YAZARLAR

'Şehre inen hayvanlar umutlandırıyor beni'

En büyük derdimiz hekim olduğumuzu, canla uğraştığımızı anlatamamak. Bir kulak burun boğaz doktoru, kulak burun boğazla uğraşırken ben yedi ayrı hayvanın anatomisini öğrendim. Her şeyin çok yüzeysel algılanması herkesin sorunu. Veteriner mi, ha kediye köpeğe aşı yapıyorsunuz değil mi, bu kadar...

Veteriner hekimler 50 yıldır korona virüsüyle uğraşıyor. İnsan denilen tür bu tecrübeden yararlanmak yerine “Acaba kediden, köpekten bulaşır mı?” paranoyasını seçti; virüsün insana geçişindeki sorumluluğunu tartışmak komplo teorilerini tercih etti. 20 yıldan fazladır işini severek yapan bir veteriner hekim, hem bu enfeksiyona dair tecrübesini anlatıyor, hem de insan merkezli kurulmuş bu sistemi eleştiriyor. Ufukta büyük bir yüzleşmenin izlerini göremiyor ne yazık ki.

Çizim: Murat Başol

Bir sokaktakiler var, bir de sahipli hayvanlar. Salgınla birlikte sokaktakiler için iş birden zorlaştı. Zaten çok defans görüyorlardı, bu daha da arttı. İnsanlar birbirlerinden, her şeyden korkuyordu en başta. Hayvanların ortalıkta olmalarını istemediler. Bir diğer zorluk besin zincirlerinde önemli yeri olan restoranların kapanması. Ormanda, sahilde, piknik yerlerinde yaşayanlar da oralara giden insan kalmayınca aç kaldı, birbirlerine zarar vermeye, vahşileşmeye başladılar. Biz de onlar için elimizden geleni yapmaya çalıştık. Evdekilere gelirsek... Çok korkup eve kapanan insanlar, acil operasyonlar dışında bizle bağı kesti. Parazit ilaçları, aşı, diş temizliği, tıraş, banyo gibi rutin uygulamaları yaptırmadılar. Önlem alarak dışarıdaki hayatlarını sürdürenlerse, özellikle de köpek sahipleri çok endişelendi. İnsanlar acaba hayvanlar virüs bulaştırıyor mu diye sormaya başladı, çünkü bilgi kirliliği vardı. Dünyanın farklı yerlerindeki laboratuvarlarda hayvanlara çok yüklü miktarda virüs verilerek hastalığın oluşturulması soru işaretleri doğurdu. Fakat bu bilimsel bir çalışma. Normal hayatta da olabiliyor gibi algılandı, bir süre anlatamadık insanlara. Şehrin uç taraflarına bu yüzden terk edilen hayvanlar duydum.

Bu tür hastalıklar, salgınlar, evet bazı insanlarda bir hayvan antipatisine de yol açtı. Biz de doğru aktaramadık, daha doğrusu fırsat vermediler. Ben daha fakültedeyken, 97'de Amerika'da korona virüsü çalışmaya başlayan Prof. Dr. Mustafa Hasöksüz Bilim Kurulu'na alındı. O konuşurken isminin altına “veteriner hekim” yazmıyorlar mesela, insanların güveni düşer diye. Ben öyle algılıyorum, sinir oluyorum. Kendisi kaç defa “Veteriner değil, veteriner hekim” diye düzeltti. Veteriner hekimler korona virüsüyle 50 yıldır uğraşıyor. Her hayvanda aile olarak ayrı hastalığı var. Buzağı ölümlerinin de nedeni, kanatlıların da. Kedilerde var, köpeklerde var, hatta köpekte aşısı bile var. Uzun yıllardır uğraştığımız bir viral enfeksiyon olduğu için bundan faydalanılabilirdi. Halbuki virüsün hayvanlarda var olması, hayvanları yok etmek lazım gibi bir şeye döndü. Biliyorsunuz insanlar çok acımasız oluyor korktuklarında. Hayvanlardaki korona virüsün insanlara geçme ihtimali yok. Olsaydı zaten 50 yılda insan nüfusu kalmazdı.

