YAZARLAR

Muhalefetin mahcup HDP politikası iktidara teslimiyet

Muhalefet partilerinin hiçbirisi için ilkesel hatırlatmalarla yetinmek lüksü kalmadı artık geldiğimiz noktada. HDP’nin, demokrasi için gerekirse ittifak edilebilecek bir parti olarak deklare edilmesi, her partinin siyasi sorumluluğu. Hem demokratik sorumluluk hem de muhalefet etmenin gereği iktidarın politik hamlesini boşa düşürecek karşı adım olduğundan gerekli. Ancak yazık ki Kürt siyasetinin terörle özdeşleştirilmesi taktiği, Türkiye’de muhalefet partilerine kurulmuş bir tuzak olduğu halde bu gerçeğin farkında değiller sanki.

AKP iktidarı, geçmişteki siyasi yasaklarda kader ortaklığı yapılan Kürtlere yönelik baskıları sürdürmek hatta çıtayı yükselterek sürdürmek politikasına kilitlenmiş halde. Beş yıldır Kürtlerin siyasal haklarını gasp etmek için HDP’nin terörize edilmesinin ötesine geçecek yeni bir politika üretemedi. 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP ve Selahattin Demirtaş’a barajı hayli aşıp yüzde 13 seçim başarısı sağlayan “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganını hiç sevmemiştim, açık söyleyeyim. Bana göre Kürt meselesinin çözümü ve iç barışımız, siyasi rekabete kilitlenemeyecek kadar değerliydi çünkü. Türkiyelileşmek ve Kürt olmayanların oylarını da almak yönünde politika izlenerek o gün genel manada seküler Türklerin oyuna talip olmak tercih edildi. Kürtlerin sorunları yerine aslında seküler Türklerin, dindar Türkler karşısındaki kimlik bunalımına cevap üretmekte birleşilen bir tercihti bu.

Bu tercihi hala yanlış bulsam da Kürt sorunu açısından değil ama Türkiye’nin sistem sorunu açısından isabetli bir politik öngörünün ifadesi olduğu açık. Sol, seküler aydının siyasi öngörüsü, Türkiye üzerineydi ve HDP aracılığıyla Kürt sorunları, Türkiye’nin siyasal sorunları için feda edilmiş oldu. Takip eden yıllarda HDP ve Selahattin Demirtaş’a yaşatılanların nedeni de bu politik öngörünün doğruluğuyla yakından ilişkili olmalı. Sürdürülen bir kin politikası çünkü ve vaktiyle sol seküler aydınların Türkiye meselesine feda edilen Kürt meselesi şimdi de iktidarını sürdürebilmesi için dindar ve milliyetçi iktidarın çıkarı için feda ediliyor. Kürtlerin siyasal hakları cephesinde yeni bir şey yok yani.

Kürt seçmenin oy verme tercihini HDP’den yana kullanması, onu politik olarak eleştirsek bile Kürt seçmenin iradesine saygı duymak zorunda bırakır herkesi. İktidar, Kürt oylarını eskiden olduğu gibi toplayamadığı için kendisine en önemli siyasi rakip olarak görüyor HDP’yi. Terörle yaftalamayı seçmesi, oy hesabından başka bir şeyle izah edilemez. Muhalefet de bu politikayı kolaylıkla tersine çevirebilir. Yerel seçimlerde gerçekleşti de. Ancak işin tuhafı bugün ana muhalefet partisi dahil hiçbir partinin HDP ile açık, net bir dayanışma sergileyecek onurlu politik tavır üretemeyişi.

Cumhur İttifakı'nın devam edebilmesini kolaylaştıran kriminalize etme politikasıyla başarı elde etmesini sağlayan muhalefetin ta kendisi. AKP-MHP ortaklığının başarısı için “sessizlikle” çalışıyor muhalefet. Yeri gelmişken DEVA Partisi'nden ve siz değerli okurlarımdan özür diliyorum. Önceki yazımda, üç milletvekili için dokunulmazlığın kaldırılışı ve gözaltına alınmaları konusunda sessiz kalmalarını eleştirmiştim. Fakat DEVA Partisi bu konuda bir basın açıklaması yapmış ve gözden kaçırmışım, özrüm bu yöndeki hatamı kabule ilişkin. Demokrasi ve hukuk işaret edilerek itiraz edilmiş, 5 Haziran tarihli ve partinin sosyal medya hesaplarında da yayınlanan basın açıklamasında. Çifte standart içeren uygulama eleştiriliyor. Geçmişte ve halen kesinleşmiş yargı kararlarına rağmen Başkanlık Divanınca, genel kurulda okutulmayarak bekletilmesi suretiyle ilgili vekilin seçim dönemini tamamlamasına fırsat sunan teamül övgüyle hatırlatılıyor.

