevgili Gültan Kışanak, sağlığıyla ilgili sıkıntılar yakın zamanda gündeme gelen milyonların gözünün bebeği Selahattin Demirtaş, diğer pek çok HDP’li ve siyasi tutuklu cezaevlerinde. Onların koğuşlarına korona uğramıyor zahar. Neyse ki Leyla Güven korona tedbirleri kapsamında değilse de bir tür “mahsuplaşma” çerçevesinde önceki gün tahliye edildi.

İşte böyle, “alınganlık” üzerine düşündüğüm gün sosyal medyada Pelin Buzluk’un bir paylaşımına rastladım. Herkese açık bir paylaşım olduğu için burada söz etmemde bir sakınca olmaz sanırım. Öykücülüğüyle tanıyıp sevdiğimiz yazar, Murat Yalçın'ın Dayı Parçası romanında denk geldiği bir diyaloğu aktarıyordu. Romanın bir karakteri “...bu kadar alınganlık da hiç kusura bakma zorbalık sınıfına girer...” diyormuş. Pelin Buzluk da paylaşımında “Buna o kadar katılıyorum ki” demiş. Gerçekten katılmamak mümkün mü? Mayınlı tarlada dolaşır gibi her sözünüze dikkat etseniz de yine de insanın ömrünü yemek için pösteki sayan alınganlar var. Yaptığınız iyi şeyleri asla görmeyip ilk fırsatta alınmak için pusuda beklerler. Daha üç gün önce yaşadığım bir olay neticesinde ömrümün bir parçası yine böyle yenip yutuldu. Bu tür ilişkilerin zorbalık olduğunu anladığınızda yıllarınız da geçmiş oluyor. Her hâlükârda örselenmeleri kaçınılmaz kibir tanrılarından uzak durmalı… Ara bir yol maalesef yok.

Peki şimdi gündelik ilişkilerde sık rastladığımız bu alınganlık tablosunun HDP ile ne ilişkisi var? Abartılı alınganlıkta yukarıda anlatmaya çabaladığım gibi bir şey var. Bir şahsileştirme meselesi. Günlük hayatımız bu türden sistematik zorbalıklar arasında yaşanıyor. Bunu inkar etmek mümkün değil. Rasyonellikten uzak biçimde problemi derhal duygular alanına çekme meselesi. Alınganlık üzerine yazıp çizenler bunu bir biçimde bir özgüven sorunu, bir kimlik zayıflığı olarak tanımlıyor. Çeşitli özgüven egzersizleri ya da terapi süreçleriyle aşılacak bir durum olarak ele alındığını da görüyoruz. Fakat “alınganlık”ın başka bir boyutu da var. Alınganlık sık sık da ilişkilerde asılsız bir itham olarak öne sürülüyor. Genellikle de iktidar ilişkileri çerçevesinde güçlü tarafın zayıf tarafa atfettiği bir rol. Böyle asılsız bir karakter kazandığında gerçekliği de baş aşağı çevirme gücü var. Mesela kadın erkek ilişkilerindeki eşitsizlik sık sık “alınganlık” ithamı ile karşılanır. Kadın hiç yoktan konuyu duygusallaştıran, şahsileştiren, rasyonel bir tutumla halledilecek meseleyi özgüven buhranlarıyla çıkmaza sürükleyendir. Ulusal meselelerde de farklı etnik topluluklar arasında hakim pozisyonda olanın ötekileri meseleleri şahsileştirmekle, duygusallıkla, rasyonel seçimler yapmamakla, diğer bir deyişle alınganlıkla suçladığı durumlar çoktur. Uluslararası ilişkilerde de böyledir hatta.

