YAZARLAR

Pandemi kraliçenin ömrünü uzatır mı?

En cingöz analizci bile şunu atlıyor: Türkiye’de, AKP ampulünden patlatılan suni krizler dışında, gerçek bir kriz ya da felaket yaşama hakkımız bile kalmadı bizim. Hangi kriz? Gerçek bir felaket ya da kriz varsa, derhal olağanüstü normallik koşullarına geçiyoruz. Ayakkabılarımızı kapı önünde bırakıyor. Ellerimizi sabunluyor, mutfaklarımıza geçip hamurumuzu mayalıyoruz. Yapabilenler fırsat bulmuşken üç çocuk yapıyor...

Kraliçe-konsept yazılarımın beşincisiyle karşınızdayım. Sayı on beşi bulursa bir kitap yaparım artık. Sonra ver elini Buckingham...

Buckingham gündemini genellikle Türkiye’den modelleme yoluyla analiz etmeye çalışıyorum. Anlaşılması kolay oluyor o zaman. Modelleme dediysem yanlış anlamayın. “Ben de bunu yazarım, ben de böyle konuşurum, ben de Nişantaşılıyım” diye diye başkalarının malzemesinden kalıplar çıkarmayı kastetmiyorum. Nitekim böyle ruhsuz kalıpçı ustası da etrafta çok. Ben şahsım olarak kalıbımı, memleketin kültür mülajından çıkartmaya çalışıyor ve arada Buckingham’a da elbise biçiyorum.

Kraliçenin ömrünün uzayıp uzamayacağı meselesine gelince, bu meseleyi de beyfendi gasteci arkadaşlar düşürdü aklıma. Bir erken seçim olur mu, olmaz mı diye konuşup duruyorlar. Medyascope’ta durup dururken böyle bir tartışma patikası açıverdiler. Sanki patikalarımıza kıran girmişti. AKP iktidarının can havliyle açtığı onca patika varken... Madenlilerin bir lafı vardır, “Akılsızı akıllı etmeyin” derler. Beyfendi gastecilerimiz “düşmanım bile akıllı olsun isterim” ekolünden insanlar. Fransız ekolü. Ekol normal süperiör...

Açılan bu erken seçim patikasından fiziksel mesafeyi koruyarak, Bekir Ağırdır olsun, Kemal Can veya Murat Yetkin olsun, Ruşen Çakır koordinasyonunda yürüyorlar. Eve sığamadılar. Menderes Çınar da mı konuşmuş erken seçimi? “Erdoğan seçimi kazanabileceğini düşündürtecek şartları yaratabilirse mutlaka bir erken seçime gider” mi demiş? Bir yaratsa bence de gideri var tabii de, yaratmış mı? Hiç bilemiyorum Altan. Bildiğim tek şey, seçim olursa her şey çok güzel olacak.

Bahisler “seçimlerden” açıldı işte. Oysa Umberto Eco ne diyor? Otoriter lider daha yerinden tam doğrulmadan, ne yöne adım atacağını siz söylemeyin filan gibi bir şey söylüyor. Gerçi faşizm gibi, konumuzla ilgisi olmayan bir bağlamda söylüyor bunu. İsmail Küçükkaya gibi ben de “faşizm” filan demiyorum tabii. Asla. Demokratik seçimlerden konuşuyoruz. Üstelik belki Eco değil, bambaşka biri diyordu bunu. Gece 24.00’e doğru kimin söylediğini bulur, sağlık bakanımızın ardından ben de bu konudaki açıklamamı yaparım.

Ama tabii biz bahis açmayı seven bir toplumuz. Hayır madem açtınız bu bahsi, bir iki kadın arkadaşımızdan da görüş alın. Işın Eliçin’e, İnci Hekimoğlu’na, Nergis Demirkaya’ya veya Özlem Akarsu’ya sorun. Sayamadığım çok isim var daha. Üstelik Gazete Duvar’ın Duvar Arkası haberinde bir erken seçim ihtimalini epeyce sıkıntıya sokacak bir husus da gündeme gelmişti. “Çoğunluğu kaybetmeleri durumunda Erdoğan son 5 yılını başlatmış olur” demiş ve 3+5 olmak üzere 8 yıl görev yapma şansı olan Erdoğan bakımından bunun siyasi intihar anlamına geleceğini de eklemişlerdi. Duvar Arkası’nı kadın arkadaşlar kazıyordu sanırım. Beş yıl nere, sekiz yıl nere? Bence cumhurbaşkanlığı söz konusu olduğunda, üje beje bakılır...

Kısacası, seçim bahsini beyler kendi aralarında çeviriyor. Erken seçim olacağını söyleyen de, neden olmasın diyen de, olursa ne olur diyerek akıl yürüten de onlar. Bir akıllar bir fikirler. Ben de baktım iki haftadır ciddi ciddi konularda yazmış, dersimi yeterince çalışmışım zaten. Bu hafta ortamlara akabilir, olayları cıvıta sıvıta yorumlayabilirim. Ne olacak, sonuçta gök olayı değil, dünya olayı...

Türkiye’de bir erken seçim ihtimali olup olmadığı bana sorulmuyorsa ben de alır başımı giderim. Poğaça sepetimi koluma takar, açılan patikadan ilerlerim. Olaya Buckingham’dan bağlanırım. Zaten kraliyet haberleriyle ilgilenmeye bahane arıyorum. Fakat modern monark Elizabeth the Queen’in erken seçimle ne işi olur? Kraliçeler seçimle gelip gitmiyor. Benim sorum şu; “77 milletin ve 42 ülkenin kraliçesi, Covid-19 nedeniyle Allah muhafaza erken ölüme gider mi?”

