YAZARLAR

Direnen insanlık ve bizim siyahlarımız

Zorda kalan liderler şiddete odaklanmamızı istiyor, mülke yönelik şiddete. Fransa’da da Sarı Yelekliler’in haklı taleplerini gürültüye vermek için yanan araçlara ve tüketim köleliğinin kutsal tapınaklarındaki hasarlara odaklanmamızı istiyorlardı. İktidara göbekten bağlı medya bunun için var. 

“Ninem sokaklarda, protesto gösterilerinde yürüyordu. Onun dedesi Tuskegee frengi deneylerinde denekti. Onun dedesi ise köleydi.”

Bu sözler ünlü rapçi Killer Mike’e ait. Express’in 155’inci sayısındaki söyleşiden.

Siyah ten için hiçbir şey henüz ‘tarih’ olmadı. “Nefes alamamak” sadece 400 yıllık bir miras değil devamlılığı olan lanet bir döngü.

“Amerikalıysanız ve ağzınızda gümüş kaşıkla doğmamışsanız, siyasi sürecin bir parçası olmalısınız. Çoğumuza hiçbir şey altın tepside sunulmadı. Elimden geleni yapmalıyım” diyor Killer Mike. Bu tüm alttakiler için geçerli bir giriş; yerliler, siyahlar, Hispanikler, Asyalılar, Araplar ve ayrıcalıklı doğmamış beyazlar… Yekûnen sosyal siyahlar.

Ölmeden önce George Floyd’un “Nefes alamıyorum” sözü, 2014’te Eric Garner'ın da son sözüydü. Günlerdir tüm nefes alamayanlar, Amerikan kentlerinde “Siyahların hayatları değerlidir” diye haykırıyor. Milyonlar yürüyor, sokağa çıkma yasağına meydan okuyor. Binler Floyd’un yere yatırıldığı gibi yatıyor. Siyah-beyaz öfke insanlığın ortak diline dönüşüyor. Her renkten insan hayatlarının bu diliminde bir siyah olmayı deniyor.

***

Her yıl başka ülkelere insan hakları karnesi dağıtan, ötekilere demokrasi ihraç eden, ‘insani müdahale’ kılıfıyla coğrafyaları kan gölüne çeviren, milisleri ‘özgürlük savaşçısı’ diye silahlandıran, kapitalin hayrına darbeler yapan, barışçıl göstericileri bastırıyorlar diye Çin, İran, Venezüela gibi ülkelere parmak sallayıp yaptırımlar dayatan hegemonyanın küstahlığı kendini ele veriyor. Haklı öfkeye karşı tehditkâr, yanıtında gaddar. İç çelişkileri ise derin: Irkçılık kurumsal, şiddeti tekelinde gören polis dokunulmaz. Hukuki sorumluluk istisna, cezasızlık norm sanki.

Başkan Donald Trump orduyu kitlelerin üzerine sürüyor. Savunma Bakanı Mark Esper, Amerikan şehirlerini "savaş alanı" olarak niteleyip Trump’a akıl veriyor: "Savaş alanına ne kadar hızlı hakim olursak o kadar çabuk dağılır ve gerçek normale dönebiliriz."

Trump da güvenlik güçlerinin sokaklara hakim olması gerektiğini tekrarlayıp duruyor. Küstah, kibirli, cahil. Her zorbanın yaptığını yapıyor, alttakilerin üzerine Kutsal Kitap’la çıkmaya yelteniyor. Yetmiyor Papa 2. John Paul’un anıtını ziyaret ediyor. Korkuluk duruşuna kutsallık katıyor! Bezirgân sultasında gelenek sürüyor.

Buna karşın Trump’a “Lütfen söyleyecek yapıcı bir şeyin yoksa kapa çeneni” diye seslenebilen Houston Polis Şefi gibi yetkililer çıkıyor. Pek çok kentte polis, göstericilerin önünde saygı için diz çöküyor. Ulusal Muhafızlar zırhlarını yere bırakıyor.

