YAZARLAR

Bir IBAN, iki sonsuz savaş

Hep söylüyoruz; Türk askeri varlığı ve TSK’nin yedeğine taktığı milis güçleri Suriye’de çamura batmış hesaplar için pazarlık kozu olarak görülüyor. Kalkanın adı ‘Barış’ ama barış vaat etmiyor; harekâtın adı ‘Bahar’ ama bölgenin duçar olduğu kışı uzatıyor.

"Bir merminin kaç para olduğunu biliyor musun" diye çektiği azar, halkın yoksulluğu ile dayatılmış savaşlar arasındaki ilişkiyi vurguluyordu. Tayyip Erdoğan bu azarı patates ve domatesin fiyatından yakınan Sivaslılara çekiyordu. Merminin kaç para olduğunu ancak sıkanlar bilir; bizim bildiğimiz insan canının ne kadar kıymetsizleştirildiğidir. İçimizi yakarak öğrettikleri şeydir.

Salgın karşısında sosyal devlet olmaktan vareste IBAN numarası veriyor. Küresel ölçekte eşsizliğini kanıtlıyor. Zor zamanda devlet veren eldir; değilmiş. Fırsatçılık değilse kasa tamtakır demektir. Buna karşın Suriye ve Libya’da sonu gelmez savaşlarından vazgeçemiyor. "Milli güvenlik" ve "ulusal çıkar" kılıfıyla tek adamın bekası için açılmış savaşlar. Nasıl finanse edildiğini bilen var mı? Şeffaflık tek adamlık rejimlerin alamet-i farikası değil ki bilelim.

***

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in hiç olmazsa korona ile savaşırken ateşin kesilmesi çağrısına ihtiyaç var mıydı? Akıl ve vicdan bunu zaten görüyor, görmeli. Bütün yönlendirme ve yalanlara rağmen asla anlamlandıramadıkları savaşlar halkların değil, aksine, kandan medet uman siyasi liderlerin ve savaş ağalarının.

Tek bir emare yok ki Erdoğan’ın Libya ve Suriye’de cepheleri soğutmaktan yana bir eğilim taşıdığını göstersin. Mesela dünya koronaya kilitlenmişken Libya’da dramatik gelişmeler yaşanıyor. Türkiye’nin desteklediği Trablus ve Mısrata hattındaki İslamcı güçler, 25 Mart’ta Halife Hafter’in Libya Ulusal Ordusu’na karşı yeni bir operasyon başlattı. Harekâtın adını da "Barış Fırtınası" koydular. Ne manidar! Savaşa 'barış' deme cinliğinin kaynağını kestirmek güç değil. Sonuçta artık operasyonun kumanda merkezinde Türk komutanlar ve MİT elemanları var.

25 Mart’ta başlayan operasyonda Türk insansız uçaklarının etkin katılımıyla Hafter güçleri sersemletildi. Operasyonun ana hedefinde Trablus’un güneybatısına düşen stratejik önemdeki El Vatiye Hava Üssü vardı. Hafter’in kontrolündeki Ahya Bariya ve Nakliya Kampı’nın yanı sıra Sirte’nin güneybatısında Abugreyn’e yönelik hamleler de oldu.

Ne var ki operasyonun ilk günü El Vatiye’yi alarak büyük bir coşkuya kapılanlar kısa sürede üsten çekilmekle kalmayıp çok sayıda yeri kaybetti. Libya Ulusal Ordusu karşı hamlede Tunus sınırına kadar Kadahiye, Vadi Zemzem, Ziltin, Rikdalin, El Asse, El Cumeyl ve Ebu Kemaş’ı ele geçirdi. Sahil kenti Zuvara güneyden kuşatıldı. El Vatiye üssü Zuvara’nın tam güneyinde. Zuvara düşerse sahil şeridinde Trablus önünde önemli bir kavşak olarak Zaviye kalıyor. Daha da önemlisi Hafter güçleri Tunus sınırındaki Ras el Cedir kapısını da ele geçirdi. Böylece Trablus güçlerinin Tunus’la bağlantısı kesilmiş oldu. Libya Ulusal Ordusu’nun iddiasına göre 30 Mart’ta bir Türk insansız uçağı (Bayraktar TB2) Mitiga Havaalanı’ndan havalandıktan sonra düşürüldü. Libya Ulusal Ordusu Sözcüsü Ahmed el Mismari, 1 Nisan’da Türk savaş gemisinden El Eceylat’a füzeler ateşlendiğini öne sürdü.

