YAZARLAR

Koronanın panoptikon etkisi ya da yaşlılar niye kapatıldı?

Bir gün gelecek, mesela 65 yaşına geleceksiniz. Eğer iktidarın bir parçası değilseniz, infazsız ve insafsız bir kapatılma ile ölümü bekleyeceksiniz...

İlk başta bir ilaç adı gibi geliyor değil mi ‘Panoptikon’ ya da bir sendrom ismi etkisi yaratıyor, ‘şöyle boğazımda bir şey düğümleniyor’un latincesi gibi. Havalı bir şey. Özellikle bugünlerde, algıda korona günlerinde Latince, geçmiş parlak günlerine kavuştu. Koy yazıya iki tane, Kiziroğlu Mustafa Bey olsun yazı.

Bu etki, geçtiğinde, ‘Panoptikon’nun ideal bir hapishane olarak Jeremy Bentham’ın tasarladığı mimari biçim olduğunu hatırlarsınız, eğer daha önce bir yerde okumuşsanız. Bir avlu ve avlunun ortasında bir kuleyle, halkanın içindeki bütün hücreler kulenin görüş alanı içerisindedir. Yani Panoptikon’da her şey, gardiyanın -ya da bunların yerine akıl hastanesi, okul ve öğretmen filan koyun- gözü önünde gerçekleşir. O sizi sürekli görebilir, izleyebilir ama siz onu göremezsiniz. Tam bir iktidar ütopyasıdır.

-Muhtemelen, bundan esinlenilmiş bir şey, Sağmalcılar cezaevinde de vardı. Her ranzanın hizasında, üstünde küçük mazgal delikleri yapmışlardı. İki koğuş ortasında, var olduğu söylenen koridorlardan, gardiyanlar, ne yaptığımıza bakabiliyorlardı. Buradan mazgallardan bakarak, hiçbir şeyi bulabildiklerine ben rastlamadım ama mesele zaten izleniyor olma düşüncesiydi-

Korona ile birlikte derinleştirilmiş ve hızlandırılmış bir Panoptikon hali yaşıyoruz. Foucault’un ‘Deliliğin Tarihinde’ bahsettiği, ‘Büyük Kapatılma’nın neredeyse bütün dünyada yaşanır bir hali bu. 1656 da Paris’te, nasıl ki hastalar, fakirler, eşcinseller, deliler toplanıp, ‘Genel hastane’ adı altında kapatıldılarsa, 21. yüzyıl da bu, önce yaşlılardan başlayarak, herkesi kapsamış durumda.

Korona virüsü, bu iktidar ütopyasına çok haklı görünen bir gerekçe sunmaktadır. Fakat zaten esas mesele budur. Yani ‘Panoptikon’ disiplininin içselleştirilmesi ile her yerde, ve bütün kurumlar tarafından kullanılmasıyla birlikte, iktidar son derece ekonomik, verimli ve etkili bir şekilde toplumu disiplin altına alır. Yani her yer, hapishaneye dönüşmektedir.

Artık bütün yaşlılar ‘cüzzamlıdır’ gözümüzde, bütün kronik hastalar ne aramaktadırlar sokakta ve bize her bir metreden fazla yaklaşan, şüpheli şahıstır…

Ve şimdi ölmenin ne alemi vardır…

-Burada ‘komplocu’ arkadaşlarımı ‘ve mutlaka ki Vatan partilileri’ hayal kırıklığına uğratıcağım ama bu durumda bir ‘komplo’ da söz konusu değildir. Neden her şeyin yolunda gittiği bu sistemi egemenler yıkmak istesinler ? Yani birileri, mesela iktidar sahipleri, kapital kapital oturup şöyle bir şey planlayalım da dememiştir ama bu durumdan, yoğunlaştırılmış bir iktidar doğurmak istemeyecekleri manasına da gelmez bu. Korona ile rızamızı fazlasıyla kapacak olan bütün iktidarlar, Panoptikon ütopyasına o kadar yakındır ki -

Yine Foucault’un söz ettiği gibi -Koca bir ‘kapatılma’ söz konusuysa Foucault’a bakmadan olur mu - bu kapatılma sırasında büyük bir dönüşüm mekanizması vardır. Ona göre büyük Kapatılma sırasında “İşçi emeği ve işçinin kendi çalışması üzerine bilgisi, teknik iyileştirmeler, küçük icat ve keşifler, işçinin çalışma sırasında yapabileceği mikro-uygulamalar anında not edilir ve kaydedilir; dolayısıyla işçinin kendi pratiğinden elde edilir, gözetleme aracılığıyla onun üzerinde uygulanan iktidar tarafından biriktirilir. Bu şekilde, işçinin çalışması, yavaş yavaş, denetimin güçlenmesini sağlayacak olan belli bir üretkenlik bilgisine ya da teknik bir üretim bilgisine dâhil olur. Böylelikle, bireylerin davranışlarından yola çıkarak bizzat kendilerinden elde edilen bir bilginin nasıl oluştuğu görülür. Ayrıca, bu durumdan yola çıkarak oluşan ikinci bir bilgi vardır. Bireylerin gözlenmesinden, sınıflandırılmasından, kaydedilmelerinden ve davranışlarının karşılaştırılmalarının analizinden doğan, bireyler üzerine bir bilgi…”

Siz buradaki ‘üretim’ yerine daha çok ‘tüketim’ koyun ve bir daha okuyun.

Böylece genel kapatılma aparatımız cep telefonlarıyla, bu iktidar ütopyasında neleri, ne kadar tükettiğimiz, ne kadar ateşli olduğumuz, nasıl bir çöpçatan programı ile nasıl birisini tercih edip etmediğiniz, ne yediğiniz, ne seyrettiğiniz, neye gülüp neye ağladığınız, elinizi yıkayıp yıkamadığınız her şey tespit edilecek ve böyle yaşayacaksınız…

Güya… yaşayacaksınız…

Bir gün gelecek, mesela 65 yaşına geleceksiniz. Eğer iktidarın bir parçası değilseniz, infazsız ve insafsız bir kapatılma ile ölümü bekleyeceksiniz...

Dans edilmeyecek bir devrime, devrim demeyenlere soruyorum; Dans edilmeyecek bir hayata, siz hayat mı diyorsunuz?


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...