Bir itiraz dili olarak ‘diz çökme’. Yıldız oyuncu Colin Kaepernick’in 2016’da ABD Milli Marşı sırasında diz çökerek yaptığı eylem bugün havaya kalkmış öfkeli yumrukların önünde tekrarlanıyor. “Ayrımcılık uygulayan bir ülkenin bayrağı önünde ayağa kalkıp gurur gösterisi yapmayacağım” demişti Kaepernick. Birçoğuna göre bölücüydü! (Buradaki simgesellik için Işın Eliçin’in yazısına bakabilirsiniz)

İsyanın kriminilize edilmesi, bütün sistemi mülkiyetin kutsallığına göre kurmuş olanların geleneği. Trump da eşitlik ve adalet haykırışını ‘terörizm’ suçlamasıyla boğuyor. Korona karantinası sırasında valilerin kapısına dayanan silahlı beyazlar ise Trump için “İyi çocuklar”. Bunların bir kısmı beyaz ayrıcalığın tahkimi için yeni bir iç savaşın gerekliliğini bile savunuyor.

Zorda kalan liderler şiddete odaklanmamızı istiyor, mülke yönelik şiddete. Fransa’da da Sarı Yelekliler’in haklı taleplerini gürültüye vermek için yanan araçlara ve tüketim köleliğinin kutsal tapınaklarındaki hasarlara odaklanmamızı istiyorlardı. İktidara göbekten bağlı medya bunun için var.

Odaklanmamızı istemedikleri şey isyanın nedenleri: Irkçılık, eşitsizlik, yoksulluk, işsizlik, sağlık dahil temel hizmetlerden mahrumiyet. Paran kadar insansın! Bir siyah her gün neden ‘çöp muamelesi’ gördüğünü hisseder? Buna yanıt vermeyi kendi ayrıcalıklarına saldırı olarak görüyorlar. Korona krizi sistemin bütün çelişkilerini bir kez daha açığa vurdu.

***

Irkçılıktaki kurumsallığın sosyal ve ekonomik tabloda da karşılığı var. Alttakilerin tablosu. Nefes alamayanların.

Olayların merkezi Minnesota en liberal ve hoşgörülü eyaletlerinden birisi. İlk siyah Müslüman vekil Keith Ellison ve Somali asıllı İlhan Omar Kongre’ye buradan gitti. Ancak Trump zamanında Somalililer ve Latinlere karşı yerel politikacıların nefret söyleminde artış var. Floyd’un öldürüldüğü ve isyanın çıktığı Minneapolis kenti ‘siyah’ tabloyu çok iyi anlatan verilere sahip. Beyazlar siyahlardan iki kat fazla kazanıyor. Census Bureau’ya göre 2018’de siyah bir ailenin geliri yıllık 36 bin dolar. Beyaz bir ailenin geliri 83 bin dolar. Fark 47 bin.

Ev sahibi olmada oran üçe bir. Siyahların yüzde 25’i kendi evinde otururken bu oran beyazlarda yüzde 76.

Mülkiyetteki adaletsizlik de uzun bir geçmişe dayanıyor. 1968’deki yasa değişikliğine kadar beyazların gayrimenkulleri, beyaz (Caucasian) kanı taşımayanlara satılamaz, devredilemez ya da kiralanamazdı. Mineapolis’in ikizi St. Paul’de 1950-60 arasında inşa edilen otoyol her 8 siyahtan birinin evinin ya da iş yerinin üzerinden geçti. Bu ailelerin çoğu yeniden toparlanamadı. İşsizlik beyazlarda yüzde 4, siyahlarda yüzde 10. Korona virüsü de en fazla silahları vurdu.

Bu mahrumiyet bir kıvılcımla ateşe dönüşüyor. Martin Luther King’in “İsyan, sesi duyulmayanların sesidir” sözü pratik buluyor.