Bu gelişmelere paralel olarak AB’nin Libya’ya silah ambargosunu denetlemek için IRINI (BARIŞ) adını verdiği operasyon 1 Nisan’da başladı. Öncesinde Fransız firkateyni Provence, silah ve hava savunma sistemleri taşıdığı şüphesiyle bir Türk kargo gemisini önledi. Bu da Erdoğan’ın hesapları açısından durumu çetinleştiren bir gelişme.

Dahası var: Türkiye’nin Suriye’den Libya’ya taşıdığı paralı milis güçler de bozgun yiyor. İki ayda kaybettikleri asker sayısı 156’yı buldu. Libya Ulusal Ordusu bu rakamı üç misli olarak veriyor. 2 bin dolarlık neşeli ilk ayın ardından maaşlarını alamamışlar, geride kalanlara "Gelmeyin" diyorlar.

Abdülhamid’den sonraki ‘En Büyük Han’ın hanesinde kara delikler bunlar! Hesabını sorabilen? Bütçesini bilebilen? Yok, tabii ki!

***

Ya Suriye? Malum Suriye ordusunu Suriye topraklarından püskürtmeye dönük Bahar Kalkanı Harekâtı hedefini tutturamamış, nihayetinde 5 Mart’ta Rusya ile yeniden masaya oturulmuştu. Zirveden Halep’i Lazkiye’ye bağlayan kritik M-4 yolunun açılması ve yolun iki tarafından 6’şar km derinliğinde güvenli koridor oluşturulmasını öngören bir mutabakat çıkmıştı. İlan edilen tarihe kadar yolu açamadılar! Erdoğan Türkiye’sinin besleyip kalkan olduğu cihatçı gruplardan bazıları yolun açılmasına karşı koyuyor. Bunlardan biri 19 Mart’ta Türk askeri devriyesine ateş açtı, kayıplara bir vatan evladı daha eklendi. Mutabakatın gereği olarak Ruslarla Türkler ilk başarısız denemeden sonra bir daha ortak devriye de yapamadı. 1 Nisan itibariyle TSK tek taraflı olarak 11 devriye atmış.

Rusya’ya verilen söz gereği eninde sonunda yolu açmak durumunda kalacaklar. Lakin oyun içinde oyun devam ediyor. Erdoğan savaş içinde savaş arıyor. Suriye ordusu ve Rusya ile yeniden karşı karşıya gelmeyi kaçınılmaz kılan bir tür askeri yığınak devam ediyor. Meselenin basitçe cihatçıların saf dışı bırakılması ve İdlib’in "El Kaide toprağı" olmaktan çıkarılmasıyla ilgisi yok. Harekât tarzı, İdlib’i de Afrin gibi doğrudan kontrol edecek koşulları yaratma çabasına işaret ediyor. Yani Suriye toprağında yeni hakimiyet alanları oluşturmak, bunları koza dönüştürmek. Olur ya tarihin akışı değişirse ilhak etmek! Ne âla…

***

Peki nedir askeri yığınağın karakteri? Sadece Ruslara verilen söz gereği terör örgütleriyle savaşla ilgisi var mı?

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin verilerine göre TSK, 2 Şubat’tan bu yana zırhlı araç, tank, zırhlı personel taşıyıcılar dahil 5 bin 490 araç eşliğinde 10 bin civarında askeri Suriye’ye soktu. Açık kaynaklara bakılırsa TSK'nın elindeki en etkili hava savunma sistemi olan orta menzilli Hawk 27 Mart’ta gerçekleştirilen sevkiyatla birlikte İdlib’e de konuşlandırıldı. Bu sistem daha önce Libya’ya da gönderilmişti.

Savaş Etütleri Enstitüsü’nün (ISW) raporuna göre ise 1 Şubat-31 Mart arasında İdlib’de konuşlandırılan Türk askeri sayısı 20 bini geçti.

