YAZARLAR

Kanatlı alametten, kınkanatlı böceğe

Telgrafın bir potansiyel olarak taşıdığı tarihin sürekliliğini parçalama ve dünya toplumunu eşitlik, özgürlük ve barış temelinde yeniden kurma potansiyeline, egemen sınıfların kendi tarihlerini sürekli kılma amaçları üstün geldi.

Yolun etrafındaki tepelerden birinin üzerinde kolları göğe doğru yükselen kulübe. 1804’te açıldığı ve 1821’e dek kullanıldığı, 1990’larda ise restore edildiği yazıyor kapıdan içeri bakınca görülebilen tabelada. Ama Alexander Dumas’nın “Monte Kristo Kontu” romanında anlattığına hiç benzemiyor. Dumas’nın anlattığı, bir bahçenin içinde yer alan üç kata bölünmüş bir kule oysa. Bu kulede, ilk iki kat, bir depoyu ve bir görevlinin yaşadığı, içinde bir yatak, bir masa, iki sandalye, bir taş çeşme olan bir odayı içeriyor; üçüncü katta ise çatıda yükselen metal kolları hareket ettirmek için kullanılan iki demir kulptan oluşan mekanizma var. Yani telgraf kulesinin kalbi. Romanda Monte Kristo kontunun ağzından, üstünden göğe doğru kocaman bir kınkanatlının bacaklarına benzeyen metal kolların yükseldiği beyaz karınlı, siyah ve zayıf bacaklı kocaman böcekler olarak tarif ediliyor bu kulübe ve diğer telgraf kuleleri.

Bizim gördüğümüz tek katlı, üzerinde yükselen metal kollar gerçekten de bir böceğin zayıf ve siyah bacaklarını andırıyor ve o bacakları hareket ettirmeye yarayan metal kulplar yerli yerinde ama yine de yılın 365 günü, yılda bin 200 franklık bir gelir için, bir önceki kuleyi teleskopla izleyerek aldığı mesajları, bir sonraki kuleye aktaran bir telgraf memurunun yaşayabileceği bir yere benzemiyor.

*************************

Aslına uygun olarak restore edildiğinden şüpheye düştüğümüz bu küçük kulübe, devrim sonrası Fransa’da cumhuriyetçi iktidarın kuruluşu, dolayısıyla da ulus devletin ortaya çıkışı ile ilişkilendirilen “telgraf” ağının, Paris-Lyon-Marsilya hattının bir parçası. 1790 yılında, bütün Paris devrimin heyecanını yaşarken Chappe kardeşlerin tasarımına giriştikleri; 1792 yılında ilk başarılı denemesini gerçekleştirdikleri ve 1794 yılından başlayarak tüm Fransa'yı kapsayan devasa bir ağ haline gelen telgraf sistemi, semafor sistemi, optik telgraf ya da Chappe telgrafı olarak da anılıyor. İnsanlığın, internete dek ulaşan uzak mesafeler arası haberleşme serüveninde, mesajın taşıyıcıdan yani bir at, araba, güvercin, ya da insandan bağımsız bir biçimde, bir ağ üzerinde hareket edebilmesinin ilk örneği olarak kabul ediliyor. Bir mesajın, kendisiyle birlikte hareket eden bir taşıyıcı olmadan 230 kilometreyi 32 dakikada katedebilmesini sağlayarak -bugün yaşadığımız dünyada anlaşılması zor- bir iletişim devrimini simgeliyor. Çağdaş toplumsal imgelemde telgraf isminin elektrikli telgrafa, yani Morse telgrafına denk düşmesinden dolayı söz ederken optik telgraf ya da Chappe telgrafı olarak anılsa da, bu sistem, far-writing yani “uzağa yazma” anlamına gelen Latince bir sözcük olan telgraf adını alan ilk sistem.

