YAZARLAR

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak mı?

Kapitalizmin 1980 sonrası yeniden yapılanması bütün toplumsal güçleri ve kamusal birikimi tasfiye etmeye odaklanmıştı. Bu yapı çöktü, evet. Ama güçlü bir kamuya duyulan güveni, işçi sınıfı örgütlerinin işçiler açısından hayati önemini, sosyal haklarımızı da beraberinde götürerek çöktü.

Her görüşten, her kesimden insanın aklında olan bir şey var: Artık bir normalimiz olacak mı? Normale dönecek miyiz? Bundan yaklaşık on bir yıl önce TÜSİAD Başkanı Mustafa Koç 2008 ekonomik krizini ve iklim krizini birbiri ile ilişkilendirerek artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak demişti (1). TÜSİAD’ın mevcut başkanı Simone Kaslowski Covid-19 salgının ardından “vatandaşların yönetimlerin krizle iyi mücadele edip edemediklerini ciddi bir sorgulamadan geçireceğini belirterek, hem devlet sistemlerinin hem de hükümetlerin ciddi biçimde sorgulanacağı bir dönemin beklediğini” (2) söylüyor. Bizzat AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı’nın ağzından da salgın sürecine ilişkin artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını duyuyoruz: “Yaşadığımız salgının ardından dünyada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı açıkça görülüyor. Asıl olanın yeterli üretim ve adil dağıtım olduğu görülmüştür. Devlet ile vatandaşları arasındaki siyasi ekonomik ve sosyal ilişkilerin yeniden tanımlanacağı bir döneme giriyoruz.” (3) Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ifadesini AKP kurulduktan hemen sonra da Erdoğan’ın ağzından duymuştuk: “Artık Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”(4) 17 yılın ardından Türkiye’de gerçekten de hiçbir şey eskisi gibi değil. Örneğin Türkiye, OECD verilerine göre OECD ülkeleri içinde gelir dağılımının en bozuk olduğu ülke (5). Türkiye’de kamunun neredeyse bütün varlığı AKP döneminde özel sermayenin eline geçti. Kamu mallarının yüzde 90’ından fazlası AKP döneminde özel sermayeye aktarıldı (6). Devlet yeniden yapılandırıldı. Demokrasinin temel göstergesi olan kuvvetler ayrılığı cumhurbaşkanı hükümet sistemi adıyla ortadan kaldırıldı, diktatörlük yolları OHAL sırasında döşendi. Biçimsel demokrasinin temeli olan seçim güvenliği ve adaleti yok edildi. Seçilmiş parlamenterler, belediye başkanları cezaevlerine kondu. Yargıda artık içişleri bakanının açıkça tutuklamaya karar veren makam olduğunu dile getirebileceği kadar her şeyin değiştiği bir ülkeyiz. World Justice Project’in hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye 128 ülke arasında 107’inci. Türkiye’den bir önce Mali, bir sonra da Nijerya var. DİSK-AR’ın 2018 raporuna göre işsizlik arttı, reel asgari ücret çok düşük bir seviyeye geldi, çalışan borçluluğu çok yüksek bir seviyede ve işçilerin örgütlenme hakları, grev hakları kullanılamaz hale getirildi (7). Türkiye, geçen 18 yılda İslamîleşti. İmam Hatip Okulları eğitimde en ciddi paya sahip olmaya, dini vakıflar eğitimin taşeronu haline gelmeye başladı (8). Diyanetin bütçesi rekor seviyede arttı, Türkiye devleti dinselleştirildi. Evet Türkiye’de 17 yıldır hiçbir şey eskisi gibi değil, 2001 yılında yeni kurulan AKP adına Erdoğan’ın söylediği gibi.

NE Mİ DEĞİŞECEK?

Covid-19 salgının ardından eski normale dönülemeyeceğini artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını sadece egemenler değil, hakim bloktan olsun olmasın herkes dile getiriyor. Örneğin ABD merkez siyasetinde etkili bir yayın olan ve dünya çapında yayınlar yapan Politico Magazine’in “Koronavirüs dünyayı kalıcı olarak değiştirecek: Nasıl olacağı ise Burada” başlıklı haberinde 34 düşünür gelmekte olana ilişkin öngörüleri aktarılmış. ABD’nin önemli üniversitelerinden profesörler, vatanseverlik kavrayışının ordudan kopacağından piyasa mekanizmaları ve hiper bireycilik romantizminin sona ereceğine; dini yapıların reforma tabi tutulacağından online teknolojilerinin toplumda niteliksel bir dönüşüm yaratacağına; bilimin geri dönüşünden büyük devlete, Reagan çağının bittiğine, büyük kamuya duyulacak ihtiyaca; hakikat sonrası çağın sona erip güvene dayalı bir politik çağa kadar her şeyin değişeceğine ilişkin beklentiler ve görüşler yer alıyor haberin içinde (9).

İktidar blokuna muhalif siyasal partiler ve yapıların da benzer bir beklenti taşıdığını söylemek mümkün. Korona virüsünün eşitleyici bir tanrı olduğu esprisinden, salgının yarattığı krizin kapitalist dünya ekonomisinin mevcut çatallanması aşamasında sistemik olarak kaldırılamayacak bir yük yaratacağı analizlerine kadar birçok “umutlu-felaket” senaryosu okumak mümkün.

