YAZARLAR

Koronadan sonra hayat var mı?

Ölülerimizin sayısını bize bildirmek dışında pek fazla işlevi kalmayan bakanlıklar yerine, toplumsal bir sağlığın, herkesin bir parçası olduğu demokratik bir sağlık sistemi için, yeni ilişki biçimleri inşa etmeliyiz.

Son bizim filmi, ‘Grev’i yaparken bir atasözü bulduk (!) Bir Kanada atasözü olduğunu da uydurduk hemen sonra, Kanadalı ataların, Mohawkların, Akadianların, İnuitlerin filan kemikleri sızlaması pahasına. ’Yapacak bir şey yok’, bu özlü atasözü. Hemen aklınıza gelenin tam aksine, teslim olmak filan değil bu. İnsan olanaksızlıklar içinde hareket ettiğinde, ortaya çıkan şey karşısında, var olanı bir an önce kabul etmek bu ve kaldığın yerden yeniden başlamak. Bir direnme biçimi aslında. Yoksa kışlık sarayı, niye o gün ele geçirmedik diye yakın dur.

Belki size erkene gelecek ama ‘korona’ için bu Kanada atasözünü tekrarlayarak başlamalıyım. ‘Yapacak bir şey yok’.

Yani şimdi, illaki modern düşüncenin bir sendromu olarak, aşırı nedensellik peşine düşüp, Çin’in Vuhan halk pazarında, bir yarasadan aldığı virüsü taşıyan, ilk pangolin yiyen kişinin kim olduğunu, tespit edip, bu damak tadının bütün dünyanın başına bu belayı sardığını söylemenin de pek bir yararı olmadığını düşünüyorum ki o yüzden yapacak bir şey yok.

Bu arada Vuhan pazarında henüz pangolin satıldığına dair bir bulgunun henüz olmamasını da hiç tartışmak gerekmiyor. Fakat bütün bunları okurken eğer bunu bulursak, virüse neden olanı da bulabiliriz diyorsanız, o tarafa doğru biraz gidelim ve basit bir polisiye roman takibi yapalım:

Katil korona virüsünün insanda yaşaması yeni mi? Evet yeni. Peki bu virüslü pangolini yiyen ilk taşıyıcının, -biz buna 1 numara diyelim- yediği ilk pangolin mi? Hayır. Yani en azından yüzyıllardır yedikleri bir şey bu yemek ama bu virüs ilk defa, 1 numaraya geçmiş, öyle değil mi? Evet. Yani daha önceki pangolin yemeklerinde de var olabilmesine rağmen geçmemiş. O zaman bu yemekte değil cinayet nedeni. Ya pangolin ilk defa taşıyıcı oldu ki böyle olmadığı söyleniyor ya da 1 numaranın yediği başka şeylerden bu. Daha önce yemediği ya da en azından değişiklik yaratacak kadar uzun süre yemediği bir şeyin yaptığı değişiklikler nedeniyle bu cinayet.

Mesela bazı hayvan genlerinin, bitkilere yüklenmesiyle elde edilmiş, Genleri Değiştirilmiş Organizmalar- GDO’lu ürünleri yediği için 1 numara, artık bu virüsün taşıyıcısı ve bulaştırıcısı olamaz mı? Ve biz bu yüzden, yani GDO’lu ürünler tükettiğimizden artık bu virüsten etkileniyor olamaz mıyız ?

Bilimsel bir soru değil bu, cinayeti aydınlatmak için mantıksal bir takip sadece. Çünkü 1 numaranın da sahip olduğu yemek geleneği, yüzyıllardır var olan bir şey. Biz değişkeni saptamaya çalışıyoruz.

Böyle bir vaka hatırlıyorum. ABD’de bir peynir çeşidi ile zehirlenen bir kadının, aslında sadece GDO’lu bir ürünle birlikte, yediği için, o peynirden zehirlendiği ortaya çıkmıştı. Yani bunun tespit edilmesi mucize. Yoksa böyle birçok karışım ile doğrudan ölen, kanser olan ve birçok ecel, ne yazık kader…

Yine ‘deli dana’ hastalığı, Endüstriyel hayvancılığın, zekice buluşuyla, her şeyini sattıkları hayvansal ürünlerin, ellerinde kalanlarını, en kalın kemiklerini mesela, öğütüp hayvan yemi yaparak yine onlara yedirmelerinden olmamış mıydı? Siz otçul hayvanları yamyam yaparsanız onlar da sizi deli dana yapar…

Buradaki cinayetin ‘değişken’i büyük bir olasılıkla GDO bence ama bunun dışında, belli bir düzeyi aşmış hava kirliliği, kimyasal atık ya da mesela mikrodalga fırın neden olmasın?

‘Yapacak bir şey yok’ ama Kanada atasözünün dediği gibi. Artık korona virüsü insanlara bulaşabiliyor ve ölüyoruz.

İşte burada tam uydurduğumuz atasözünün gerçek işlevi ortaya çıkıyor. Buradan başlıyoruz, olduğumuz yerden.

Artık GDO’lu ürünleri tüketmemeliyiz mesela. Bunun için alternatif, küçük çiftçi ağları, köylü tarımını, ‘üretim-takas-tüketim’i birlikte gıda çemberlerini örgütlemeliyiz.

Önder Alagedik’in yazısında bahsettiği gibi tabii ki İstanbul Havaalanı'nın kapatılmasını istemeliyiz ve oranın parasını artık ödememek için vergi grevleri, ev kirasından kurtulmak için kira grevleri yapmalıyız belki…

Ve doğalgaz, elektrik faturalarını saraylara postalamalıyız sanırım.

Ölülerimizin sayısını bize bildirmek dışında pek fazla işlevi kalmayan bakanlıklar yerine, toplumsal bir sağlığın, herkesin bir parçası olduğu demokratik bir sağlık sistemi için, yeni ilişki biçimleri inşa etmeliyiz. Bir kez daha gördük ki insan sağlığı bürokrasiye ve uzmanlara bırakılmayacak kadar ciddi bir şey…

Elini yıka yıka nereye kadar. Yapacak bir şey yok ve yoksa koronadan sonra da hayat yok sanırım…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...