Üç yıl kadar önce korona virüsü kedilerde birden hastalık yapmaya başladı. İki formu vardır, ıslak ve kuru. Kuru formuyla kediler yaşayabiliyor. Şu an sokaktan herhangi bir kediye hızlı testlerden yaptığınızda korona pozitif çıkıyor. Bu, sürü bağışıklığı tamamlandı demek. Bunu insanda da oluşturmaya çalışıyorlar. Sayılar biraz düşünce hemen AVM'leri açtılar. Sürü bağışıklığı üç yılda oluştu ama sokak kedilerinin neredeyse yarısı öldü. Bizim sitedeki 27 kedi, yediye indi mesela. Çok hızlı yayılıyor; insanlarda da korkulan bu. Sürü bağışıklığı kazanıldı ama daha bugün koronanın ıslak formunun bir yavru kedideki hastalığıyla iki buçuk saat uğraştım. Yeni bulunan nörolojik sisteme saldırılarını da biz biliyorduk, daha çok solunum sistemi anılıyordu, hayır bu virüs bütün sistemlere saldırıyor. Bunlar da görülecek. Biz uğraştık, halen de bitmiş değil. İnsanda da bitmeyecek, öyle umut edenler yanılıyor. Domuz gribi bitti mi, çiçek bitti mi, aşısı çıkmış olmasına rağmen bitmedi. Viral hastalıklarla mücadeleyi toplumun geneline yaymadan üstesinden gelemezsiniz. Bitmeyecek ama kontrol edilebilir hale gelecek. Türkiye'de hastane sayısının fazlalığı ve nüfusun gençliği avantaj oldu. Bir de medikal cihaz fazla. Almanya'nın toplamındaki tomografi belki İstanbul'un iki-üç semtinde vardır. Bu endişe verici bir durumdu, hep konuşulurdu, şimdi bir işe yaradılar, bir sürü insanın hayatı kurtuldu.

Verilen sayılara güvenip güvenmemenin cevabı politik olur; ben bilimsel olarak testin doğru yapılmasını savunurum, bilim insanıyım. Burnun arkasına kadar girmeden alırsanız test doğru çalışmaz. Testi yapanları doğru eğitmeniz gerekir. Başta çok fazla negatif çıktı. Çin'den getirilen testlerin yüzde 30 güvenilir olduğu söyleniyor, bilmiyorum. Ama kedilerde de ilk hızlı testler hiç güvenilir değildi, biz yapmıyorduk. Ancak şimdi yüzde 99 çalışan test yapıldı. Ama dün sadece 55 hastanın hayatını kaybetmiş olması bana da çok düşük geliyor.

Ev hayvanlarının psikolojisi de etkilendi tabii. Özellikle kediler rutinlerine çok düşkündür, bir sehpanın yerini değiştirmeniz yeter. Bu kadar takıntısı olan bir canlı, sabah 7'de siz çıktığınızda evin sahibiydi. Birden baktı ki kimse evden gitmiyor, iki-üç gün dayandı, sonra salonun ortasına yapıverdi. Sahiplerine en azından evde bir şeyleri değiştirmemelerini söyledik, bazı durumlarda ilaç kullanmamız gerekti. Çocuklar da evde, bizim kedi Cesur da bakıyorum tüyleri dimdik geziyor.

Evet, geyikler, yaban domuzları, gördüm fotoğrafları. Boğaz'da yunuslar dans ediyor. O şehre inen hayvanlar umutlandırıyor beni, insanlar azıcık çekilince doğa eski haline geliyor. Bir yandan da hüzünleniyorum çünkü aslında besin zincirleri bozulduğu için şehre inmek zorunda kalmış olabilirler. Doğaya sevgimizi, saygımızı azıcık takınsak, birlikte yaşayabileceğimizi göreceğiz. Sevmek zorunda değilsiniz, ama hayvanlara saygı duymak zorundasınız. Bu yaşadıklarımızla insanlığın türcülükle, kendiyle yüzleşeceğini falan sanmıyorum. Hatta bu hızla üreyen insan topluluğunun maalesef daha da acımasızlaşacağını düşünüyorum. Hakim olan yaşam şekli kapitalizm; insanlar birbirlerine iyi davranmazken, dünyaya iyi davranmasını beklemiyorum. Sistem doğaya, hayvanlara böyle davranmaları üzerine kurulmuş. Veteriner hekimlere danışma sebepleri bile hâlâ insanlar için bir kazanım elde etmek, virüsü ortadan kaldırabilmek değil. Yine bencillik var özünde.

