YAZARLAR

Korona salgını ve züccaciye dükkanına giren fil

Öyle şeyler oluyor ki Türkiye’de, bazı olayların gerçekten yaşanıp yaşanmadığına bir süre ikna olamıyor insan. Açıklanan ekonomik paketteki öngörü yoksunluğuna, belediyelerin hesaplarına el koymadaki basiretsizliğe ve hukuksuzluğa, milletvekilleri oğullarının test kiti satarak krizi kâra çevirme utanmazlığına ses çıkarılmazken görüşlerini açıklayan TIR şoförünün tutuklanmasındaki aymazlığa girmiyorum bile.

Bu salgın günleri, protokol icabı, biraz da ayıp olmasın diye toplumsal dayanışmanın güçlendiği, insanların kenetlendiği ya da kenetlenmesi gerektiği günler olarak takdim edilse de gerçekler maalesef oldukça farklı. Kenetlenme oluyor olmasına da sadece iktidar saflarında ve bu halkı alın teriyle, emeğiyle kazandığının üstüne konmak, krizi fırsata çevirmek için.

Basit siyasi bir krizi bile yönetemeyen ve bu niteliğini yitireli çok olmuş bir siyasi aygıtın salgınla baş gösteren bu yeni süreci yönetmesi de beklenemezdi zaten. Zira kriz yönetme, meselenin inceliklerini anlamayı, toplumsal ve insani arka planına ilişkin derinlemesine bir yaklaşımı gerektirir. Sorunların üstesinden kaba kuvvetle, eleştirileri yok sayarak yahut muhalefeti bastırarak gelmeyi bir strateji zanneden siyasal otoritenin incelikli yaklaşımlar sergilemesini beklemek Haccac-ı Zalim’den adalet beklemekten farksız. "Acırsak acınacak hale geliriz" mantığıyla hareket ede ede vicdansızlaştılar çünkü.

Generaller de darbe dönemlerinde böyle düşünürlerdi. Bu ülke, tıpkı bir askere emir verir gibi, bir talimatla enflasyonu düşüreceğini zanneden ne askerler gördü! O askerlerin şimdi esamisi bile okunmuyor. Şimdiki muktedirler darbe dönemlerinin muktedirlerinden çok mu farklı? İktidar, sivil-asker ilişkilerinde orduyu doğal konumuna çektiğini düşünse de kendisinin askeri mantıkla, zorun dayattığı bir akıl yürütmeyle düşündüğünün farkına varabilecek konumda bile değil. Kriz yönetme kabiliyetinin ruhuna fatiha okumasının altında yatan gerçeği anlayabilecek konumda da değil..

Öyle şeyler oluyor ki Türkiye’de, bazı olayların gerçekten yaşanıp yaşanmadığına bir süre ikna olamıyor insan. Bunun kötü bir kâbus ya da bir şaka olma ihtimalini düşünüyor önce. Ardından gerçek olduğunu anlayınca meydana gelen artçı sarsıntıyı atlatmak da o kadar kolay olmuyor. Toplum kendi canıyla uğraşırken Kanal İstanbul ihalesinin yapılması örneğin, bir iktidarın toplumu ahmak yerine koyması, onu aptallaştırmaya çalışmasının bariz bir örneği. Allah bilir bu ihaleyi yaparken aslında ne kadar çalışkan olduklarını, böylesine kritik bir dönemde bu ihaleyi yaparak üstün bir performans sergilediklerini ve görev bilinciyle hareket ettiklerini bile düşündüler kim bilir? Allah, kimseyi basiret, ve izandan mahrum etmesin!

Bu algı düzeyi, salgından etkilenmesin diye toplumun geri kalanına yasaklarken güya daha seyrek bir cemaat safı kurarak Cuma namazı bile kıldırır. Hatta ülkede kılınacak tek bir Cuma namazının o ülkenin bütün vatandaşları üzerindeki farziyeti düşüreceğini bile tasavvur ettirir!

Güya Reis’in olan bitenden haberi yokmuş. Olay elinizde patlayınca gelsin manevralar, dümen kırmalar, dansözlere taş çıkartan kıvırtma operasyonları. Madem Reis’in haberi yok ve yaşanan tam bir fecaat, o zaman neden DİB Başkanı Ali Erbaş görevden alınmaz. Ama Erbaş Reis'e lazım, hurafeci, din ticaretçisi cemaatlerin üzerinde ittifak ettiği başka bir isim bulmak kolay mı sanıyorsunuz? Reis nereden bulacak Ali Erbaş gibisini?