Soru güzel. Saat 24.00’ü vurduğuna göre, bunun da “imkansız ihtimal” olduğunu açıklayabilirim. Bir kere kraliçe ben bu cümlenin sonuna gelmeden ölse bile, bu ölüm bir “erken ölüm” olmaz. Zatı şahaneleri erken ölüm şansını yirmi beş yıl kadar evvel yitirmişti. Train gone, sorry! Onun için artık her ölüm geç bir ölümdür. Biliyorum Tanrım. Ayrıca alacağın o hayat hiç fena sayılmaz. Dibini de sıyır.

Faşizm bağlamında yarım yamalak hatırladığım konuyu da buldum, Umberto Eco söylememiş o lafı, başka bir yerden hatırlıyormuşum ve tam olarak şöyle diyormuş; “Şimdilerde yaşadığımıza benzer zamanlarda, baskıcı bir hükümetin uygulamaları yüzünden zarar görmekten çekinen insanlar o hükümetin kendilerinden daha neler isteyebileceğini düşünürler. Hükümet bunları talep etmeyi henüz aklına getirmemiş olabileceği veya göze alamadığı halde, insanlar kendilerine uygulanacağını hayal ettikleri baskıya göre hareket etmeye başlarlar.” Şu linkten tamamını okursunuz artık. Erken seçim de bir tür “baskı” sayılabilir.

Eco’yu da durup dururken anmış olmayalım. Eliniz değmişken onun “Ur-fascism” (ebedi faşizm) yazısını da okuyuverin madem. Üstat orada faşizmin 14 temel özelliğini sayar. Sekizinci madde bana epeyce önemli gelir. “Düşman hem güçlü hem de zayıftır. Sürekli değişen bir retorik odağı sayesinde, düşmanlar aynı anda hem aşırı kuvvetli hem de aşırı zayıflardır.” Bence faşizmin kafası karışık olduğundan değil, ahlaksız bir ideoloji olmasından dolayıdır bu... Silikondan omurga mütemadiyen kayar. Bunu da ekleyeyim.

Kraliçenin Covid-19 nedeniyle erken ölüme gitme ihtimalinden nerelere vardık...

Diğer mevzuya gelince, şahsen bir erken seçimin imkan ve ihtimal dahilinde olduğunu düşünmüyorum.. Bir kere yakın vakitte açıklanan bir iki anket, AKP oylarında düşüşler tespit ediyor. Kriz ve olağanüstü hallerde insanların statükoya sarılacağı önermesinin bizim için pek bir geçerliliği yok galiba. Yurttaşa bedava ekmek dağıtma faaliyetinden “paralel” manalar üreten suni krizler ülkesinde, gerçek bir krize artık kim inanır ki zaten?

En cingöz analizci bile şunu atlıyor: Türkiye’de, AKP ampulünden patlatılan suni krizler dışında, gerçek bir kriz ya da felaket yaşama hakkımız bile kalmadı bizim. Hangi kriz? Gerçek bir felaket ya da kriz varsa, derhal olağanüstü normallik koşullarına geçiyoruz. Ayakkabılarımızı kapı önünde bırakıyor. Ellerimizi sabunluyor, mutfaklarımıza geçip hamurumuzu mayalıyoruz. Yapabilenler fırsat bulmuşken üç çocuk yapıyor...

Türkiye Covid-19’u da alıyor ve “Büyük Türkiye” için bir fırsata çeviriyor. Maskeydi, eldivendi demiyor, kolileyip bütün dünyaya gönderiyor. Savcı Sayan hızını alamıyor. Birçoğu Los Angeles’ta yaşayan dünya starı için New York’a deste deste maske gönderiyor. O sadece New York’u tanır. Vali Cuomo maskelerin dağıtımını yapar nasılsa. Scarlett Johansson’a maske ile birlikte karakovan balı da yollamış canavar...

Şimdi gelelim sadede. Ahmet Hakan gibi, yazdığımız her iki satırın arasında çavdar tarlaları uzayıp gitmediğinden, sadede gelmek biraz zaman alıyor. Ortalıkta bir kriz yoksa ve kimse panik manik yaşamıyorsa statükoya sarılma ihtiyacı da olmayacaktır. Vatandaşın statükoya, diğer bir deyişle AKP’ye sarılması için, krizin gerçek boyutundan haberdar edilmesi şart. Yoksa yok... Bu paradoksu aşmadan seçim meçime de gitmez bunlar...

Ahmet Hakan’ın yazma tarzından söz etmişken belirteyim. Yeni nesil sütun yazıları daha ziyade benimki gibi. Eskiden matbaa kalıplarına uydurmak için sanırım, öyle seyrek seyrek serpiştirilip kısa yazılıyormuş. Şimdi olay değişti. Ahmet Hakan da öyle bir “Yahu!” çekerek iş bitirmeye uzun süre devam edemez.

Memleket böyle işte, insanda insicam bırakmıyor. Oysa insan insicamlı bir varlıktır. Kraliçeyle ilgili kanaatimi belirteyim de bir insicama bağlayayım. Kraliçe de her fani gibi vakit tamama erdiğinde gidecek. Covid-19’la gider mi bilmem ama pandeminin ve kaosun ömrünü uzatacağını da hiç sanmam.


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.