YAZARLAR

Türk sağının fıtratı: Fırsatçılık

Binlerce insanı bulaş riski olacak şekilde marketlere yönlendiren sokağa çıkma yasağı kararının uygulanmasının ardından sonuç ne oldu? Süleyman Soylu fırsatı iyi kullandı, Erdoğan bunu konjonktürel bir fırsata çevirdi. Kemal Kılıçdaroğlu da “Erdoğan’ı kurtarmak için Süleyman Soylu’nun istifa etmesini anlayışla karşılıyorum” dedi!

2010 yılında Şili’deki bakır ve altın madeninde mahsur kalan 33 madencinin 69 gün sonra mahsur kaldıkları madenden sağ salim çıkarıldıkları mutlu haberi, sevinçli görüntüleri hatırlarsınız. Madenciler madende bulunan “yaşam odaları” sayesinde çıkarılmışlardı. 5 Ağustos 2010 tarihinde mahsur kalmışlar ve 13 Ekim tarihinde madenden çıkarılabilmişlerdi. AKP’li Bakan Ömer Dinçer, bu olayı şu sözlerle karşılamıştı 14 Ekim’de: “Biz üç günde çıkarırdık, biz çok daha iyiyiz.” Aynı yıl 17 Mayıs’ta Zonguldak’ta yaşanan grizu faciasında 30 maden işçisi iş cinayeti sonucu öldürülmüş, 28 işçinin cenazesine dört gün içinde, iki işçinin cenazesine ise sekiz ay sonra ulaşılabilmişti. Bakan’ın “güzel öldüler” açıklaması, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın “fıtrat” açıklaması hâlâ kulaklarımızda. Maden alanında iş cinayetleri sonrasında Kozlu’da, Ermenek’te, Soma’da sürdü. Türkiye’deki madenlerde yaşam odaları zorunlu değildi, yapılan incelemelerde en basit önlemlerin bile daha fazla kâr elde etmek için alınmadığı tespit edildi, ancak açıklamalar değişmedi: Fıtrat, kader… Her şey güzeldi, biz çok iyiydik, herkesten iyiydik. Üç günde çıkarırdık. Hiçbir fırsatı kaçırmazdık, her krize fırsat gözüyle bakar, sermayenin önüne çıkan bütün engelleri kaldırır, iktidara sorun yaratabilecek bütün muhalefeti bertaraf ederdik. OHAL ilan eder, grev ertelerdik. Ama OHAL ilan etmeden de erteleyebilirdik. Anayasa değişikliği yapar, milletvekillerini hapse atardık, anayasaya aykırı olsa da. Fıtratta fırsatçılık var çünkü.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca her “biz en iyisini yapıyoruz” “en yeni ilacı kullanıyoruz”, “en iyi önlemleri alıyoruz” açıklaması yaptığında, ne yazık ki Ömer Dinçer’in “biz üç günde çıkarırdık” açıklaması geliyor aklıma. Bütün sorumluluğu hekimlerimizin cansiparane çalışmasına yıkmış gibiyiz. Türkiye’de zorunlu olmayan sahalarda üretim devam ediyor, emekçiler işyerlerinde zor koşullarda çalışmaya devam ediyor, tartışmalı ihaleler bir bir yapılıyor. Diğer yandan da Meclis çalışıyor. Ceza infaz kanununu teklifini bir intikam kanunu gibi hazırlıyor hatta küçük bir değişiklikle gazetecileri içeride tutmayı da unutmuyor. Bir yandan da Cumhur İttifakı tazelenmiş oluyor. Torba kanunlar hızla çıkıyor. Torbaların içinde de Yükseköğretim çalışanlarına disiplin var, sosyal medyaya disiplin var… Ne ararsanız var yani.

SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI VE FITRATLAR

Cuma gecesi, iki saat önceden ilan edilen sokağa çıkma yasağı kararının sonuçlarını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Karar hakkında pazar sabahı yaptığı açıklamada sorumluluğu üstlenen, Cumhurbaşkanının talimatlarını yerine getirdiğini söyleyen İçişleri Bakanı Soylu, akşamına Cumhurbaşkanına sadakatini belirtip bütün hatayı üstlendiğini söyleyerek istifa etti. İstifa haberi medyada paylaşıldığından beri Türkiye’nin gelecek on gününde ortaya çıkabilecek olası çok kötü sonuçları, bunun sorumluluğu değil, Cumhur İttifakı'nın geleceği konuşulmaya başlandı. Soylu’nun “fedakarca” eyleminin sonunda “halk” ayaklandı, tweetler, intihar girişimleri, ne ararsanız… Sonrasında Cumhurbaşkanı büyüklük göstererek Soylu’nun kıymetini bildi, bugüne kadar “terörle mücadele”de üstlendiği “görevin” önemini vurguladı, istifasını kabul etmedi. Devlet Bahçeli, AKP Genel Başkanı Erdoğan’ı kutladı. Hazır Alaattin Çakıcı da gün itibarıyla infaz yasasından yararlanarak tahliye oluyorken… Soma’da, Ermenek’te madenlerde yaşanan iş cinayetlerinin failleri olarak cezaevinde olanlar ceza indiriminden yararlanacak, Gezi’de Abdullah Cömert’i öldüren polis tahliye olacakken ittifak neden bozulsundu?

Peki ya sorumluluk? İktidara yakın, muhalefete yakın yazarlar, Süleyman Soylu’nun mu Erdoğan’ın mı; Berat Albayrak’ın mı bilmem kimin mi kazandığını analiz ederken yüzbinlerce insanın yaşam hakkını etkileyecek saçma sapan alınmış sokağa çıkma yasağının sorumluluğu kimde sorusunun yanıtına ne oldu? Sarayın kabul odaları bilgisine indirgenmiş kulis haberlerinin “ne kadar önemli olduğunu”, istihbarati bilgiler alanında uzmanlaşmış yazarlarımızın bu konuda söylediklerinin hayatımızı “nasıl da önemli biçimde” değiştirdiğini AKP’li yıllarda çok deneyimledik. Anamuhalefet partisinin iktidarda ve iktidarın tabanında bölünme üzerine kurduğu strateji, Erdoğan’ın kendi bekasını sağlama üzerine kurduğu stratejiden çok daha zayıf. Çünkü Erdoğan, kendine muhalif sağın fırsatçılığını da kendini bildiği kadar biliyor, zira şahsının oyun alanı. Muhalefetin sorması gereken soru, Erdoğan’ın artık sadece kendi elinde tutamayacağı kadar birikmiş gücü kimlerle hangi ölçüde paylaşacağına ilişkin kararı değil, kullandığı gücün siyasi sorumluluğunun sonuçları. Bunun halkın üzerinde, ülkenin geleceği üzerinde yarattığı felaketi sorunsallaştırması. Bu sorunun üzerine de politika üretmesi. Yakıcı gerçekliğimiz dikkate alınmazsa, ülkemizin içinde bulunduğu bu durumda dahi Abdullah Gül mü cumhurbaşkanı olsun, Ali Babacan’la mı ittifak yapmalı sorularını baş gündem yapan politikalarının ötesine geçebileceği sanılmamalı anamuhalefetin.

BİZ EN İYİSİNİ YAPIYORUZ

Binlerce insanı bulaş riski olacak şekilde marketlere yönlendiren sokağa çıkma yasağı kararının uygulanmasının ardından sonuç ne oldu? Süleyman Soylu fırsatı iyi kullandı, Erdoğan bunu konjonktürel bir fırsata çevirdi. Kemal Kılıçdaroğlu da “Erdoğan’ı kurtarmak için Süleyman Soylu’nun istifa etmesini anlayışla karşılıyorum” dedi!

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi diye adlandırılan rejimde bakanın zaten bir siyasal sorumluluğu yoktur, Süleyman Soylu’nun cumhurbaşkanına sadakat sözünde de o kadar yadırganacak bir şey yoktur. Çünkü o Cumhurbaşkanına karşı sorumludur, onun yaptığı her şeyden halka karşı sorumlu olan ise zaten Anayasaya göre de Erdoğan’dır. Bakanlar onun memurudur, siyasal hesabın sorulacağı kişi bellidir.

****

Ne diyelim, iktidarın fırsatlar evreninde bir başarı hikayesi daha yazılırken, fıtratımız elverdiği ölçüde yaşıyoruz hâlâ.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.