YAZARLAR

Seyircisiz başlayan futbol gerçekten başlamış sayılır mı?

Futbolun büyükleri dediğimiz ülkeler, nasıl oluyor da, bu işin ana unsuru olduğunu kabul ettikleri taraftarları dışarıda tutmayı kabul ediyorlar? Tribünlere kağıttan taraftar, hoparlörlere ‘asla yalnız yürümeyeceksiniz’ nameleri koyunca her şeyin hallolacağına dair inanç nereden geliyor? Yoksa futbol yine örtülü bir görevi ifa etmek için mahallenin yakışıklı ağabeyi mi oluyor?

Spor, hayatın harcıdır. Değişik disiplinleri bir araya getiren bir harç. Dolayısıyla da korona karşısında hayatın normalleşmesi için ilk adım, belli ki spor sahnesinden gelecek. Bunun ardındaki mantığı kabul ediyorum. Tüm ülkeler 'normalleşme' adımlarında sporu kullanmak istiyor. Bir moral kaynağı olarak sporun gücüne inanıp, ‘Ne olacak bu memleketin hali’ soruları yaklaştıkça gardlarını almaya çalışıyorlar. Dolayısıyla da spor tez elden normale dönmeye çalışıyor. Belki de yeni normalini bulmaya çalışıyor. Almanya’da futbol başlasın diye elden gelen her şey yapılıyor, İngiltere onların peşine takılıyor. Türkiye, tabii ki futbol başlasıncı trenin vagonlarından biri. Zira durdukça memleket futbolu çöküyor. Aynı alışveriş merkezlerini açmaya çalışmak gibi aslında futbolun kurdelesini kesmek. Riskli ama yangın anında kırılacak ilk cam. Tek bir fark var. Seyircisiz başlayacak bir futbol gerçekten başlamış sayılacak mı?

Kabul ediyorum. Korona hepimize çok geldi. Evde oturmak, daha ziyade evden istediğin anda çıkamamak dokunuyor. Anlık bir ‘Sağlık görevlilerinin de işleri zor yahu’ dedikten sonra offf’lamaya devam ediyoruz. Başta kendi çocuğumdan olmak üzere balkonlardan ‘Yeter virüs, git artık’ sesleri yükseliyor. Lakin tüm bunları hissedince ya da söyleyince virüs gitmiyor. Bunca aydır bizler evlerimizde oturalım ve sağlıklı kalalım diye başta sağlık emekçileri ve servis emekçileri olmak üzere birçok insan geceleri gündüzlerinde, her an virüs kapabilme riskiyle çalışmaya devam ediyor. Henüz rasyonel bir adım atılmamış, virüse karşı etkili bir ilaç/aşı bulunmamışken yani hayatın normale dönmesi için yenmesi gereken 40 fırın ekmekten henüz ancak 1-2 fırını mideye indirmişken bu acele neden? Bunca insanın yorulmak nedir bilmeden verdiği emeğin boşa gitmesine değer mi bu erkencilik? Olası bir ikinci, üçüncü, dördüncü dalgada nerelere gider bu iş? Bütün bunların cevapları verilmeden liglerin başlaması değil, virüsle pasif/aktif savaşa olanca inancımızla devam etmek gerekiyor.

Diyelim ki bu rasyonelliğe karşın yine de ligin açılışı davul zurnayla yapıldı. O zaman da üstte sorduğum soruyu yinelemek isterim: Seyircisiz başlayacak bir futbol gerçekten başlamış sayılacak mı?

Yaşlı Kıta’nın oligarkları bilmez ama seyircisiz oynamak gerçek bir cezadır. Bu toprakların çokça tattığı bir ceza. Malum futbol takımları taraftar gruplarıyla, koca koca statlarıyla övünmeyi çok sever. Muhtelif aralıklarla Dünyanın/Avrupa’nın/ülkenizin en coşkulu/ateşli/iyi taraftar gruplarının arandığı anketlerin yapılması boşuna değil. Koca koca kulüplerin tribünleri ile övünmeleri de yabana atılacak bir veri değil. Belki Türkiye’de değil ama muhasır medeniyet ülkelerin fikstürlerin bile taraftarlara göre belirlenmesini de ‘unutmayalım heybemize’ atarsak durumu anlamlandırmak daha da zorlaşıyor.

Yani Fransa ve Hollanda hariç futbolun büyükleri dediğimiz ülkeler, nasıl oluyor da, bu işin ana unsuru olduğunu kabul ettikleri taraftarları dışarıda tutmayı kabul ediyorlar? Tribünlere kağıttan taraftar, hoparlörlere ‘asla yalnız yürümeyeceksiniz’ nameleri koyunca her şeyin hallolacağına dair inanç nereden geliyor? Yoksa futbol yine örtülü bir görevi ifa etmek için mahallenin yakışıklı ağabeyi mi oluyor?

Malum futbol başladığı anda, eksen kayar, korona gider, transfer gelir, o gider hakem gelir, hakem hiç gitmez ama üstüne 'yandı bitti kül oldu bizim takımın ekonomisi'ciler üşüşür. Sanki memleket kulüpleri çoktaaaannnnnn batmamış gibi, üstüne süslü süslü virüs sosu dökülmüş mali analizler, vaka sayılarını örter.

Yani futbolun seyircisiz başlaması moral falan olmaz. Gündemde yaratılacak eksen kayması için de hiç kimsenin futbol emekçilerinin sağlıklarını tehlikeye atma hakkı yoktur. Kabul etmemiz lazım ki gündem salgın gündemi. Ve tam iyileşme sağlanmadan da gündem virüs olmak zorunda. Sıkıldığımızın farkındayım, ekonomik daralmanın da bilincindeyim. Lakin geleceğin yeniden kararıp hem sıkılma sürelerinin hem de ekonominin daha kötüye gitmesine de göz yummayı anlamlı bulmuyorum. Ezcümle ne zaman ki tribünlerin dolu olmasında bir sıkıntı olmaz, o zaman buyurun açın kapıları, değiştirin gündemi. O ana kadar tek gündem sağlık. Hiç olmazsa bunca emek verenin çabalarının yüzü suyu hürmetine.


Onur Salman Kimdir?

Basına 2006 yılında Cumhuriyet gazetesinde stajyer olarak adım attı. İki aylık staj ve Cumhuriyet’in spor ekindeki yazılarda sonra Eurosport Türkiye’de spiker ve editör olarak çalıştı. 2009 yılında Radikal gazetesine editör olarak geçerken, Eurosport’ta da yarı zamanlı spikerlik yapmaya devam etti. Medya macerasına 2012-2016 yılında Hürriyet’te devam etti. 2016 yazından beri Gazete Duvar’da çocukluk hayalini sürdürüyor. Köken Eurosport olunca tahmin etmesi kolay. Asıl ilgi alanı ‘başka sporlar.’