Irkçılığa ilaveten suç işleyen polisin dokunulmazlığı ve cezasızlığı da kurumsal karakter arz ediyor. Amerikalıların gurur duyduğu ‘güçlü hukuki kurumlar’ ve ‘güçler ayrılığı’ alttakiler için doğru çalışmıyor. Her yıl bin civarında insan polis şiddetine kurban gidiyor. Kurbanların çoğu nüfusa oranla siyahlar. Buna karşın açılan davalarda tutukluluk oranı yüzde 1.

1967’de sivil özgürlükler için mücadele edenlerin etkin olduğu 3 mahalleyi basan Miami polis şefinin “Yağma başladığında ateş başlar” sözüyle tarihe geçiyor. Bu söz, Yüksek Mahkeme’nin davacılar aleyhine sonuçlanan kararında suç işleyen polis için ‘nitelikli dokunulmazlık’ kriterini kazandırır. Aynı yıl Mississippi’de haksız yere tutuklanan sivil hak savunucularının açtığı davada yüksek mahkeme dokunulmazlık ve cezasızlığa ‘iyi niyet’ ve ‘muhtemel sebep’ kılıfını ekliyor. Bizdeki hukuksuzluğun kılıfı ‘makul şüphe’ ile aynı mantık.

Reuters’ın araştırmasına göre 2005’ten bu yana mahkeme kararlarında polis artan oranda dokunulmazlık kazandı. Trump döneminde ‘nitelikli dokunulmazlık’ atfıyla polis lehine verilen kararlar yüzde 44’ten yüzde 57’ye çıktı. Görüntü kaydı olan ya da öfke patlaması yaratmış olaylarda da kuruma kesilen tazminat kararlarıyla polisi kurtaran bir yargı geleneği sürüyor. Yani birbirini kayıran polisler, korkak savcılar, edilgen jüriler ve baskı mekanizmasına dönüşen güçlü polis birlikleri sayesinde suçlar cezasız kalıyor. Minneapolis Polis Memurları Federasyonu Başkanı Bob Kroll da motosiklet ceketinde ‘Beyaz Güç’ (White Power) bandını taşıyan birisi. Sicili bozuk polislerin azılı savunucusu, Trump’ın sıkı destekçisi.

“Yağma başladığında ateş başlar” sözü candan önce mal gelir diyenlerin ‘yargısız infaz’ yasasıdır. Her hal ve koşulda mülkiyetin kutsallığı faşizmin de temel bulduğu yerdir. Trump bu sözü defalarca tekrarlayarak sadece öfkeye nasıl yaklaştığını deklare etmedi, aynı zamanda siyahların hafızasına elektrik şoku verdi.

***

Böyle bir yazıda kendi siyahlarına yapmadığını bırakmayanların ABD’ye insan hakları dersi vermesine değinmemek olmaz. Her ülkenin kendi siyahları var; kimse “Benim evim temiz” diyemez. Bizim kentlerimizde “Boğuluyorum” diyen binlerce Floyd var, sesleri duyulmayan. Ses verdiğine sülalece pişman edilen. Kürtçe sesinin bedelini canıyla ödeyen. Lince uğrayan. Sırtından vurulan. Tekmeyle can veren. Pusuda katledilen. Kaçırılıp infaz edilen. İşkence gören. Kaybettiği yavrusunun kemikleriyle bir ömür sınav veren. Patronun kâr hırsı için iş cinayetlerine kurban giden…

Irkçılığa ve sistematik ayrımcılığa karşı doğru düzgün mücadele verilmeyince hoyratça sırıtan hakikatler ‘yok’ sayılıyor. Yokmuş gibi kabul görüyor. Irkçı söylemler siyasilerin kürsülerinden fışkırıyor, televizyonlardan taşıyor, toplumda teveccüh görüyor, içselleşiyor, şiddetle pratik buluyor, suçlu iltimas görüyor, sistem mazeret sunuyor, dokunulmazlık böyle inşa ediliyor. Bizde ‘ırkçılık’ mesele bile olamıyor. Direnme geleneği yok çünkü. Bizim zorbalarımız kendi ellerindeki kanları Amerikan siciliyle örtmeyi uyanıklık sanıyor. Floyd için yükselen öfke hepinizedir, dünyanın tüm zorbalarına.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.