YAZARLAR

Koronalı dış politika

Doğu Akdeniz’de meydanın boş kaldığı, Rusya ve İran’ın Esat’a desteklerinde konjonktürel olarak takatsiz kaldıkları, Libya’da salgınla başı meşgul Avrupa’nın geri plana itildiği algıları, “gün bugündür, baskın basanındır” havasını güçlendiriyor.

Tayyörünün yahut takım elbisesinin önünü ilikleyip mikrofonun önüne geçen her demokratik ve önde gelen ülkenin lideri, olabilecek en ciddi ifadeyi takınıp, küresel salgının ekonomik etkilerinin ne denli geniş, kalıcı ve derin biçimde yıkıcı olduğunu anlatıyor. Taksimetreyi 1929 Büyük Buhranı’ndan açan da var, söze “II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en ciddi…” diye giren de, en azından 2008 finans krizinden daha ağır bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anımsatan da. Fransa Cumhurbaşkanı Macron da FT’ye verdiği söyleşide, kendinden pek de beklenmeyecek bir içtenlikle, henüz bunalımın başında mı, ortasında mı olduğumuzun dahi bilimsel kesinlikle belirtilmesine olanak bulunmadığını vurguladı.

Diğer taraftan, ekonomik kriz hem arz hem talep taraflarını vururken, Putin-MbS itişmesinden sonra gelen salgının küresel trafiği durdurması, petrol fiyatlarını yerle bir etti. Öyle ki bütçesini en karamsar 42 USD/varil fiyatından bağlayan Rusya dahi varılan yeni dengede çırak çıktı. Türkiye’nin, Rusya ile birlikte diğer “Astana” ortağı İran tarihinde ilk kez IMF’ye başvurmak zorunda kaldı. Tuhaf biçimde, İran’da korona krizi Devrim Muhafızları’nın konumunu güçlendirme sonucu vermişe benzerken, kendini anayasa değişikliğiyle Şi’nin yolundan giderek ömür boyu liderliğe hazırlayan Putin’in siyasal geleceği tartışılır oldu. Fransa’nın üç bin kişilik mürettebatının 3/5’inde Covid-19 saptanan CDG uçak gemisini Doğu Akdeniz’den Toulon’a çekmesi gibi, küresel açıdan ayrıntı, Ankara açısından ise merkezi önemde yan gelişmeler de yaşandı.

Bizim takımda ise ne taktiksel anlamda, ne kadro yapısında, ne gelecek sezon planlamasında herhangi bir değişiklik göze çarpmıyor. Aksine düşen petrol fiyatları ve Çin’in küresel tedarik zincirindeki başat konumundan ya kendiliğinden ya ittirilerek feragat edeceği beklentisi gözlerde dolar işaretleri çaktırıyor. Doğu Akdeniz’de meydanın boş kaldığı, Rusya ve İran’ın Esat’a desteklerinde konjonktürel olarak takatsiz kaldıkları, Libya’da salgınla başı meşgul Avrupa’nın geri plana itildiği algıları, “gün bugündür, baskın basanındır” havasını güçlendiriyor. Oyunu bu biçimde okumanın alana yansıması, sınırıötesi Idlip’te pıtrak gibi çoğalan askeri gözlem noktaları ve mevcudu yirmi bini aşan TSK varlığı ile denizaşırı Trablusgarp’ta yoğunlaşan SİHA harekâtı örnekleriyle somutlaşıyor. Özetle, ayakların frene gitmesi bir yana, gaz pedalını tabana yapıştırma; temkin yerine cüret ön plana çıkıyor.

Bunların yanı sıra IKB’de de Mahmur’u kapattırmak, Revandüz üzerinden Kandil’e ulaşım bakımından stratejik önemi olduğu anlaşılan Zeni Warte’nin havadan hedef alınması ve orada birlikte görev yapan KDP ile KYB peşmergeleri arasına nifak sokmak gibi girişimler de, utangaç biçimde “güvenlikçi” diye tanımlanan dış politikayı yapanlarda fırsat açısının genişlediği algısını gösteriyor. Kısaca krokisini çıkarmaya çalıştığım olan biten karşısında TBMM’nin 100'üncü kuruluş yılı vesilesiyle söz alabilen anamuhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun getirebildiği eleştiri ise enigmatik “ülkemizin iç ve dış güvenliği tartışmasız milli bir anlayışla oluşturulmalı" cümlesinden ibaret maalesef. AKP bizlere tüm büyük oyuncuları silkeleyen Covid-19’un Türkiye’nin bilek gücüyle dediğini yaptırma kararlılığından bir yonga dahi koparacak denli etki etmediğini anlatırken, CHP’nin önümüze koyduğu gelecek tasarımı, seçenek ise “daha ulusalcı” niteliği haiz olacak bir dış politika.

İki alıntı yaparak sözümü bağlayacağım. Birincisi Edgar Şar’dan: “Muhalefet, bugüne kadar seçimlerde aritmetik bir gereklilik olarak görülen dar ittifak yaklaşımını, bir arada ve barış içinde bir geleceğin demokratik bir rejimle inşa edilmesi için bir sorumluluk olarak görerek genişletmeli.” İkincisi, kölelikten sadrazamlığa dek yükselen Tunuslu Hayrettin Paşa’nın (II. Abdülhamit’in önerdiği reform programını aşamalı olarak icra etme vaadine karşılık) “Vaadin icrasını görebilmek için Nûh ömrü ve Eyyûb sabrı lâzımdır. Bende ise her ikisi de yoktur.” diyerek istifa edişi. Hayrettin Paşa bu satırları 1868’de yazdığında aşağı yukarı benim bugünkü yaşımda. Ondan 150 küsur yıl sonra hâlâ Avrupa standartlarında işleyecek bir anayasal devlet düzeni için benzer reform talebini dile getiren değerli Edgar Şar ise henüz otuz yaşında bile değil. Tüm okurlarıma Nuh ömrü ve Eyüp sabrı dilerim.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.