Açıklanan ekonomik paketteki öngörü yoksunluğuna, belediyelerin hesaplarına el koymadaki basiretsizliğe ve hukuksuzluğa, milletvekilleri oğullarının test kiti satarak krizi kâra çevirme utanmazlığına ses çıkarılmazken görüşlerini açıklayan TIR şoförünün tutuklanmasındaki aymazlığa girmiyorum bile.

Zira gündeme pek gelmeyen, hem sağlık çalışanlarını hem de hastaları ilgilendiren basına yansımayan şeyler yaşanıyor bu ülkede. Koalisyon ortağına ya da yandaş başka dini yapılanmalar arasında pay edilen kamu hastanelerinin yönetimi, tam bir fecaat. Örneğin Ankara'da büyük bir kamu hastanesi sağlık emekçisi, kendisiyle yaptığım görüşmede bana, depolarda N95 olduğu halde sırf hastane yönetiminin aldığı kararla doğrudan hastayla temas içerisinde olan doktorlar dışında hemşireler, hastabakıcılar ve temizlikçilere dağıtılmadığını söyledi. İktidar piramidinin en üstünde bulunan zeka seviyesi en alttaki yöneticilere kadar pay edildiğinde kalan kırıntılarla idare ediyorlar demek ki, bir hastaneyi bile yönetemiyorlar. Allah var sağlık çalışanlarının anlattığına göre Ankara’da Gazi Hastanesi gibi, süreci çok iyi yöneten ve virüs krizine kendini çok iyi hazırlamış hastaneler de bulunuyor.

Bahsi geçen Ankara’daki kamu hastanesinde profesör ve doçentlerin korona şüphesi taşıyan hastaları tedavi etmeyip asistanlarını görevlendirdikleri belirtiliyor. Virüs bulaşması riskinden son derece ürken bu doçent ve prof.larımız anlatılana göre en dış kapıdan olan biteni izlemekle yetiniyor. Hastanelerde taşeron üzerinden asgari ücrete çalıştırılan temizlik işçilerinin durumu ise tam bir felaket. Hiçbir hakları yok, virüs bulaşmasın diye sağlık çalışanlarına verilen her türlü koruma malzemesinden yoksunlar. Sağlık alanında çalıştıkları halde sağlık emekçisi statüsünde görülmediği için yapılan düzenlemelerin ve var olan hakların hiçbirinden faydalanamıyorlar. İfade edilene göre söz konusu hastanede durum o kadar fecaat ki, virüs bulaşan sağlık çalışanları ve doktorlar bile, çalıştıkları hastanede değil, kendilerini sevk ettikleri başka hastanelerde tedavi olmayı tercih ediyorlar.

Ve bunca rezaletin ardından patlamak üzere olan başka bir skandal da ceza infaz yasasıyla ilgili düzenlemeler. Salgın günlerinde hükümetin cezaevlerini adi suçlardan boşaltırken büyük bir bölümü eline silah almamış, hiçbir insanın kanına girmemiş, bir kısmı sadece siyasi görüşlerini açıkladıkları, haber yaptıkları, sosyal medyada görüş paylaştıkları için mahkûm edilen kesimler mutlaka serbest bırakılmalı. Hırsızı, tecavüzcüsü, mafyası, yolsuzu, kansızı vs. serbest bırakıp ya da cezasını yarı yarıya indirirken kimsenin kanına girmemiş, şiddet kullanmamış, idealist insanları cezaevinde tutma hesapları yapmak insanların haklarını gasp etmekten başka bir şey değildir. Bunu halk da Allah da affetmez!


İslam Özkan Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Selam gazetesinde başladı. Bir dönem kitap yayıncılığı alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük, TRT Arapça, Kanal On4, Kudüs TV gibi televizyonlarda haber müdürlüğü ve TV 5'te program moderatörlüğü, bazı Arap televizyon kanallarının Türkiye temsilciliğini yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyoloji ve Antropolojisi'nde doktora eğitimini sürdürmektedir.