YAZARLAR

Toplumsal mesafe daralırken ya da orta sınıf ideolojisi çökerken...

İflaslar ve işsizleşen kitleler, küresel düzeyde işçi sınıfının potansiyel olarak büyümesine neden olarak; kapitalizmin kendine içkin toplumsal kutuplaşmasının, nesnel olarak büyüyen işçi sınıfıyla yeni bir sürece girmesine yol açacak. Bu nedenle Covid-19 melanetinin küresel düzeyde sonuçlarından biri, daha fazla işçileşen bir dünyada, insanlığın sermaye ile olan sosyal mesafesinin daha da belirginleşmesi olacaktır.

Covid-19 tüm dünyayı tehdit ederek yoluna devam ediyor. Dahası melanet insan bedenini aşarak, sistemik bir tehdide dönüşmüş durumda. Küresel ekonominin çarklarını, sermayenin genel çıkarını tehdit ediyor. Sermayenin ve iktidarların umudu yavaş yavaş “normale” dönüş arayışına kilitlenmiş görünüyor.

Toplumsal normalin normal akıl için tarifi güçtür. Normal tanısı, genellikle ampirik tekrar üzerine temellenen genel kabulü temsil eder. İktisatçılar bilir, burjuva iktisadının normali de aslında böyle bir tarif üzerine kurgulanır. 19'uncu yy’de Newtoncu paradigmanın etkisiyle, burjuva iktisadı da kendi toplumsal normalini bir tür uzun dönemli tekrar olarak inşa etti: Fiyatların, ücretlerin, işsizliğin doğal olanın etrafında salındığı bir tür denge durumudur bu normal. Marx’ın ekonomi politik düşüncesinin temelinde, burjuva düşüncesindeki bu normal durum algısının sakladığı sırrın deşifre edilmesinin bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Marx’ın ekonomi politiğe daha henüz başlangıç yaptığı Ücretli Emek ve Sermaye adlı çalışmasında, ücretli emeği “bir kelebek haline gelmek için değil, tırtıl halinde varlığını sürdürmek için kendi kozasını ören ipek böceğine” benzeten hicvi bunun en güzel örneklerinden biridir. İpek böceğinin varoluş amacı olan kelebek (özgür) olma durumu, burjuva toplumunun normal durumunda, kendi kozasında yabancılaştığı bir mahkumiyetine dönüşür.

Son dönemde normalleşme çağrısını duyduğumdan beri Bülent Ortaçgil’in “Normal” şarkısını dinler oldum. Geçmişte iktisat hocalığı yaparken sınıfta arkadaşlarıma da dinletirdim bu parçayı. Sözlerinin bir kısmını paylaşayım: Biralar soğuk mu dedim… Dedi ki normal; peki ya havalar? … Valla gayet normal; İşler dedim, gidişler dedim? … Hepsi normal; peki ya sen, ben? Normal… Uf biri anlatsın hemen nedir bu normal… Canım sıkıldı yoksa ben miyim anormal… Peki dedim Türkiye? Dedi ki normal... Ya AB? Bilmem! Normal… Ya ABD dedim? Dedi ki çok normal… Bülent Ortaçgil’in kendi kozasına hapsolmuş bir insanla yaptığı bu düşünsel sohbet, içinde bulunduğumuz durumu çok iyi tanımlıyor.

Mevcut durum tanımı ve savunma stratejisi aslında melanetin başında iktidar sözcüleri ve tıp alimleri tarafından çok güzel yapılmıştı: Sosyal mesafeyi koruyun...

Daha sonra birçok tıp alimi ve televizyon yorumcusu tarafından sosyal mesafenin bir tür toplumsal bölünmeye işaret ettiği ve aslında kastedilenin insanlar arasındaki fiziksel mesafeyi korumak olduğu uyarısı (düzeltmesi) yapılsa da, iktidarın başlangıçta yaptığı tespit, yani melanetin toplumda oluşturduğu sorunun aslında sınıfsal bir mesafe olduğu gerçeğini değiştiremedi. İktidar sorunun da, çözümün de sınıfsal bir içeriğe sahip olduğunu daha işin en başında itiraf etti ve bilincin tezahürü olmalı, tıp alimlerinden daha gerçekçi bir yorum da yapmış oldu...

Evet, başında da sonunda da sınıfsal bir melanetle yüz yüzeyiz. Düşünün bir kere “fiziksel mesafeyi” kimler koruyor? Burjuvazi mi? Elbette ama burjuvazi toplumun diğer sınıflarıyla olan fiziksel mesafesini zaten inşa etmiş ve her zaman korumuştur. Bu mesafe onun toplumsal mekân örgütlenmesinin doğal ruhunu, yani normalini oluşturur. Salgının kent mekânlarındaki dağılımına bakınız… Bu mekânların emekçi sınıfların yaşam alanları olduğunu kolayca göreceksiniz. Mesafe sorunu kapitalist sınıfın dış halkasında, yani onun küçük, taşeron halkasında gözlemlenir. Gerek yaşam mekânlarında gerek emek süreçlerinde küçük burjuva ve emekçi sınıflarla daha yakın ilişkiler içinde olan bu dış halka, zaten toplumsal olarak var olan sosyal mesafesini, şimdi fiziksel bir mesafe olarak inşa etmek ve korumak zorundadır.

