YAZARLAR

Süreç şahane yönetiliyor!

Dünyada itibarın kalmamış, yurttaşına hâlâ maske kodu gelmemiş, 55 ülkeye maske gönderiyorsun. Oysa, maske gönderdiğin ve seni mal varlığını araştırmakla tehdit eden ülke, yurttaşına aile başına 6 bin dolar yardım yapıyor. Saldırdığın CHP, “Aile Yardımları Sigortası” diye kendini parçaladı, duymuyorsun.

Salgın sürecinin aslında hiç de iyi yönetilmediğini, aksine çok kötü yönetildiğini ısrarla belirtmek, yurttaşlık görevlerimizin arasında diye düşünüyorum. Gerçekleri dile getirmenin terörizm sayıldığı bir ülkede, gerçekleri söyleyebilmek yurtseverliğin en açık göstergesidir.

İrfan Aktan’ın Gazete Duvar’da, Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Emrah Altındiş’le yaptığı röportajda Emrah Bey “Dünyada vakaların en fazla olduğu yedinci ülkeyiz, bu mu başarı?” diyor. Haklı çünkü; yine röportajda belirtilen rakamlara göre, 30 Nisan itibariyle Türkiye, 100 vaka sonrası 43'üncü gününde ve vaka sayısı artışında dünyada beşinci sırada. Toplam vaka sayılarında yedinci, ölüm sayısında ise 12'inci sırada. 29 Nisan itibariyle yeni vaka açıklayan ülkeler arasında ise altıncı sırada.

Hakikaten, bu mu başarı?

Başarısızlık ayan beyan ortada. Bu virüs ocak ayında Çin’den dünyaya yayılmaya başladığında iktidar oralı değildi. İlk önlemler de ilk vakadan sonra alınmaya başlandı. Önlem denen şey, vakadan önce, vakayı önlemek için alınan tedbirlerdir. Sonrasında alınan tedbirler bir nevi “müdahale”den ibarettir artık. Siyasetçi, basiretli ve ileri görüşlü olmak durumundadır. İktidar temsilcileri, ileri görüşlülük bir yana halkın görüşünü kapatan, kendi beceriksizliklerinin üzerini örtmek için kullandıkları, doğru ve şeffaf bilgiyi gizlemeye çalıştıkları bir dizi eylemle meşgul her zamanki gibi.

Post truth çağında, popülizmin dünyada önde gelen ismi(!) Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu doğrultuda her hafta “Ulusa Sesleniş” konuşmalarında, yaraya pansuman olmaktan uzak bir kısım faaliyetlerini abartarak anlattıktan sonra, muhalefete ve elbette özellikle CHP’ye saldırıyor. Halk açlıktan kırılmıyormuş, işsizlik yüzde 20’lere varmamış, işçiler günlük 39 liraya mahkum edilmemiş, yaklaşık 253 bin işyeri kapanmamış, sanki herkes uyduruk beş tane maskeye ulaşabilmiş ve her şey harikuladeymiş gibi CHP’ye, barolara ve kendi gibi düşünmeyen “diğer millet”e tabiri caizse “yardırıyor”.

Cumhurbaşkanlığı ve devletin en üst temsil makamının ağırlığına asla yakışmayan bir şekilde, kavgacı ve ayrıştırıcı bir üslüpla, referandumun ülkeye getirdiği en ağır sonuçlardan biri olan “Partili Cumhurbaşkanı” sıfatıyla, bağımsızıktan ve tarafsızlıktan fersah fersah uzak duruşuyla ulusa sesleniyor! Ulusa empoze ettiği beyanatların doğruluktan epey uzak olduğu da zaten kendi seçmeni tarafından da bilinir hale geldi. Bu mesele çoktandır demokratik bir yönetim biçimi olmaktan çıkıp, “takım tutma” basitliğine indirgendi. İşin kötüsü, sporda bile “fair play”den halen bahsedebilmemize karşın, Cumhurbaşkanı’nın ve Cumhurbaşkanı’nın partisini “tutanların” bu ruhtan bihaber olmaları.

En temel yaşamsal haklardan yoksun halk, her hafta “Acaba yaşamımızı kolaylaştıran bir şey diyecek mi?” diye TV başına geçiyor. İzledikleri ise, başlıca görevi olduğu üzere insan haklarını savunan Ankara Barosu’na tehditkar söylemler, Sayın Kılıçdaroğlu’nun yalan yanlış montajlanmış ve çarpıtılmış görüntüleri, müteahhitlere tanınan imtiyazlar, halkın cebinden toplananlarla yapılan beceriksiz ve çoğunlukla gereksiz mega proje şovları, muhalefet belediyelerini “paralel devlet” olmakla suçlamak, işini yapanlara terörist demek ve daha bir sürü “sosyal devlet” olmaktan uzak şey…

Yerel seçim başarısızlıkları üzerine seçmenini konsolide etme isteklerini, beceriksizliklerini göze batırır hale getiren muhalefetten artık fazlasıyla korkar hale geldiklerini, demokratikleşme yerine baskıyı artırmaktan başka bir çareleri kalmadığını, doğru ve şeffaf bilgi vermenin felaketleri olacağını bildiklerinden gerçeği sürekli çarpıttıklarını biliyoruz. Biliyoruz ve anlıyoruz. Fakat, korkunun ecele faydası olmamakla birlikte, halkın derhal karşılanması gereken acil ihtiyaçları var.

