YAZARLAR

'Of ya, gerekirse yine yaparız, diyorum bazen'

Bütün seyircilerin, oyuncuların maskeli olduğu bir salon... Aslında artık bu sahneyi gözümde canlandırabiliyorum. Sadece, mesela bir oyuncu özellikle maskeyle oynamıyorsa, yüzünü görmeden izleyemem diye düşünüyorum. Ama seyirciler açısından sanırım yaşanacak olan bu.

Bengi, bir sahne tasarımcısı. “Gişecisinden sahne amirine herkesin eşit olduğu” bir tiyatro hayali kuran on iki kişinin, yedi yıl önce moloz taşıyarak başlayan hikâyesini anlatıyor. Bir ton meşakkat çekip milyon borç öderler, lakin sonraki perde pandemiyle başlar. Tüm bağımsız tiyatrolar bu şaşkınlığı, belirsizliği yaşıyor. Devlet desteği olmadan ayakta kalmaları zor ve bir “işletmenin” sonu gibi görünen şey, aslında evlerinden çok yaşadıkları mekânı, bir dili yitirmek gibi onlar için.

Çizim: Murat Başol

İnşaat zamanı gelmez mi aklıma, geliyor tabii. Hatta 1 Mayıs'a, Kadıköy Tiyatro Platfomu için bir video hazırlıyoruz, tekrar o fotoğraflara, videolara baktık dün. 2013'ün Şubat'ında inşaata başlamıştık, ekimde de Moda Sahnesi olarak açılmıştık. Bir yandan o ara hamile kaldığımı öğrenmiştim, ikisi de dokuz ay sürdü. İki bin çuval moloz taşımıştık, farkında değilmişim hamile olduğumu, taşıyordum öyle. İçerisi korkunç durumdaydı, moloz attıkça yeni şeylerle karşılaştık. Büyük salonun altı, bir metre aşağı indi, kulisler ortaya çıktı.

Nasıl cesaret ettik buna? On iki kişiydik, cesaret etmeye mecburduk. Bu ekibin on bir kişisi, daha önce başka bir tiyatroda çalışıyorduk, bir anlaşmazlık sonucu ayrılınca da işsiz kalmıştık. Moda çay bahçelerinde saatlerce oturup ne yapacağımızı konuşuyorduk. Bu mekânın varlığından haberdar olduk, çok paraydı, olmaz dedik. Sonra bir şekilde girdik bu işe. Gişecisinden sahne amirine herkesin eşit olduğu bir yer yaratmak istiyorduk. Herkes elinde ne varsa koydu, tabii ki o da çok bir şey etmiyordu. Neredeyse iki milyon borca girdik, iki yıl hiç kazanmadan sadece borç ödedik. Korkunç bir süreçti. Ama ödedik. Bitti. Bir şeyler yerine oturmaya ancak başlıyordu. Çok kazanmıyorduk ama kendimizi geçindiriyorduk. Her şeyden önce böyle bir mekânımızın olması inanılmaz keyifti bizim için; sürekli oyun çıkarabildiğimiz, seminerler düzenleyebildiğimiz, filmler gösterebildiğimiz bir mekân... Evde olmak tuhaf geliyor şimdi. Mesela evde kahve için bir düzeneğimiz yokmuş, yeni fark ettik. Çünkü sabahtan çıkıp tiyatroya gidiyorduk, eve ancak gece dönüyorduk. Orası yaşam alanımızdı. Sonra işte asıl yaşadığımız yeri kapattık, evlere döndük.

Tiyatroların kapanacağını duyunca şoka girdik önce. AVM'ler açık, okullar açık... Tabii tam olarak ne yaşadığımızı da bilemiyorduk o zaman. Kültür politikası olmayan bir ülkede yaşadığımızdan, tiyatroya hiçbir zaman değer verilmedi. Ortada bir meslek tanımı yok, devletin karşısında bizim de bir meslek birliğimiz yok. 'Bu birliği nasıl kuracağız?' gibi yeni sorular da üredi zaten bu dönemde. Her şeyden önce de devlet yardımına ihtiyacımız var. Biz özkaynağımızla yaptık orayı ve açıldığımızdan beri deli gibi vergi ödüyoruz. Kira var, sigortalı on iki kişi, yirmi beş oyuncu, personel derken, şu an sabit giderimiz 100 bin lira. Bunları nasıl ödeyeceğimize dair hiçbir fikrimiz yok. Tiyatro Kooperatifi, Kültür Bakanı'yla görüştü, oradan haber bekliyoruz. Kıskanıyorum, başka ülkelerde hükümetlerin sanat desteklerini duydukça açıkça kıskanıyorum.

Yapacak hiçbir şeyin olmaması büyük bir çaresizlik. Tek güzellik, çevremizden, seyircilerden manevi anlamda destek görmek. Kadıköy'deki tiyatrolar olarak güzel bir birlikteliğimiz var, o bizi ayakta tutuyor. Tek umut kaynağımız bu. Sayıca da çok fazlayız. Bizden daha küçük olan da var, daha büyük olan da. Ama borçsuz olan yok aralarında.