Artık Suriye ordusunun kontrol ettiği bölgelerde kalan Türk askeri noktaları bir kenara yeni konuşlanma düzeni net olarak bir şeye işaret ediyor: Malum Astana kararları çerçevesinde genişletilmiş İdlib’de kurulan 12 askeri gözlem noktasına "Suriye ordusunun önünde bir bariyer" işlevi yüklenmişti. Bu beklentiyle Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) Türk askerine eşlik etmişti. Bu bariyer M-5’in elden gitmesiyle çöktü. Şimdi M-4’un kuzeyi yeni bariyer olarak öne çıkıyor. (Bu alandaki örgütler ne olacak, bu yazının boyutunu zorluyor.)

Serakıb’dan doğuya doğru Sermin, Duveyr, Tarnaba, Neyrap, Kımenas, Mastuma, Mutaram, Basingul, Badama ve El Zeyniye’de görülen farklı düzeydeki askeri konuşlanma, M-4 yolunun kuzeyinde oluşturulması gereken güvenli koridorda bir tür Türk hakimiyetini hedefliyor. Nabi Eyyub, Bassams, El Ghasiniye ve El Neciye’deki Türk askeri varlığı ise yolun altında oluşturulacak güvenli koridorda kalıyor. Yolun altını temizleme işi Ruslara ait. Haliyle bu noktalar da kaçınılmaz olarak kuşatılacak. Yolun altında hâlâ Türkiye destekli silahlı grupların kontrolündeki Balyun, El Bera ve Kansafra’daki Türk askeri konuşlanmasının kaderi de belli: Burasını Suriye ordusu Rusya’nın desteğiyle M-4’e kadar temizleyecek ve Türk askerleri yine kuşatma altında kalacak.

Kuzeyden güneye M-5 ve civarında Şeyh Akil, Anadan, Raşidin, El Eys, Tel Tukan, Surman, Maar Hattat, Morek ve Şer Mağar’daki kontrol noktaları zaten Suriye ordusunun kuşatması altında.

Bu tablo şunu söylüyor: Her halükarda Erdoğan, Rusya lideri Vladimir Putin’le vardığı ateşkesi fırsata çevirip askeri dengeyi değiştirecek bir saha düzenlemesine gidiyor. Yani yığınak stratejisi Suriye ordusuna karşı yeni bir savaş hazırlığını içeriyor.

***

Şimdi Erdoğan’ın adımlarına bakanlar aynada Suriye’nin müstakbel Gazze’sini görüyor. 1 Ocak-5 Mart arasında M-5 hattında yaşanan tırmanışı ve sonuçlarını dikkate alırsak Gazze senaryosu için prova yapmanın çok erken olduğu söylenebilir. Kaldı ki Hatay’ın dibinde cihatçılarla dolu bir "Gazze Şeridi", Filistin’in Gazze’si ile aynı anlam ve metaforu asla taşımayacaktır. Yarınlara taşınamayacak bir senaryodur. Bu konuda ısrar Türkiye’yi onlarca yıl içinden çıkamayacağı tehlikeli sulara çekecektir.

M-4’ü yeni sınır haline getiren bir konsept kısa ve uzun vadede Türkiye’nin başını ağrıtacak sonuçlar üretebilir.

Hep söylüyoruz; Türk askeri varlığı ve TSK’nin yedeğine taktığı milis güçleri Suriye’de çamura batmış hesaplar için pazarlık kozu olarak görülüyor. Kalkanın adı ‘Barış’ ama barış vaat etmiyor; harekatın adı ‘Bahar’ ama bölgenin duçar olduğu kışı uzatıyor.

Astana, Soçi ve Moskova mutabakatlarının hepsi sonuç itibariyle Ankara-Moskova arasında, Şam ile Ankara arasında değil. Suriye ordusu durmayacaktır. Rus satrancının hamle tarzını görmeden bölgenin yarınında Gazze’ler görmek sadece Ekim 2015’e kadar Şam’da Emeviye Camii’nde boy gösterip ardından Kasyun dağında Halk Sarayı’na yürümeyi düşleyenlerin düşlerinde bir devam sahnesi olabilir.

Kelamın sonu; Ortadoğu’nun efendisi, Akdeniz’in hakimi, Hint Okyanusu’nun yeni güç dengesi hayalinden geldik IBAN veren Türkiye’ye. Hayalden kâbusa! Hadi şimdi gurur duyabilirsiniz…


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.