YAZARLAR

Toplama Ev: Ev işgal altında

Evde kapanma süresi uzayıp nefes alamadıkça, kentlerin boşluk bırakmamacasına dolduğunu, üst üste yaşadığımızı bir kez daha keşfettik. Kentlerde hapisteyken, bir de evlere hapsolmuştuk, iki kere mahkûm hayatı yaşıyorduk.

Covid-19 pandemisi nedeniyle üç aydır evlerdeyiz. Dışarısı tehlikeli, içerisi güvenli formülü ile yaşıyor, “hayat eve sığar" sloganı ile evde kalmaya teşvik ediliyoruz. Hoş, AVM’lerin açılması ile bu gönüllü hapsin sonuna gelindi gibi. Fakat yaşanan süreçte yapılan sayısız ev güzellemesi akıllara şu önemli soruyu getirdi:Daha önce hayatlarımız nasıldı ki?

Yıllar önce bir grup mimar arkadaşımla evi ve gündelik hallerimizi sorgulamaya imkân tanıyacak bir yarışmaya katılmıştık: Yarışma New York merkezli Evolo Architecture tarafından “House for the 21st Century” (21'inci yy için konut) başlığı ile açılmıştı. Katılımcılardan istenen, değişen yaşam alışkanlıkları ve teknolojiler karşısında evin nasıl dönüştüğü idi.

Hazırladığımız projede amacımız, kent ile konut arasındaki çatışma üzerinden hayatlarımızda evin yerini göstermek ve yaşadığımız tuhaflıkları gün yüzüne çıkarmaktı.

Yarışma metninden kısaltarak aktarıyorum.

“Modern dünyada kent, konutun yerine ikame etmeye başladı. Mimarlığın ilk ve biricik yapısı üzerindeki uzlaşma sona ermiş durumda. Modern kent, geleneksel konutun anlamını ve insan yaşamlarını geri dönülmez bir biçimde değiştirdi. Konutun, en basit şekliyle, yaşama, uyuma, çalışma, dinlenme gibi eylemlerine ait mekânları, kentin sunduğu servisler tarafından çözülüyor. Ev, hem anlam hem fiziksel olarak daralıp küçülürken, zamanımızı kentin caddelerinde, alışveriş merkezlerinde, gökdelenlerinde, havaalanlarında geçiyoruz.

Toplama Ev; Grafik tasarım: Pelin Çetken

‘Toplama Konut’ (Massed House) bir parodi, fiziksel ve ontolojik alanı daralan evin parodisi. Bu ev büyük, çok büyük. Hiçbir şeyi dışarıda bırakmıyor. Giriş holü bir şirket lobisi. Salonun köşesi McDonalds ve Starbucks tarafından işgal edilmiş. Evin bir odasında çalışma bandı bulunuyor, bütün gün oradasınız, biteviye hayatınızı tekrarlıyorsunuz. Yatak odasındaki dolabın kapağını açınca ünlü giyim mağazalarının sağlı sollu sıralandığı koridora ulaşılıyor. Bodrum katta bir metro istasyonu var. Uluslararası seyahatler içinse çatıdaki havaalanına çıkmanız yeterli.”

.

.

Evet, ilk başta evlerine kapananlar yukarıda tarif edilen hayatın karşıtı olarak bunu fırsat olarak gördüler. Hayatın koşturmasından kurtulacak; yalnız kalınacak; herkes kendini tekrar bulacak; müze, film, sanat, kütüphane arşivlerinin açılması ile ruhlar beslenecekti.

Belki küçük bir azınlık için geçerli olabilir. Ama aslında evlerimizin ve dolayısıyla hayatlarımızın nasıl olduğu gerçeği ile yüzleştik.

Dar, küçük, bakımsız, kişisel mesafenin ve nefes alacak balkonun bile olmadığı beton hapishanelerde yaşıyoruz. Tüketim toplumunun bireyleri olarak tatmin edilemez tüketim alışkanlığından vazgeçemedik, sadece AVM’lerin yerini internet aldı, kargo hizmetleri çalışanlarını sömürü noktasına getirecek kadar yoğunlaştı.

Ya uzaktan çalışma? Her gün trafik keşmekeşinden kurtulmak daha çok boş zaman imkânı demekti. Ama öyle olmadı. İş eve taşındı. Mesai saatlerini yok sayan zamansız toplantılar, gece yarısı e-posta trafiği, evde bir çalışma odası olmaması ile hayat işkenceye dönüştü.

Evde kapanma süresi uzayıp nefes alamadıkça, kentlerin boşluk bırakmamacasına dolduğunu, üst üste yaşadığımızı bir kez daha keşfettik. Kentlerde hapisteyken, bir de evlere hapsolmuştuk, iki kere mahkûm hayatı yaşıyorduk.

Şimdi yeni normalden bahsediliyor, siyasal, toplumsal, kültürel, ekonomik alanın kendisini yeniden organize etmesine şahit oluyoruz. Kapitalist dünya bu krizden yeni sömürü biçimleri yaratarak çıkmaya çalışıyor. Ortaya çıkan şey, daha otoriter, sömürüye daha açık, özel hayatın neredeyse yok olduğu, zorlu hayatlarımızın üstüne ikinci bir katman olarak yerleşiyor. Huzur bulduğumuzu sandığımız evin parmaklıkları daha da belirginleşiyor. Distopik dünya fantezileri, güvenlik adına gerçeğin ta kendisi halini aldı.

“Toplama Ev”e tekrar dönelim. Evi özel, dışarıyı kamusal alan olarak ikiye ayırma eğilimindeyiz. Ama öyle değil. Eğer ev kavramını basit mekânsal bir karşılık olarak değil de, bir varoluş biçimi olarak görebilirsek, tüm hayatımızın yapay ideolojilerle, kurmaca milliyetçilik anlayışıyla, inanç istismarlarıyla, sömürü sistemleriyle beden denilen evin her tür biyo-politikanın nesnesi haline geldiğini ve bedenlerimizin işgal edildiğini anlayabiliriz.

Bir çözüm önerecek değilim. Sadece “ev işgal altında” diyor, bu olguyu anlamaya, sizlere anlatmaya çalışıyorum. Belki sadece şunu söyleyebilirim:. Evdeki hayatımızı düşünmek, her şeye rağmen kendimizi yeniden düşünmek ve güzel olanı istemek için fırsat olabilir.

Massed House. Ekip: Hakkı Yırtıcı, İlke Tekin, Gürsu Altunkaya, Pelin Çetken, Ünal Ali Özger, Elif Elğay, Müge Akdağ.


Hakkı Yırtıcı Kimdir?

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi mezunu olan Hakkı Yırtıcı, yüksek lisans ve doktora eğitimini de aynı üniversitede tamamladı. Çağdaş Kapitalizmin Mekansal Örgütlenmesi isimli kitabı, 2005 yılında Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından basıldı. İktidar, mekan, dil ve psikanaliz alanlarına yoğunlaşan Yırtıcı; iktidar ve mekanın yeniden üretimi, modernleşme ve gündelik hayat pratikleri, sinema ve mekan analizi ve kent modernleşme tarihi üzerine dersler vermektedir.