Biz bu büyük sabit giderlerin altından nasıl kalkacağımızı düşünüyoruz, bir de oyuncu arkadaşlar var. Çok kişi evlerini kapatıp İstanbul dışındaki ailelerinin yanına taşındı örneğin. Bazısı ev kirası için kredi çekti. Kira dediğimiz 500 lira, 700 lira. Uzaktan anlaşılmıyor olabilir, başka geliri olmayan, oyun başına para alan, ucu ucuna geçinen insanlardan söz ediyoruz. Zamanında dizilerden para kazanmış da şu an kendini idame ettirebilecek olanlar zaten az. Bizde de bazı oyuncu arkadaşlarımız konserlerde barda duruyordu örneğin ya da seminlerler sırasında onların kayıtlarını yapıyordu. Başka para kazanma yolları yaratmaya çalışıyorduk. Zaten seminer veren birçok insan da KHK'lıydı. Orası hepimiz için bir alandı yani. Böyle devem ederse, biz de İzmir'e annemin yanına mı taşınsak diye düşünmüyor değiliz.

Bütün bunların tiyatronun geleceğini etkileyeceği, bazı şeylerin değişeceği konuşuluyor. Şahsen aklım almıyor. Tiyatro tam da insanların aynı yerde, bir arada olmasıyla var olabilir. Bazı tiyatrolar Zoom üzerinden oyun oynadı örneğin. Biz bunun tiyatro olmadığını düşünüyoruz. Sahnede dijitalin olanaklarından uzun süredir yararlanılıyor zaten, bu dediğim başka. Ekrandan bir şey izlemekle, yan yana gelerek izlemek, hiçbir süreciyle birbirine benzemiyor. Belki bu da umutsuzluk halidir, ne gerekiyorsa yapalım, tiyatroyu dönüştürelim hissiyatı biraz.

Bütün seyircilerin, oyuncuların maskeli olduğu bir salon... Aslında artık bu sahneyi gözümde canlandırabiliyorum. Sadece, mesela bir oyuncu özellikle maskeyle oynamıyorsa, yüzünü görmeden izleyemem diye düşünüyorum. Ama seyirciler açısından sanırım yaşanacak olan bu. Bunun etkisi sürecek çünkü hayatımızda. Bilemiyorum ki belki başka bir şey olacak birden rahatlayacağız. Tek bildiğimiz, tiyatronun yan yana, can cana yapılabildiği.

42 yaşındayım, liseden sonra Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Tiyatro Bölümü'nde Sahne Tasarımı okudum. Yirmi yıla yakındır sahne tasarımı yapıyorum. Kağıt üzerinde rahat edemeyip dışına çıkmak isteyen biriyim. Sahne tasarımının içinde her şey var: Heykel var, resim var, iç mimari var, tiyatro var. Bence dünyanın en muhteşem, en eğlenceli mesleği. Türkiye'de hâlâ pek kimsenin fikri olmayan bir iş bir yandan. Hayatım boyunca tiyatro dışında bir işten para kazanmadım ben. Onun için kafamı başka bir tarafa da yatırmadım hiç. Bir de üzerine mekân kurup, emek verip, borcunu ödeyip geldiğimiz noktanın bu olması, bir yandan gerçek değil gibi geliyor. Şaka sanki. Anlayamıyorum. Ama bazen de şöyle düşünüyorum: Bundan yedi yıl önce de aslında aynı yerdeydik. Bir yerden ayrılmıştık, hiçbirimizin garantisi yoktu. Baharla birlikte o güç belirmeye başladı sanki içimde, “Of ya, gerekirse yine yaparız” diyorum bazen.

Evet, gerçekten yeniden inşaattayız. Bu sefer daha büyük bir inşaat ama sanki. Kendimizi de inşa etme süreci... Önce kazıyıp, içerideki iki bin çuval molozu atmak zorundayız. İçsel de bir süreç. Sonra o kazdığımız, temizlediğimiz yeni yere yerleşeceğiz. Eski fotoğraflarımıza bakıyoruz demiştim ya, biraz çaresizlik de var o zaman üzerimizde. Gezi o dönem yaşanmıştı ve her şey birden değişmişti. Ben o süreçte doğum yaptım, tiyatro o süreçte açıldı. Hayatın yine yeni olanaklar sunacağını umut ediyorum. Bunu umut etmezsek yaşayamayız.

Konuştuğumuz gün 114.653 vaka, 2992 ölüm açıklanmıştı.

*Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı bu öngörülemez olağanüstü halin, kapitalizmin hâlihazırdaki eşitsizliklerini görünür kıldığından, derinleştirdiğinden ve bundan sonra hiçbir şeyin aynı kalamayacağından konuşuyor çok insan. Kalamayacak mı gerçekten? Neden kalmasın ki? Varlığını, her veçhesiyle sömürgeciliğe, cinsiyetçi iş bölümüne ve tam da derin bir eşitsizliğe borçlu bu düzen kötücül bir virüs gibi ruhlarımızı ve bedenlerimizi sarmışken “iyileşmek” nasıl mümkün? Kadınlar, erkekler, işçiler, memurlar, işsizler, beyaz yakalılar, mavi yakalılar, “yaka” devri değişti diyenler, serbest çalışanlar, evde çalışanlar, hâlâ çalışanlar, zorla çalıştırılanlar, karantinadakiler, geleceği göremeyenler, gördüklerinden yorgun düşenler anlatıyor. Neden bu uzun yazı dizisine başladık? Çünkü birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerinin dermanında kendimizinkini aramaya ihtiyaç var.


Pınar Öğünç Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. 1997 yılından beri çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalışıyor. Jet Rejisör (söyleşi, İletişim Yay.), İnce İş (söyleşi, İletişim Yay.), Asker Doğmayanlar (söyleşi, Hrant Dink Vakfı Yay.), Aksi Gibi (hikâye, İletişim Yay.), Beterotu ((hikâye, İletişim Yay.), Cotturuk Defterleri (çocuk, CanÇocuk) kitaplarının yazarı.