Kısacası, ismini sonraki yıllarda Morse tarafından icat edilen elektrik sinyallerini kullanan sisteme, yapısını ve yönetilme biçimini de uzun yıllar boyunca tüm telekomünikasyon ağlarına veren bu sistem, Fransız devrimiyle aynı dönemde açığa çıkan, Fransız Cumhuriyetçi takviminden, metrenin uzunluk ölçü birimi olarak standartlaştırılmasına kadar zamanın ve mekanın gündelik deneyimlerini değiştiren teknolojiler ve yenilikler arasında, sonraki yüzyıl boyunca sürecek büyük bir değişimin başlangıcı olarak özel bir öneme sahip.

********************

Geçmiş incelenince görülüyor ki optik telgrafı ilk düşünen Chappe kardeşler değil. Onlardan önceki yüzyıl boyunca benzer tasarımlar dünyanın farklı köşelerinde ve hatta Fransa'da yapılmış. Onların tasarımını gerçeğe ve tüm Fransayı kaplayan büyük bir iletişim ağına dönüştüren gerekçe ise kimilerine göre Fransa'nın devrim sonrasında diğer Avrupa monarşileri ile uzun süren bir savaşa girmesi ve ordunun sevki ve idaresi için uzak mesafeler arası iletişimin önemli hale gelmesi. Bu ilk elden verilen yanıt aynı zamanda tüm iletişim ağlarının temeline askeri ihtiyaçları yerleştiren paradigmayı yansıtıyor. Bir yanıyla kabul edilebilir bir yanıt. Sadece iletişim teknolojilerinin değil, pek çok teknolojik gelişmenin temelinde bulunan ideolojik yanı vurguluyor. Ancak daha önce yine savaş dönemlerinde benzer sistem tasarımlarına merkezi otoriteler tarafından hiç yüz verilmediği hatırlandığında, bu ideoloji vurgulu yanıtın üzerinde biraz daha düşünülmesi gereği ortağa çıkıyor. Chappe telgrafı söz konusu olduğunda, bir başka olağanüstü durum olduğunu hatırlamak gerekiyor. Aydınlanmanın ilham verdiği bir toplumsal devrim, Fransız devrimi ve bu devrimin evrenselcilik ütopyası. Chappe sisteminin içinde taşıdığı teknik potansiyel, kendisinden önceki yüz yıl boyunca dünyanın değişik yerlerinde ortaya çıkan benzer tasarımlarda da bulunuyor olmasına ve o tasarımlar ortaya çıktığında da yaşanıyor olan savaşlara rağmen, ancak Fransız devrimi koşullarında bir gerçeklik halini alabildi. Yani, Chappe telgrafının teknik potansiyeli, askeri ideoloji tarafından ele geçirilmiş olsa da, o potansiyeli hareket geçiren bence evrenselcilik ütopyasının ta kendisiydi.

Devrim zamanında evrenselcilik ütopyası sadece telgrafla değil, doğayı yeni birimlerle ölçme, zamanı ve mekanı yeniden düzenleme ve yeni bir evrensel dil geliştirme düşüncesi ile bir anlığına da olsa parıldadı. Ancak 1789’un barış, eşitlik ve özgürlük düşünceleri üzerinde yükselen evrenselcilik ütopyası hızla “Fransız ulusuna” indirgenirken ve devrim kendisini bir ulus devlet olarak yeniden yapılandırırken, Chappe telgrafının teknik potansiyeli de evrenselcilik ütopyası tarafından değil, askeri ideoloji tarafından kullanılır hale geldi. Bu nedenle de telgrafın taşıdığı, insanlar arasında eşitlik, özgürlük ve barışı sağlayacak olan mükemmel iletişim ve tüm insanların bütün bilgisine sahip olduğu bir toplum olasılığı, tüm diğer gerçekleşmemiş olasılıklar gibi tarihin enkazı arasında kayboldu. Chappe telgrafının bugünkü iletişim ağlarına da yansıyan kullanım biçimi ise Napolyon döneminde bir denetim ve kontrol aracı, stratejik bir askeri araç olmasıyla açığa çıktı.