Ancak muhalefet partilerinin hiçbirisi için ilkesel hatırlatmalarla yetinmek lüksü kalmadı artık geldiğimiz noktada. HDP’nin, demokrasi için gerekirse ittifak edilebilecek bir parti olarak deklare edilmesi, her partinin siyasi sorumluluğu. Hem demokratik sorumluluk hem de muhalefet etmenin gereği iktidarın politik hamlesini boşa düşürecek karşı adım olduğundan gerekli. Ancak yazık ki Kürt siyasetinin terörle özdeşleştirilmesi taktiği, Türkiye’de muhalefet partilerine kurulmuş bir tuzak olduğu halde bu gerçeğin farkında değiller sanki. Hepsi fena halde faka basıyor. İktidarın derdi gerçekten terör olsaydı Osman Öcalan TRT ekranlarına çıkarılıp kendi lehine ve Abdullah Öcalan mesajlı/imalı seçim propagandası yaptırılır mıydı?

O program bir yapımcının kendi kararı olamaz çünkü bürokrasinin en basit insani ihtiyaçlar için bile CİMER başvurusu ve Saray direktifi olmadan hareket edemediği bir sistem içindeyiz. Muhalefet partileri CHP, İYİ Parti, SAADET, GELECEK, DEVA bunları bilmez değiller ancak iktidarın oyununa düşmeyi seçiyorlar. Bile isteye yaptıkları bu seçim, iktidarın HDP karşısındaki cüretini arttırıyor. HDP’nin kapatılması ihtimali de artık pek uzakta değil gibi. Kürt seçmenin oyuna talip iktidar ve oy talebi seçmenin kendisini tercih etmesinden ibaret değil. HDP’nin yalnızlaştırılmasına sessiz kalan muhalefet partilerine gitmesini önlemek istiyor aynı zamanda.

Bazı Türklerin de ama Kürtlerin büyük kısmının oyunu alan HDP’ye hayli daraltılmış olan siyaset yapma zemini tümden kapatılırsa bu Kürt kimliğine apaçık bir saldırı olacaktır. Zaten bu saldırıyı yaşıyor Kürtler. Kayyım politikalarını, seçilmişlerin ve seçmenin iradesinin gaspını HDP’ye oy vermeyen Kürtler bile kendi kimliğine saldırı olarak görüyor. Kayyım yönetiminde örneğin sokakların daha temiz olduğunu söyleyenler aynı zamanda seçilmiş belediye başkanının merkezi yönetim tarafından aşırı derecede kuşatılıp, çalışamaz hale getirildiğinin farkında o başkana oy vermeyenler bile. Üstüne üstlük kayyımların israf politikasıyla kent kaynaklarını tüketmesi, kayyım politikasının bir sömürü aracı olarak kullanıldığı görüşünde birleştiriyor Kürtleri.

Siyasi parti kapatmalar yeniden ülke gündemine oturduğu takdirde Kürtlere meşru zeminde siyaset yolu kapatılmış sayılır. Muhalefet, iktidarın uyguladığı bu Türk kimlik siyasetinin Kürt kimliğine ve siyasi haklarına saldırı politikasını, açık ya da örtük biçimde onaylamıyorsa durdurmalı. Durdurmanın tek yolu da HDP ile açık ve net bir dayanışmadan geçer. Öyle arka yollardan örtük destekler veya meseleye uzaktan bakan ilkesel söylemler çare değil.

Günümüz siyasi aktörlerinin temel becerileri göz önüne alınarak, dolaylı siyasal hamlelerle yan yollardan hedefe yürümeyi en iyi başaranların Erdoğan ve Bahçeli olduğu görülmeli. O halde muhalefete düşen doğrudan siyaset olur. Açık olmaları ve HDP’ye verecekleri destek politikalarını samimiyetle topluma anlatmaları halinde karşılık bulma ihtimalleri yüksek. Bütün halkı ilgilendiren sorunların satranç hamleleriyle rekabet aracı sayılmasından sıkıldı çünkü toplum. Dile getirilen demokratik ilkelerin dilde kalmayıp hayata ve politik tercihlere aksettirilmesinin zamanıdır.

Geniş kesimlerin neredeyse tüm HDP politikalarının Kandil’de belirlendiği yönündeki iktidar söylemine teslim oluşu, muhalefetin aşması gereken sorunlardan birisi. Terör tanımı, muğlak bırakılıp seçmen tercihi, Kürt fobisiyle şekillendiriliyor. Somut fiiller yerine yuvarlak ifadelerle dolu, ucu açık terör tanımının, yol açtığı hukuki, insani sorunlarla birlikte siyasal kriz aracı olarak siyasi çıkar için kullanıldığı, tüm politikacıların malumu. Bildiklerini açık yüreklilikle halka duyurmaları gerekir. İç hukukta terör kavramının, evrensel hukuk ölçütleriyle tanımlanması halinde HDP’nin suçlanamayacağı yönünde ortak açıklamalarla muhalefet, terör kozunu iktidarın elinden alabilir ve almalı.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.