Şu hep tarif edilen amorf bir toplumsal katman olan orta sınıflar mı? Eh bu konuda haklı olabilirsiniz… Marx’ın geçiş sınıfları olarak tanımladığı küçük burjuvalar, seçkin ücretli emekçi katmanlar, vasıflı emeklerini işe çevirmiş eğitilmiş zanaatkârlar, esnaflar (doktorlar, avukatlar, mühendisler vb.,) topluluğu hep bir ara katman olarak ürkektirler. Doğaları gereği burjuvaziden de emekçi sınıflardan da ürkerler. Burjuvaziden ürkerler, çünkü bir gün onların mülkiyetinde örülen kozada ipek böceği olabilirler; işçilerden ürkerler, çünkü onların kelebek olamadıklarının bilincine haizdirler. Üstelik en itaatkâr sınıf katmanı da onlardır. Eve de kapanırlar, sokağa da çıkmazlar… Ancak sürecin uzaması bu sınıfın özellikle ücretli olmayan katmanları için tehditkardır. Tehdit, melanetin kapitalizmle iş birliğinin sonucunda neden olacağı, işlerini yitirme, işsiz kalma sorunundan kaynaklanır. İktidarlardan eski normali talep eden, gayet insani, haklı ve zorunlu bir korkudur bu… Toplumsal konumlarını koruma zorunlulukları, tıpkı kapitalist sınıfın dış halkası gibi, fiziksel olarak yakınlaşmayı gerektirir. Sonuçta kapitalizmin mantıksal sonucu, fiziksel mesafeyi koruma stratejisine egemen gelir.

ILO verileri, tüm dünyada asıl olarak bu iki halkadan olan grupların (küçük işletmeler topluluğu) ve onların yanında ücretli emek olarak çalışanların gerçek anlamda bir çöküntü yaşadığını ortaya koyuyor. İşveren ve kendi hesabına çalışanlardan oluşan 436 milyon işyerinin (dünyadaki toplam işyerlerinin yüzde 68’i) kapanma riskle karşı karşıya olduğunu ve bunların yarısından fazlasının (232 milyon işyeri) toptan ve perakende ticaretle uğraşan işkollarından oluştuğunu ortaya koyuyor. Bu tür işyerlerinde çalışanlar toplam küresel emek gücünün yüzde 81’ini oluşturuyor ve 2,7 milyar insana karşılık geliyor. Yani melanetin en büyük toplumsal sonuçlarının bu sınıfların arasında yaşandığı ve yaşanacağı açık.

Bu yüzden normalleşmenin de ilk etkileri burada gerçekleşecek. Fiziksel mesafeyi yeniden normalleştirmek, soysal mesafeyi de yakınlaştıracak. Çünkü, büyük ihtimalle göreceğiz ki normalleşmenin küresel etkisi büyük ölçüde bu işyerlerindeki iflas dalgasıyla sürecek. İflaslar ve işsizleşen kitleler, küresel düzeyde işçi sınıfının potansiyel olarak büyümesine neden olarak; kapitalizmin kendine içkin toplumsal kutuplaşmasının, nesnel olarak büyüyen işçi sınıfıyla yeni bir sürece girmesine yol açacak. Bu nedenle Covid-19 melanetinin küresel düzeyde sonuçlarından biri, daha fazla işçileşen bir dünyada, insanlığın sermaye ile olan sosyal mesafesinin daha da belirginleşmesi olacaktır.

Türkiye de dahil, küresel kapitalizmin işçi sınıfına yönelik bir özel bir programının olmadığını hatırlayalım. Her gün televizyonlarda “fiziksel mesafeyi” hatırlatan iktidar sözcüleri, elbette kendi sınıflarının ortak bilinci olarak, her fırsatta üretimin sürekliliğine vurgu yaptılar, yapıyorlar. Bu çağrı, sermayenin mantığında elbette doğal bir durum, yani normaldir. Çünkü sorun melanetin de ötesinde sermayenin genel çıkarının korunmasıdır ve bunun günümüz kapitalizmi için hümanizmasının en iyi yorumunu “piyasa özgürlüğü” olarak adlandırdığı liberal var oluş koşullarıdır.