Napolyon döneminde telgraf ağı Fransa’nın kuzeyinden güneyine ve Belçika ve Hollanda’ya doğru genişlerken, Chappe telgrafının metal kolları boyunca da Napolyon Fransa’sının genişlemesi yaşandı. Napolyon’un hız tutkusu, Chappe telgrafının dakikada ilettiği sembol sayısının giderek artışı, mesajın dolaşım hızının katlanarak çoğalması ile karşılandı. Chappe telgraf ağının yapısı ortasında Paris’in olduğu bir yıldız haline geldi. Bu yıldızın ortasında Napolyon’un merkezi gücü ve denetimi parıldadı. Bu yapı, tam da ulus devlet örgütlenmesinin yapısı oldu, başka bir deyişle telgraf ağına ulus devlet şeklini verdi.

*************

Bütün bunları yeniden düşünmemin nedeni elbette ki günümüzde, özellikle de pandemi koşullarında iletişim teknolojilerinin kullanımlarına, toplumsal anlamlarına dair yükselen tartışma. Bu tartışmalarda ileri sürülen argümanlar, işgal edilen konumlar, tarihin sürekli aynı biçimde yinelendiğine dair bir umutsuzluk yaratıyor. Geçmişin şimdideki izlerini bir zorunluluk olarak düşündüğümüz ölçüde “hep aynı olan” bir zamansal döngünün içinde, üstelik de onu “kararlı” bir ilerleme gibi algılayarak debelendiğimiz hissi kaçınılmazlaşıyor.

Bu sürekliliği parçalama imkanı var mı? Benjamin, tarih üzerine tezlerinde tarihin sürekliliğini parçalama bilincinin tezahürü olarak gördüğü iki şeyden bahseder: Fransız Devrimi’nin yürürlüğe koyduğu yeni takvim ve Temmuz Devrimi sırasında “ilk savaş” gününün akşamında Paris’in çeşitli bölgelerinde birbirinden habersiz bir biçimde saat kulelerini nişan alanlar. Aynı günlerde ortaya çıkan Chappe telgrafı da bence tarihin sürekliliğini parçalamanın en önemli aracına dönüşebilirdi. Ama bir potansiyel olarak taşıdığı tarihin sürekliliğini parçalama ve dünya toplumunu eşitlik, özgürlük ve barış temelinde yeniden kurma potansiyeline, egemen sınıfların kendi tarihlerini sürekli kılma amaçları üstün geldi. 1798’de yazar Pierre-Jean-Baptist Chaussard’ın, üstünde yer alan üç metal kola gönderme yaparak, Benjamin’in Angelus Novus’unu, tarih meleğini tarif eder gibi “geleceği taşıyan kanatlı alamet” diye adlandırdığı telgraf kuleleri, sadece bir kaç yıl sonra, Napolyon’un  “beyaz karınlı, siyah ve zayıf bacaklı böceklerine” dönüştü.

Tarih meleği deyince, onun gördükleri karşısında düştüğü dehşeti yaşadığımız her şimdide tekrar tekrar duyumsamak yerine enkazda ara sıra parıldayan umut ve ütopyaya yoğunlaşmak gerekir belki… Belki şimdideki anlık parıldamaları sezebilmenin ve geleceğe dair umudun yönlendirdiği bir eyleme geçebilmenin yolu budur. Belki böylece yaşadığımız “şimdi” geçmiş olduğunda ona dehşetle bakmaktan kurtulabiliriz…


Funda Başaran Kimdir?

1990 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği bölümünü bitirdi. 1995 yılının Eylül ayında Yüksek Lisans öğrencisi olarak başladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde 1996 yılının Ocak ayında araştırma görevlisi oldu. 7 Şubat 2017 tarihinde 686 nolu KHK ile ihraç edilene dek, 21 yıl boyunca aynı fakültede sırasıyla araştırma görevlisi, yardımcı doçent, doçent ve profesör ünvanlarıyla çalıştı. Akademik çalışmaları yanında TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi'nde Yönetim Kurulu üyeliği, yine TMMOB’ye bağlı Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın kurucu yönetim kurulu başkanlığı yaptı. Hala TMMOB Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın Onur Kurulu üyesidir. Ayrıca Alternatif Medya Derneği ve Halkevleri Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerini yürütmektedir. İşçi Filmleri Festivali’nin başlangıcından bu yana değişik süreçlerinde gönüllü olarak yer almıştır.