İşçinin-emekçinin bayramı 1 Mayıs’ı geride bıraktık. Şu süreçte dahi gözaltılı bir şekilde üstelik. DİSK’in bıraktığı çelenkten korktular. DİSK Başkanı'nı ve üyelerini gözaltına aldılar. İşçinin, emekçinin bayramı kara kara düşünerek geçti. İşten çıkarılanlar 'ayda 1170 lirayla nasıl geçineceğim' diye düşünüyor. Yeni yapılan ve adı güya “salgının ekonomik ve sosyal hayata etkilerini azaltmaya yönelik” olan yasa değişikliği ile işverene zorla ücretsiz izne çıkarma hakkı verilerek işçinin hakları gaspedildi, işçinin kısa çalışma ödeneğinden yararlanmasının önüne geçildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, salgından ortaya çıktıktan sonra yaptığı konuşmada “Salgını fırsata çevireceğiz” demişti, müthiş fırsatlı yasalar çıkardı, mesela bu da onlardan biri. İçerisinde, varlık fonu üzerindeki denetimlerini güçlendirmek gibi son derece “fırsatlı yasalar” var. Mesela, bizim “özel af” dediğimiz, kendilerinin “infaz değişikliği” dediği fırsatlarla dolu yasayla istediklerini salıp, istemediklerini içeride tuttular. İstismarcıyla evlilik affı içlerinde kaldı, onu da “tatil bitince yapacağız söz” diye her gün beyanat verip, 281 kişinin ve binlerce kadın-çocuk düşmanının içini rahatlatıyorlar.

Her neyse. Hükümetin fakire fukaraya dağıttığı toplam para 4,4 milyar lira. Yani, işsizlik fonundaki 131 milyar liranın yıllık faizi olan 16 milyar liranın çeyreği kadar. Merkez Bankası 56 milyar lira para bastı. İktidar halka IBAN numarası dağıttı, 1.8 milyar lira para topladı. Bu paralar nerede, diye sorar halk. Halk bu, size yetkiyi verenler neticede. Ama bizi yönet, aç açıkta bırakma diye yetkiyi verenler. Geçmediği köprünün garantisini öde, gitmediğm havalimanının müteahhitlerini ihya et diye yetki verenler değil. Buna rağmen ne sadık(!) halkmış ki, Berat Albayrak “Uzaya 4 şeritli yol yapacağız desek inanacak seçmenimiz var” demesine rağmen sesini çıkarmadı.

Müteahhitleri ihya etmek demişken, örneğin kimsenin geçmediği daha doğrusu fahiş ücreti sebebiyle geçemediği köprülerin garantisi ertelensin diyoruz ya, ertelenemiyormuş. Çünkü İngiltere hukukuna tabiymiş sözleşmeler. Öyle olur tabii, kendi bankaların bile Türkiye yargısına güvenemiyor artık. İstanbul Havalimanı’nın ısrarla korunan şaibeli müteahhitlerinin oluşturduğu İGA’nın 1 milyar euro’luk yıllık kira borcu ertelendi mesela. Ulaştırma Bakanı da çıkıp “Ne yapsaydık, batmaların mı izleseydik” dedi. Bu şirketlerin batmalarını izlemezler ama bizim sokaktaki gariban esnafın batmasına göz yumuyorlar. O saldırdıkları CHP, ocak ayında korona virüsü raporu hazırlayıp alınması gereken önlemleri sıralamıştı. Sonra 13 maddelik bir öneri daha açıkladı, esnafın kirasını ödeyin, dedi mesela. Ödenir çünkü normalde yukarıda bahsettiğimiz rakamlarla. Fakat ödenmiyor. Niçin? Çünkü Merkez Bankası'nda döviz rezervi kalmamış ve bir yıl içerisinde ödenmesi gereken borç 170 milyar dolar. Halktan aldıklarını halkın geçemediği köprülerin garantilerine verecekler. Dünyada itibarın kalmamış, yurttaşına hâlâ maske kodu gelmemiş, 55 ülkeye maske gönderiyorsun. Oysa, maske gönderdiğin ve seni mal varlığını araştırmakla tehdit eden ülke, yurttaşına aile başına 6 bin dolar yardım yapıyor. Saldırdığın CHP, “Aile Yardımları Sigortası” diye kendini parçaladı, duymuyorsun. Yerel yönetimler elini taşın altına koymuş, halka destek olmaya çalışıyor, ona da mani oluyorsun. Seçilmiş, meşru yerel yönetime “paralel devlet” diyorsun. Hepimizin aklıyla dalga geçiyorlar.

Tüm bunlar halkın gözü önünde oluyor. Halkın hafızası bunları kaydeder. Günü geldiğinde de en güzel cevabı verir. Tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi.

Evet, görüldüğü üzere süreç şahane yönetiliyor. Allah daha şahanelerini göstermesin.


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.