YAZARLAR

'Oo neler yaşadık, korona çok etkilemez bizi'

Türkçem fazla yok, 12 yaşındayım, tek başıma çıktım yola. Sınırı kaçak geçtim. Kilis, sonra Antep, oradan İstanbul. Soruyorsun, bunları nasıl becerdim, ben de bilmiyorum şimdi. Bu kadarını bulmuşum ama otogardan sonra atölyeye nasıl gidilir bilmiyordum. Zor vardım Güngören'e. Kimse tek başıma geldiğime inanmadı.

Aziz, Suriye'de okul birincisiydi, 12 yaşında geldiği Türkiye'de kendini ayakkabı atölyelerinde buldu. Azmetti, şimdi 20 yaşında bir usta. Salgın gibi hayatı birden alt üst eden bir krize göçmen bakışı çok başka... Yaşadıkları Aziz'i erken olgunlaştırmış, ama hikâyesini okuyacaksınız, her şeye güzel yanından bakma inadı ruhunu hep temiz, güçlü ve çocuk tutmuş. İzin günlerinde az geziyor, üzülmekten yorgun Suriyeliler için komik videolar çekiyor. Gülmek ve güldürmek istiyor.

Çizim: Murat Başol

Güngören'de bir ayakkabı atölyesinde çalışıyordum korona başladığında. Şimdi ücretsiz izin... Sekiz yıldır ayakkabı işindeyim. Ülkemde okuyordum zaten. 12 yaşındaydım Türkiye'ye geldiğimde. Şimdi 20'ye çeyrek kaldı, onu da bir tamamlasam... Neyse, kimse çok laf etmiyor bana.

Nasıl geldim buraya? Şimdi hatırlayınca kendimi efsane gibi görüyorum. Neden biliyor musun? Halep'teydik biz. Birinci kere abilerimle gelmiştik. Bana iş buldular, haftalığım 150 liraydı. Yol parası biriktirmek için Esenler'den Güngören'e yürüyordum bazen. Bir abimle anlaşamadık, o evliydi. Onun yanında kalamayınca, Suriye'ye annemin babamın yanına döndüm. Okula başladım. İngilizce çalıştım, sonra da Türkçe okumasını öğrendim. Yazma yok, sadece okuma. Bir gün okulun yan tarafına bomba düşünce, babam “Sen buralardan git artık” dedi.

Türkçem fazla yok, 12 yaşındayım, tek başıma çıktım yola. Sınırı kaçak geçtim. Kilis, sonra Antep, oradan İstanbul. Soruyorsun, bunları nasıl becerdim, ben de bilmiyorum şimdi. Bu kadarını bulmuşum ama otogardan sonra atölyeye nasıl gidilir bilmiyordum. Zor vardım Güngören'e. Kimse tek başıma geldiğime inanmadı. İkitelli'de diğer iki abim bekâr odasında yaşıyordu, orada kalmaya başladım. İş buldular bana ayakkabıcılar sitesinde. Patron adam her gün bir bağırıyor bana, hep küfür, hep azar... Yedi ay böyle gitti. Ama orada işi öğrendim, adam oldum. Çok sıkıcı mı anlattıklarım?

Sezonluk olur bizde işler, korona olmasaydı da ara gelecekti. Ama korona izni vermeselerdi harçlık alırdık en azından. Öyle olur çünkü, arada kaçmasın diye iyi çalışanlara harçlık gibi para verirler. On bir kişi var bizim atölyede, bu sefer tek Suriyeli benim. Ama genelde ayakkabıda Suriyeli çok. Sigorta yok tabii, nadir zaten sigorta.

Şimdi şunu da bilmiyorsun, hikâye çok ya bende, atladım. Arada annemler de İstanbul'a geldi. Artık onlarla yaşıyorum. Annem, babam, babaannem, bunların üçü Halep'te evdeyken bomba düştü, evin yarısı uçtu. Babaannem korkudan vefat etti. Annemle babam sağ çıktı, onlar da buraya geldiler sonra. Babam Suriye'de inşaat işi yapıyordu, burada tekstilde çalıştı.

Şimdi zamanım var, en çok videolarla uğraşıyorum. Videolarla uğraşmak şu demek... Korona mı geldi veya kimliksiz olan Suriyelileri mi gönderiyorlar, ben işte ufak komik videolar yapıyorum bunlarla ilgili. Güldürüyorum yani insanları. Benim bir canlı yayına gir, bak. Yorumlarda gülüşleri görürsün. Aynen, ben yaşadıklarıma hep komik tarafından bakıyorum. Arapça yapıyorum, arada Türkçe geçiyor bazen, ama Suriyeliler için videolar. Üzüntülü bir şey niye çıkarayım, zaten insanlar üzgün, gülsünler...

