YAZARLAR

Hasta çemberleri

‘Hasta çemberleri’ önemliydi sıtmayla savaşta. İlk çemberdekiler, hepsi gidip ikinci çemberlere anlatıyorlardı, onlar bir sonrakilere ve bir diğerine.

Oldukça sallanıyordu. Hamağı bağladığım yer de esnekti ondan diye düşündüm ama kırılmaz dedi Leandro, Brezilyalı arkadaş. Düşsem de en fazla nehire düşerim pek aldırmıyordum. Kaymanlar vardı gerçi ama daha çok kıyılarda oluyorlardı. Küçük ve sevimli timsahlardı. Bir ısırsalar önemli bir parça koparabilirlerdi ama daha çok, onlar korkar, kaçar demişlerdi bana burada. Esas korkulması gereken şey sineklerdi. Kayman kadar büyüktüler ve uçuyorlardı.

Abartıyorum tabii ama uçtukları doğru…

Amazonlar'da sıtma ile mücadele eden, bir halk sağlığı grubuyla takılıyordum. O zamanlar korona henüz yoktu. Sıtma da sanki yokmuş gibi davranılıyordu ama nehir kıyısında yaşayanlar böyle düşünmüyor olmalıydılar. Hasta olanlar pek istatistik izleyemiyor. İsterseniz, etrafınızda korona olanlara bir sorun. Sağlıklılara yönelik bir beyin jimnastiği sanırım, istatistik. Sudoku gibi bir şey olmalı.

Nehir kıyısındaki köylere, kasabalara teker teker uğrayıp, ‘hasta çemberleri’ kurmaya çalışıyorduk. Bunun için önce bir gruba sıtmanın nasıl bir hastalık olduğu anlatılıyordu. Daha  önemlisi, sıtmaya yakalanmamak için nasıl önlemler alınabileceği ve ilk yardım. Ben de önemli birisiydim. Dağıtacağımız ilk yardım malzemelerini taşıyordum kıyıya. Onlar konuşurken, broşürleri dağıtıyordum herkese ve sıram geldiğinde yemek yapıyordum, daha çok ‘yuka- tatlı patates’ haşlanmış ve bol bol kahve, içine şeker kamışını bütün olarak atıyorduk, kahverengi bir tadı oluyordu. Bence…

‘Hasta çemberleri’ önemliydi sıtmayla savaşta. İlk çemberdekiler, hepsi gidip ikinci çemberlere anlatıyorlardı, onlar bir sonrakilere ve bir diğerine. İlk önce bunu bana anlatmak için, durgun nehre bir ekmek parçası atmıştı Leandro, suda ufak bir çemberden büyüğüne doğru ilerledi dalga, sonra yayıldı biraz daha ve biraz daha.

Kelebek etkisi, dedim. O sırada bir şey yedi ekmeği suda. Kaymandı galiba. Belki şişko bir nehir balığı.

Dinleyerek değil anlatarak öğreniyordu daha çok insanlar. Okuma yazma ile pek araları yoktu zaten. Broşürler daha çok resimlere bakmaya yarıyordu ya da bir şey tutuşturmak için faydalı şeylerdi.

Özellikle kadınlar, dünyanın yasaklanmış ve hor görülmüş şifacıları yani, her şeyi hemen kapıp, herkesten daha iyi anlatıyordu bir dahaki çembere. Kısa bir süre sonra, her şeyi bizimkilerden daha iyi biliyor oluyorlardı. Sıtma geçirmişlerdi çoğu çünkü ve burada yaşıyorlardı.

Bu yüzden ‘hasta çemberleri’ onlarca hastaneden daha çok işe yarıyorlardı ve çok kârlı değildi sanırım buralara hastane yapmak.

Sonra biz, yine tekneye binip, başka bir köye doğru gidiyorduk. Hamağın üstündeki cibinlik, sinekler ve muhtemel sıtmalarıyla doluyordu.

Belki de sineklerden sallanıyordu hamak…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...