Küresel kurumların kapitalizmin bugün içinde bulunduğu durumu 1929 Büyük Bunalım'ına, II. Dünya Savaşı'na uzanan büyük yıkıma benzeten çok sayıda tespiti olduğunu biliyoruz. Küresel kapitalizmin melanet sonrasında yeni bir düzenleme dönemine gireceği ve zorunlu olarak insanlaşacağı, bu tartışmaların iyimserler tarafında çokça tekrarlanıyor. Bu konuda daha sonra düşüncelerimi paylaşacağım. Ama ben böylesi bir düzenlemeyi hiç de mümkün görmüyorum. Elbette kimi düzenlemelerin zorunluluğu de facto bir durum olarak sistemin karşısında duracak. Ama biliyoruz ki toplumsal sistemler saf akılla yönetilen iradeler değillerdir. Büyük düzenlemeler ancak büyük çöküşler eşliğinde kolektif bilince ulaşıyor. Melanet çelişkiyi güçlendiriyor; ama kapitalizmi insancıllaştırma bilincini doğrudan sermaye toplumunun doğasına taşımıyor. Bunu anlamak için küresel kapitalizmin merkez ekonomisine, ABD’ye bakmak yeterli. Donald Trump’ın ABD’si hiç de Franklin Roosevelt’in ABD’sine benzemiyor. Yani yeni bir sınıf uzlaşısı (New Deal) merkez kapitalizmde mümkün görünmüyor. Ayrıca ABD’de new deal’ın küresel kapitalizmin çelişkisini çözmediğini, hatta küresel düzeyde ticaret ve sermaye akımlarını sınırlayan uygulamaları güçlendirerek, bu çelişkiyi yoğunlaştırdığını da unutmayalım.

Peki neoliberalizmin sonu mu? Uzun bir tartışma bu ve elbette neoliberalizmden ne anladığımıza bağlı. Ancak şunu tahmin etmek mümkün, yeni dönem devletlerin küresel piyasalardaki rolünü daha da güçlendirecek. Neoliberalizm zaten çok uzun süredir “etkin”, otoriter devlet politikalarıyla yoluna devam ediyor. Yeni korumacı önlemlerin, ulusal sermayeleri koruma refleksinin güçlenmesi mümkün. Ama bu da aslında yeni değil. 2008 finansal krizinden bu yana yavaş yavaş artan bir eğilim. Melanetin bu noktadaki rolü, süregelen bu eğilimi daha da güçlendirerek, devletlerin sermaye çelişkisinin hem kendi iç ölçeklerinde ve hem de uluslararası ölçekte artışına katkıda bulunmak olacaktır. Bu çelişkinin nasıl çözüleceği gelecek dönemin uygarlık bilmecesidir.

Özetle yeni bir Keynes’in başka bir vücutta hayat bulup sisteme “Am I a Liberal? (1925)” ya da “The End of Laissez-Faire (1926)” demesi ve kapitalizmi düzenleyecek sistemik önerilerde bulunması pratik olarak mümkün değildir. Sermaye eski oyunu yeni kartlarla tekrar deneyecektir. Sistemsel olan sorun bu sürecin içerisinde ortaya çıkacak çelişkilerle gerçek karakterini kazanacaktır. Şimdilik kesin çöken, kapitalizmin “orta sınıf” ütopyasıdır. Bu sınıf hem nesnel olarak hem de yaşam tarzı olarak melanetin etkileriyle boğuşacaktır. Sahip olduğu ve arzuladığı bütün yaşam alanları ya fiilen ya da düşünsel olarak tehdit altındadır. Hareket özgürlüğü, tüketim özgürlüğü fiilen yok olmuştur. Yarın her şey “normale” dönse de “yeni normal” artık daha tehditkardır. Ve elbette orta sınıf ideolojisini yitiren bir kapitalizmse artık daha da çıplaktır… Emekçi sınıflara düşense dün olduğu gibi bugün de 'sosyal mesafeyi yok edin' demektir...


Ahmet Haşim Köse Kimdir?

1960 Samsun doğumlu. Lisans ve yüksek lisans eğitimini ODTÜ İktisat bölümünde, doktorasını Hacettepe Üniversitesi İktisat bölümünde tamamladı. 2000 yılında A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Uluslararası Ticaret ve Kalkınma kürsüsünde yardımcı doçent oldu. Bu kürsüde sırasıyla doçent ve profesör olarak görev yaptı. 7 Şubat 2017’de bu kürsünün başkanıyken 686 sayılı KHK ile görevinden atıldı. İlgi alanı politik iktisat üzerine yoğunlaştı. Türkiye’de toplumsal sınıf haritaları, gelir bölüşümü, kalkınma alanlarında çok sayıda ortak ve kişisel çalışmalar yaptı. Evrensel ve Sol gazetelerinde dönemsel olarak yazıları yayınlandı. Karaburun Kongresi’nin düzenleyicilerinden biridir.