Korona virüsüyle ilgili videom bir Arap kanalında paylaşıldı. Gerçekten. Çok gururlandım. Terzi bir tanıdığım var, yaşlı, beni çok seviyor, onu oynattım. Instagram'a az koyuyorum, daha çok TikTok. Arapçaları anlamazsın ama @azizhalil22 diye bulursun beni, bak mutlaka. Bir yıldır falan yapıyorum, telefonumla çekiyorum. Bazen arkadaşlar geliyor kamera tutmaya, bazen bir yere koyup çekiyorum. Ama çok iyi geliyor bana ya. Evde oturuyorum diyelim, bir yorum geliyor “Çok güldük, efsanesin”, can sıkıntım gidiyor hemen. Para kazanmayı düşünmüyorum, onun için yapmıyorum yani. Önemlisi kendini tanıtmak, çok şükür onu da yapıyorum. Bir kere işten dönerken bir çocuk sokakta sarılıp öptü beni. Sen kimsin, dedim, hayrola? YouTube'dan beni izliyormuş. Bir an kendimi meşhur zannettim. Çok güzel bir andı.

Türkiye'de ilk zamanlar çok dışlama gördüm, evet. Bazı Suriyeliler çok Avrupa'ya gitti ya, bizim sayımız azalınca çalışırken sanki önemimiz biraz arttı. Biz de tabii öğrendik bazı şeyleri. Çok seviyorum ben Türkiye'yi. Nesini seviyorum? İşimi, mahallemi, hepsini... Tabii ki insan geçmişi özler. Ülkemde okuyordum, okulumda birinciydim. Ama yapacak bir şey yok. Olacak olan oluyor. Ben Avrupa'ya gitmeyi hiç istemedim, sevemedim orayı.

Bu sorunun cevabına annemle babam “Evet, dönmek isterim” der. Ama ben Suriye'ye dönmek ister miyim bilmiyorum. Her şey normal olsa bile... Gerçekten cevap yok. Sana anlattım, bir de anlatmadıklarım var, daha doğrusu unuttuklarım var. Çünkü bazı zor şeyleri hatırlamıyorum. Ben iyi tarafından bakmayı seviyorum. Kötü şeylere bile.

Oo neler yaşadık, korona çok etkilemez bizi. İlk geldiğim zamanlarda abim de işsizdi bir ara, o kadar parasızdık ki, bir gün açım, amca oğluyla yürüyoruz, yerde 50 kuruş bulduk. “Onu sakla ekmek alırız” demiştim. İşe gidiyorsun, kendi ayakkabın yok, terlikle gidiyorsun. Montun yok, dışarısı kış, düşün. Öyle zamanlar geçirdik, çok şükür bugünlere geldik. Başladığımda çıraktım, orta işi yaptım, mesleği öğrendim, artık ustayım. O da sabırla oluyor, kafanı çalıştıracaksın, çok çalışacaksın, bekleyeceksin.

Videolarımı geliştirmek istiyorum en çok. İzin günlerimde hemen gidip video çekiyorum zaten. Geziyorum ama fazla uzağa gezmiyorum. Korona bitince de aynı yerde başlarım herhalde. Aynen, kadın ayakkabısı üzerine bizim. Sana da yaparız istersen bir çift...

Konuştuğumuz gün 126.045 vaka, 3397 ölüm açıklanmıştı.

*Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı bu öngörülemez olağanüstü halin, kapitalizmin hâlihazırdaki eşitsizliklerini görünür kıldığından, derinleştirdiğinden ve bundan sonra hiçbir şeyin aynı kalamayacağından konuşuyor çok insan. Kalamayacak mı gerçekten? Neden kalmasın ki? Varlığını, her veçhesiyle sömürgeciliğe, cinsiyetçi iş bölümüne ve tam da derin bir eşitsizliğe borçlu bu düzen kötücül bir virüs gibi ruhlarımızı ve bedenlerimizi sarmışken “iyileşmek” nasıl mümkün? Kadınlar, erkekler, işçiler, memurlar, işsizler, beyaz yakalılar, mavi yakalılar, “yaka” devri değişti diyenler, serbest çalışanlar, evde çalışanlar, hâlâ çalışanlar, zorla çalıştırılanlar, karantinadakiler, geleceği göremeyenler, gördüklerinden yorgun düşenler anlatıyor. Neden bu uzun yazı dizisine başladık? Çünkü birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerinin dermanında kendimizinkini aramaya ihtiyaç var.


Pınar Öğünç Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. 1997 yılından beri çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalışıyor. Jet Rejisör (söyleşi, İletişim Yay.), İnce İş (söyleşi, İletişim Yay.), Asker Doğmayanlar (söyleşi, Hrant Dink Vakfı Yay.), Aksi Gibi (hikâye, İletişim Yay.), Beterotu ((hikâye, İletişim Yay.), Cotturuk Defterleri (çocuk, CanÇocuk) kitaplarının yazarı.