Denek hayvanları, gezegende her şeyin insanlar için var olduğu anlayışının uzantısı. Diğer taraftan insanlar üzerinde denemek de yanlış; kim olacak o? Biliyorsunuz artık 3D'lerde organlar yapılmaya başladı, ileride canlılar üzerinde denemeye gerek kalmayabilir. Şu an böyle olmak zorunda olduğu için de böyle.

Ben Keşanlıyım, hayvanlarla aram hep iyiydi ama veteriner hekim olma hayalim yoktu. Fizik hocamın tavsiyesiyle yazdım. 93'te hayatımda ilk defa Keşan'dan çıkıp İstanbul'a geldim. Korkunç geldi. Küçük yerde büyümek farklı, beni ilkokula mahallenin berberi yazdırmıştı mesela. Okuldan sonra Keşan'a dönüp büyükbaş yapmayı düşünüyordum. Sonra harçlık için bir pet kliniğinde çalışırken o kadar sevdim ki, bana daha uygun olduğuna karar verdim. İstanbul dipsiz kuyu, bir tarafım hep Trakya'da olsa da burada kaldım sonra. Gerçekten seviyorum işimi. En büyük derdimiz hekim olduğumuzu, canla uğraştığımızı anlatamamak. Bir kulak burun boğaz doktoru, kulak burun boğazla uğraşırken ben yedi ayrı hayvanın anatomisini öğrendim. Her şeyin çok yüzeysel algılanması herkesin sorunu. Veteriner mi, ha kediye köpeğe aşı yapıyorsunuz değil mi, bu kadar... Bilim Kurulu'na iki veteriner hekim alındı. Bir sürü aşının veteriner hekim tarafından insan hayatına kazandırıldığı duyuldu en azından.

Yatan hastalarımız olduğu için sokağa çıkma yasağında da açıyoruz kliniği, ama kimse gelemiyor. Yasaksız günlerde de haklı olarak bir sürü hasta aynı anda geliyor. Süreçte veteriner hekimler çok yoruldu, zorlandı. Düşünün, insanların nasıl korktuğu bu hastalığın içinde mesleğimizi icra ediyoruz yıllardır.

Konuştuğumuz gün 149 bin 435 vaka, 4 bin 140 ölüm açıklanmıştı.

*Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı bu öngörülemez olağanüstü halin, kapitalizmin hâlihazırdaki eşitsizliklerini görünür kıldığından, derinleştirdiğinden ve bundan sonra hiçbir şeyin aynı kalamayacağından konuşuyor çok insan. Kalamayacak mı gerçekten? Neden kalmasın ki? Varlığını, her veçhesiyle sömürgeciliğe, cinsiyetçi iş bölümüne ve tam da derin bir eşitsizliğe borçlu bu düzen kötücül bir virüs gibi ruhlarımızı ve bedenlerimizi sarmışken “iyileşmek” nasıl mümkün? Kadınlar, erkekler, işçiler, memurlar, işsizler, beyaz yakalılar, mavi yakalılar, “yaka” devri değişti diyenler, serbest çalışanlar, evde çalışanlar, hâlâ çalışanlar, zorla çalıştırılanlar, karantinadakiler, geleceği göremeyenler, gördüklerinden yorgun düşenler anlatıyor. Neden bu uzun yazı dizisine başladık? Çünkü birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerinin dermanında kendimizinkini aramaya ihtiyaç var.


Pınar Öğünç Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. 1997 yılından beri çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalışıyor. Jet Rejisör (söyleşi, İletişim Yay.), İnce İş (söyleşi, İletişim Yay.), Asker Doğmayanlar (söyleşi, Hrant Dink Vakfı Yay.), Aksi Gibi (hikâye, İletişim Yay.), Beterotu ((hikâye, İletişim Yay.), Cotturuk Defterleri (çocuk, CanÇocuk) kitaplarının yazarı.