Peki HDP örneğinde olduğu gibi hiçbir vakit kendi varlığını bir pazarlık unsuru olarak dayatmamış, ortak çıkar adına üzerine düşeni gerektiğinde bağrına taş basarak yerine getirmiş, demokrasi mücadelesini tek taraflı bir “vazife” gibi üstlenmiş bir tüzel kişiliğe, şimdi değişen koşullar altında ilk kez ve bir tecrübeden de hareketle çok da haklı olarak “açıklık” istiyor, açıkça “Hep Birlikte” demek istiyor diye alınganlık atfetmek adil mi? Erken seçim ufukta henüz tam olarak belirmemişken meseleyi HDP’nin “alınganlık” ihtimali altında tartışmanın imalarını düşünmek gerekmez mi?

Sözcükler önemlidir. Bunu döne döne söylemeye devam edeceğim. Sözcüklerin saplanma ve yaralama gücü vardır. İYİ Parti'ye, CHP’ye ve hatta AKP’ye olmadığını düşündüğümüz bir şey, yani alınganlık, HDP’ye oluyormuş gibi geliyorsa durup bir düşünmelidir. Diğer partilerin önlerine gelen konuyu değerlendirdiği ve şöyle ya da böyle akılcı tavırlar aldığı varsayılırken, HDP henüz ilan edilmemiş bir erken seçimin “alınganı” oluyorsa, alt metinde dile gelen şeyler de bunlardır; bağımlı, zayıf, özgüvensiz, hayatı veya siyaseti duygularıyla yöneten... Hoş siyasette duyguların yerini ve önemini de inkar edecek değilim. Sırası gelmişken tekrar hatırlatabilirdim ama bugün yerim dar.

Bitirirken şunu söyleyeyim bugünkü berbat siyaset kültürü ve adaletsizliklerle kuşatılmış politik alan içinde kaçınılmaz olarak ara ara yalpalasa da HDP çoğu zaman en rasyonel ve hakkaniyetli siyasi tercihleri oluşturuyor. Barış ve demokrasi mücadelesi içinde yıllarını geçiren halkların desteğiyle elbette.

Kısacası HDP’ye yönelik gemi azıya alan gösterişçi zulüm sürerken, HDP’lilerin ya da bu zulme gözlerini kapatmayı reddeden kişilerin, karakterlerine, yapma ve etme biçimlerine kaçınılmaz olarak sinen sahicilik, görmüş geçirmişlik ve serinkanlılıkla “alınganlık” ithamı birbirine pek uymuyor... Yukarıda sözünü ettiğim toplantıda DİTAM Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Vural’ı Zoom ekranından izlerken de sonrasında gerek Mithat Sancar’ı gerek diğer birçok katılımcıyı dinlerken de bu sahicilik üzerine düşündüm. Şov yok. Herkes yüreğinin bir ucunu bir biçimde ve kaçınılmaz olarak yakmış bir sorunu ve o sorun üzerine konuşuyor. Bir çözüm bulmak umuduyla konuşuyor. Asırlık mücadelenin yükünü hissediyor omzunda. Sadece DİTAM’ın değil, Tahir Elçi Vakfı’nın ya da başka vesilelerle katıldığım başka oluşumların Diyarbakır toplantılarında da hep hissettiğim hakikiliğin ve samimiyetin nedeni bu bence.

Kısacası alınganlığı duyduğum yerde kulak arkası edip geçemedim. Mithat Sancar Hoca’nın yakın zamanda çeşitli vesilelerle yaptığı sarih ve etkileyici konuşmalarda ifade etmeye çalıştığı gibi, HDP ile siyasal birlikteliğin önünde maalesef zihinsel bir duvar var. Belki onun kendi sözleri kelimesi kelimesine böyle değildir ama hafızama böyle not etmişim. Sonuç olarak bu zihinsel duvar akılla örülmüş bir duvar değil. Aslında duygularla da bir ilişkisi yok. Hepimizi nefessiz bırakan tarihsel bir önyargıdan ibaret… HDP’nin muhtemel alınganlığı meselesi de maalesef farkında olunmasa da içselleştirilmiş önyargılardan neşet eden bir itham. Başka da bir manası yok…


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.