UYARILAR

Tüm bu her şeyin değişeceği öngörülerinin karmaşasında birkaç şeyi hatırlamakta fayda var. Birincisi hiçbir felaketin umutlu bir sona evrilmeyeceği. Umut, bizim ona ihtiyacımız olduğunda bizi güçlendiren bir duygu değil. Bunun tam tersi geçerli. Umut, bizzat neşe ve canlılık ile beslendiğinde, siyasal anlamda bir gelecek vaadi ile birlikte güçlendirici bir duygu haline geliyor. Dolayısıyla umutlu bir gelecek felaketin içinden değil, umutlu bir birikimin içinden çıkar ancak. Bu da siyasal özneleşme süreçlerini işaret ediyor bize. Felaket süreçlerinde bile.

İkincisi, Dr. Faruk Alpkaya bana her fırsatta hatırlattığı di Lampedusa ilkesi. Yirminci yüzyılın etkileyici düşünürlerinden Immanuel Wallerstein’in di Lampedusa’dan türeterek kullandığı bu ilkenin bize öğrettiği; egemen sınıfların sistemik değişikliklerde her şeyi değiştirerek hiçbir şeyi değiştirmemeyi bir strateji olarak gündeme getireceği. Tabii kapitalizmin bu aşamasında bu her şeyi değiştirmenin bedelinin çok daha ağır biçimde hiçbir şeyin değişmemesi anlamına gelmesi mümkün ve toplumsal sınıflar arasındaki güç dengesinin mevcut durumunda daha olası.

Üçüncü uyarıyı da Alain Badiou’nun Nihan Çakır ve Ertuğrul Atlı’nın Türkçeye çevirisiyle Gergedan Dergi’de yayımlanan söyleşisinden aktaracağım (10). “Devam etmekte olan salgının, öyle ya da böyle, Fransa gibi bir ülkede önemli bir siyasi sonucu olmayacak. Ucube homurdanmaların ve yaygın, tutarsız sloganların yükselişi göz önüne alındığında, burjuvazimiz Macron’dan kurtulma zamanı geldiğini düşünüyorsa bile, bu kesinlikle önemli bir değişimi temsil etmiyor. Siyaseten makbul adaylar, eski ve iğrenç milliyetçiliğin en küflü biçiminin savunucuları olarak zaten kuliste hazır bekliyorlar” diyen Badiou, salgın gibi fenomenlerin kendiliğinden siyasi açılımları olacağı fikrinin de ciddi bir biçimde eleştirilmesi gerektiğini söylüyor.

Evet bir yanıyla her şeyin değiştiğini, bireysel hayatlarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla bile biliyoruz. Türkiye’de egemen sınıfların bu di Lampedusa ilkesini kendi çaplarında uzun zamandır uyguladığını da. Fakat değişime yön verecek olanın her zaman siyasal güçler olacağını da akıldan çıkarmamamız gerek. Kapitalizmin 1980 sonrası yeniden yapılanması bütün toplumsal güçleri ve kamusal birikimi tasfiye etmeye odaklanmıştı. Bu yapı çöktü, evet. Ama güçlü bir kamuya duyulan güveni, işçi sınıfı örgütlerinin işçiler açısından hayati önemini, sosyal haklarımızı da beraberinde götürerek çöktü. Bunlar geniş halk kesimlerinin çıkarına olarak kendiliğinden geri gelmeyecek ve aynı biçimde hiçbir zaman geri gelmeyecek. Yeni bir dünyaya adım atacaksak da yine geriden başladığımızı ve bu açığı kapatmak içinde yeni bir dünya tahayyülünü siyasal olarak inşa etmekte gecikmeyecek örgütsel formlar üzerine acilen ve müştereken düşünmemiz gerektiğini unutmayalım.

1- http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/68262/_Hicbir_sey_eskisi_gibi_olmayacak_.html

2- https://tusiad.org/tr/basin-bultenleri/item/10560-tusiad-baskani-simone-kaslowski-turkiye-sorunlarla-mucadelede-yalniz-kalmamali

3- https://www.sabah.com.tr/video/haber/baskan-erdogan-salgindan-sonra-dunyada-hicbir-sey-eskisi-gibi-olmayacak-video

4- https://www.hurriyet.com.tr/gundem/erdogan-hic-bir-sey-eskisi-gibi-olmayacak-10050

5- https://data.oecd.org/

6- Özelleştirme idaresinin verilerinden rakamları bulabilirsiniz. https://www.oib.gov.tr/turkiyede-ozellestirme

7- http://disk.org.tr/wp-content/uploads/2018/05/AKP-D%C3%B6neminde-Emek-DISK-RAPORU.pdf

8- https://egitimsen.org.tr/2019-2020-egitim-ogretim-yili-basinda-egitimin-durumu/

9- https://www.politico.com/news/magazine/2020/03/19/coronavirus-effect-economy-life-society-analysis-covid-135579

10- https://gergedan.press/alain-badiou-salgin-durumu-uzerine-7030/


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.